Haberler:

"Başla, inan, başar!" 🚀

Ana Menü

Asırlık Çınar - Hadi Hikaye Yazalım

Başlatan Administrator, Şub 08, 2025, 07:29 ÖS

« önceki - sonraki »

Administrator

Takip Edilen Çocuk
Osman, yorgun bir şekilde satışlarını tamamladıktan sonra köy yolunda ilerliyordu. Henüz 13 yaşında bir çocuktu, ama hayatın zorluklarıyla tanışalı çok olmuştu. Atı ile yaptığı çerçilik işleri, ona hem geçim sağlamış hem de farklı köyleri gezmesine olanak sunmuştu. Her sabah erkenden yola çıkar, gecenin ilerleyen saatlerinde geri dönerdi. İşte, o gece de öyle başlamıştı.

Bütün gün boyunca meyve ve sebzeleri sattıktan sonra, yorgun bir şekilde köyüne dönüyordu. Atının ayak sesleri, toprak yolda derin bir yankı yaparken, Osman'ın aklı yalnızca eve dönüşteydi. Yolda hiçbir şey yoktu, ama bir gariplik vardı. Bir şeylerin yanlış olduğuna dair içindeki his onu sıkıştırıyordu. Her zamanki gibi, gözleri çevresinde hareket eden her şeye dikkatle bakıyordu, ama bu kez bir fark vardı. Yavaşça ilerlerken, fark etti ki – gölgelerde hareket eden figürler vardı.

Bir süre, sadece tükenmişliğinden mi yoksa korkudan mı, gözleri yanlış bir şeyler mi gördü diye düşündü. Ancak, nehrin kenarındaki çalılıktan bir ses geldi. İçini kaplayan panik hissi yavaşça büyüdü. Bir adım daha atmaya cesaret edemedi. Karanlıkta dikkatle bakarken, o figürlerin kendisine doğru ilerlediğini fark etti.

Bir süre sonra, iki adamın, karanlıkta hareket ettiklerini ve hızla ona yaklaştıklarını görebildi. Birinin gözlerinde karanlık bir amaç vardı. Kafasında, "Bu adamlar ne istiyor?" diye sorular geçiyordu. Fakat fark ettiği tek şey, atının başındaki adamlardan biriyle tanıdık bir bakış idi. "Sadece atını alacağız." demişti.

Osman, ne yapacağını bilemeden birkaç adım geriye gitmeye çalıştı. O an kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. Evet, yalnızca bir çocuktu, ama karşısındaki adamlar yetişkinlerdi ve gözlerinde bir karanlık vardı.
Özellikle atına, bir şekilde sahip olmak istiyorlardı.

Osman, panikle atının dizginlerini çekti ve bir an durakladı. Hızla atını döndüren Osman, gözlerini, adamlardan kaçmaya karar vererek bir patikaya doğru çevirdi. Onlar bir an daha ilerlese de, Osman çoktan yol almıştı. İçindeki korkuyu yenmeye çalışarak o karanlık yolda yol aldı.

Bir süre sonra, aklına Ali Ağa'nın evine gitmek geldi. O geceyi orada geçirmek dışında başka bir şansı yoktu. Ali Ağa, güvenilir bir insandı ve ona bir şey olmazdı.

Bölüm 2: Ali Ağa'nın Evinde Geçirilen Gece
Osman, Ali Ağa'nın evine vardığında, yorgun ve korku içinde kapıyı çaldı. Gecenin karanlığında, korkusu hala içinde bir ağırlık gibi hissediliyordu. Ali Ağa, hemen Osman'ın panik içindeki halini fark etti ve kapıyı açar açmaz, ona doğru yaklaşarak, "Neyin var çocuk, neden bu kadar telaşlısın?" diye sordu.

Osman, hızla nefes alarak,
"Beni takip ediyorlardı. Atımı almak için peşimdelerdi." dedi.
Ali Ağa, gözlerinde sakin bir ifade ile, Osman'ı içeri aldı. "Bir şey yapmadılar mı?" diye sordu.
Osman, kafasını sallayarak, "Konuşmadılar, sadece beni takip ettiler." dedi.
Ali Ağa, Osman'ın korkusunu fark etti ve bir süre sessiz kaldı. Ardından, "Beni dinle, Osman. Bu gece burada kal. Yarın sabah, bu iş biter." dedi.
Osman, başını sallayarak, "Teşekkür ederim Ali Ağa. Gerçekten çok korktum." dedi.

O geceyi, Ali Ağa'nın güvenli evinde geçirdi. Her geçen dakika, içindeki korku biraz daha azalmıştı. Ama sabah olunca, her şeyin bitmiş olması gerektiğini düşündü.

Ertesi sabah, Ali Ağa kahvaltıyı hazırlarken, Osman hazırlıklarını yapıyordu.
"Bugün, yola çıkmalısın. Bu iş burada biter." diye tekrar etti Ali Ağa.
Osman, sabahı bekleyerek, yeniden yola koyulacakken, bir umutla kalbinde yeni bir güç buldu.

Administrator

Osman'ın sabah olmadan eve dönmesi gerekiyordu. Anne ve baba, geceyi huzursuz bir şekilde geçiriyorlardı. Gözleri uykusuz, kalpleri endişeyle doluydu. Osman, onların tek umudu ve yegane desteğiydi. Onu sağ salim görmek, bütün bu zorluklara değerdi.

Baba, uykusuzca yatağında dönerken, "Bu çocuk nerededir?" diye içinden geçiriyordu. Oğlu, bir çocuğun ötesinde bir iş yükü taşırken, babasının yüreği de endişeyle atıyordu.

Anne, her gece olduğu gibi, duvarlara bakarak gözyaşları içinde dua ediyordu.
"Allah'ım, evladım sağ salim gelsin," diyordu. Oğlu o kadar gençti ki, bu dünyada yalnızca ona güvenebilecekleri tek kişi olarak var olmuştu. Fakirlik içinde geçirdikleri yıllarda, Osman'ın çabası, onları hayatta tutan tek şeydi.

Birkaç saat sonra, Osman, gözleri yorgun ama rahatlamış bir şekilde evin kapısına geldi. Kendisini güvende hissettiği, evinin kapısını çaldığında, o soğuk geceyi ardında bırakmıştı.

Baba kapıyı açtı, ve Osman'ı gördüğünde yüzündeki korku yerini sevince bıraktı.
"Osman! Neredeydin? Niye bu kadar geç kaldın?" diye sormak yerine, "Gel bakalım, oğlum, yemek yedin mi? Biz seni çok merak ettik," diyerek ona sarıldı.
Anne de gözleri dolmuş bir şekilde, "Neredeydin sen, evladım? Ne kadar korktuk!" diye bağırarak, onu kucakladı.

Osman, "Bir şey olmadı anne, korkulacak bir şey yok," diyerek onlara güven verdi. Bir süre öylece kucaklaştılar. Gerçekten de, hiçbir şeyin önemi yoktu artık. Ailesiyle birlikte olmak, ona her şeyden daha değerli geliyordu.

Baba, gözlerinde sevgiyle, Osman'a baktı.
"Oğlum, sabahı görmeyi çok istedik, işte burada olduğun için çok şükür." dedi.

Anne ise gözyaşlarını silerek, "Hadi gel, biraz dinlen, seni bekliyorduk." diyerek onu içeri aldı.

Administrator

#2
Antakya'ya Kaçış ve Yeni Bir Başlangıç
Osman, o gün pamuk tarlasında, güneşin yakıcı sıcağında saatlerce çalıştıktan sonra, vücudu yorgunluktan bitkin düşmüştü. Tarladaki ağır işler, onun gibi bir çocuğa, hayatın ağır yüklerini hissettiren işlerdi. Osman, küçük yaşta hayatın zorluklarıyla tanışmıştı. Her sabah erken kalkıp tarlada çalışırken, bir taraftan da kendini bir başka hayatın içinde hayal ediyordu.

Bir gün, işlerin dayanılmaz hale gelmesiyle birlikte, Antakya'ya gitme kararı aldı. Şükriye'nin abisi Hasan'ın yanına gitmek için yolculuğa çıkma kararı, belki de hayatının en önemli adımıydı. Osman, bir sabah erken saatlerde evden sessizce ayrıldı, ailesine hiçbir şey söylemeden, yalnızca içindeki özgürlük arzusuyla yola koyuldu.

Antakya'ya vardıktan sonra, Hasan'ın evinde kalmaya başladı. Başka bir yaşam kurma hayali, Osman'ın içinde daha da büyüyordu. Hasan, Osman'ı bir çocuğun neye ihtiyacı varsa ona sahip çıkmaya ve onun iyi bir insan olması için elinden geleni yapmaya karar vermişti.

Başlangıçta, Osman, Antakya'da ne yapacağını tam olarak bilmiyordu. Ancak Hasan ona yardım teklif etti. Osman'ın geleceği için eğitim alması gerektiğini ve sadece çalışarak hayatta tutunamayacağını fark etmişti. Osman'a gece sanat okuluna gitmesini önerdi. O, gece okula gidip kaynakçılık eğitimi almaya başladı. Her sabah sabahın erken saatlerinde uyanıp sanayide çalışıyor, akşamları ise gece okuluna gidip eğitimine devam ediyordu.

Zamanla, sanayide sandalye imalatı yapan bir işyerinde çalışmaya başladı. Buradaki iş, onun için yeni bir deneyimdi. Ancak o kadar zor bir hayat sürüyordu ki, bu yeni zorluklar ona mücadele etme gücü veriyordu.

Osman, gerçekten kendini yeniden doğmuş gibi hissediyordu. Yavaş yavaş, sadece çalışmak değil, aynı zamanda kendi kimliğini bulma yolunda ilerliyordu.

Administrator

Osman'ın İlk Yılları
1951 yılı, Osman'ın dünyaya gözlerini açtığı yıldır. Hatay'ın Altınözü ilçesinin Büyükburç Köyü... Küçük bir köy, büyük hayaller ve daha fazlasına ulaşmaya çalışan bir ailenin hikayesi başlıyordu. Babası, zeytin işçisi, ağacın gövdesi gibi sağlam ama yorgundu. Tarlada, ağaçların arasında geçen günler, bazen ağır bir yük gibiydi. Ancak, babasının teriyle büyüyen her çocuk, her zeytin dalında yeni bir umut bulurdu.

Osman, ilk çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Küçük yaşlardan itibaren ailesinin sorumlulukları ona verilmişti. Babası, zeytin ağaçlarının bakımında, tarlanın topraklarında çalışarak geçimini sağlarken, Osman'ın hayatı da bu yoğun ve zor koşullar içinde şekilleniyordu. Çocukluk hayalleri, zeytin ağaçlarıyla değil, köyün yollarında taşan umutlarla büyüdü.

12 yaşına geldiğinde, çocukluk rüyalarına göz kırpmaya başlamıştı. Zeytin tarlalarının arasında bir işçi gibi çalışan Osman, zamanla çerçilik yapmaya başlamıştı. O yaşta, elma, havuç ve portakal gibi meyve ve sebzeleri alıp halden satmak için sabahın erken saatlerinde yola koyulurdu. Geceyi ise, yorgun ve ter içinde geçerdi. Ancak, bu yolda bir şey eksikti: gerçek bir bağlılık ve sevgi.

Bir gün, köydeki Ebecen'in ağacının dibine meyve bırakmaya başlamıştı. Bu, sadece bir meyve sepeti değil, bir ilk adım gibiydi. Şükriye'yi görmüş ve ona aşık olmuştu. Ancak, bu sadece bir hayranlık değil, büyüyen bir sevda haline gelmişti.

Baba, Osman'ın yaşadığı zorlukları görüp ona dersler verirken, bir taraftan da hayatın ciddiyetini ve zorlayıcı yönlerini öğretmeye devam ediyordu. Ama Osman, gözlerinde bir ışık, kalbinde bir umut taşıyordu. Ailesine ve köyüne bağlı kalmak, ama aynı zamanda sevdiği kadınla geleceğini kurmak istiyordu.

Bir gün, beline tabancayı koyarak yola çıktığında, her şeyin bir dönüm noktası olduğunu fark etti. Bu, sadece bir evlilik teklifi değildi. Bu, aynı zamanda Osman'ın hayatını şekillendirecek, kararlar alacağı ilk büyük adımıydı.

Administrator

Şükriye ve Osman'ın İlk Adımları
Osman, köydeki zeytin ağaçlarının arasındaki meyve bırakma eylemiyle başlayan aşkını, şimdi daha derin bir sevdaya dönüştürmek istiyordu. Şükriye, ona dair sadece bir umut değil, hayatta bir şeyler başarma arzusunun da simgesiydi. Ancak, o hayalini kurduğu geleceği gerçekleştirebilmek için, köydeki geleneklerin de zorlayıcı bir şekilde karşısına çıkacağı belliydi.

Bir sabah, Osman'ın babası evdeki ağır tarladan bir nebze olsun kurtulmuş ve Osman'ı karşısına almıştı. O an, her şeyin bir dönüm noktası olduğunu anlamıştı. Babası, zeytin ağaçlarının gölgesinde büyüyen, hayatın yükünü erkenden sırtlamış bu genci, hep özlediği o adam olmaya adım attığına ikna etmek istiyordu. Ama, Osman'ın içinde başka bir ateş yanıyordu; o ateş, Şükriye'nin kalbini kazanma arzusuydu.

Bir gün, babası Osman'a dönerek, gözlerini derin derin bakarak konuştu:

"Oğlum, biz burada zeytin ağaçlarının altında yaşarız ama hayat sadece bunlarla sınırlı değil. Her zaman toprağa kök salıp, başını eğerek yaşamayı seçmeyebilirsin. Eğer sevdan büyükse, ona sahip çıkman gerek."

Bu sözler, Osman'ı derinden etkiledi. O an, gerçekten ne istediğini tam anlamıştı. Şükriye, onun sadece köydeki bir kız değil, geleceği olan bir kadındı. Evlenmek, ona olan sevgisinin ötesinde, kendi hayatını kurma arzusuydu.

İlk adımı attı. Osman, Şükriye'yi istemek için babasıyla birlikte, akşam saatlerinde evlerinin yolunu tuttu. Her şey hazır gibiydi, ama Osman bir yandan da ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Zaten, köydeki gelenekler hiç kolay değildi; Şükriye'nin babası Bekir, Osman'ın babasının yıllardır köydeki işlerindeki yardımlarını göz önüne alarak, ona güven duymuştu. Fakat, yine de büyük bir sorumluluk vardı.

Fatma Nene, Şükriye'nin annesi, her zaman daha farklı bir hayat istemişti kızına. Bu yüzden, onun evlenmesi de kolay bir karar değildi. Özellikle, Osman'ın yaşı gençti, bu da karar verme aşamasını zorlaştırıyordu. Ama, Osman'ın kararlı bakışları ve hayata karşı tutkulu duruşu, her şeyi değiştirebilirdi.

Bekir, ne olursa olsun evlenmelerine sıcak bakmadığı gibi, "Bu kadar erken, bu kadar genç yaşta mı? Bu çocuk hangi hayata sahip ki, kızıma layık olacak?" diye düşünmüştü. Ama Osman bir başka şey yaptı; Cebinden çıkardığı tabancayı masaya. Kendisi bir çocuktan farksız olsa da, hayatı için büyük adımlar atmaya başlamıştı.

Bunu yaparken, öylesine kararlı ve etkiliydi ki, annesinin kararsız tavrı ve babasının kuşkuları ikinci plana geçmişti.

İlk kez o an, gerçek bir "erkek" gibi hissediyordu. Ve o günün sabahında, Şükriye ile evlenme kararını verdiklerinde, gözlerindeki o kararlılık ve sevda dolu bakışlar her şeyi özetliyordu. Ancak, hayat hiç de kolay olmayacaktı.

Babasının desteğiyle yola çıkmış, bir yandan da evlenmeye karar verdiği kızıyla güçlü bir gelecek kurma arzusuyla doluydu. Şükriye ve Osman'ın hayatı, her ne kadar zorlayıcı olsa da, o an her şey için hazırdı.

Administrator

Osman'ın Yeni Başlangıcı
Osman'ın, Şükriye'ye evlenme teklifinde bulunan kararlılığı, sadece kendi duygularını değil, aynı zamanda ailelerinin beklentilerini de göz önünde bulundurmasını gerektiriyordu. Şükriye'nin ailesi, kızlarının henüz küçük yaşta olmasından dolayı, ona ev işleri dışında başka sorumluluklar vermek istemiyor, özellikle Osman'ın küçük kardeşlerinden rahatsızlık duyuyorlardı. Bir kadının, bir ailenin yükünü taşıyabilecek kadar olgunlaşmadan evlenmesi, köyde pek hoş karşılanmazdı. Bu yüzden, Şükriye'nin ailesinin, Osman'a bir şartla izin verme kararı, aslında ikili arasında kurulacak olan ilişkinin temel taşlarını da oluşturuyordu.

Şükriye'nin annesi, Osman'ın ailesinin küçüklükleriyle birlikte yaşaması ve ona bakacak bir kadının olmaması durumundan oldukça endişeliydi. Çocuk yaşta bir kızın, kendi yuvasını kurması ve aynı zamanda Osman'ın kardeşlerine bakması, evliliğin bir parçası olmamalıydı. Bu yüzden, Şükriye'yi kabul etmek için bir şartları vardı: Antakya'da bir ev tutmak ve orada yaşamak.

Osman, kendi yaşamında ilk kez bu kadar büyük bir sorumlulukla karşı karşıyaydı. Ailesinin durumu, her geçen gün ağırlaşıyor ve ev için gereken parayı bulmak oldukça zor oluyordu. Zeytin ağaçları, köydeki en değerli şeydi, ama babasının işlerini her zaman aksatmadan yapması, bu borcun kolayca ödenmesini mümkün kılacak mıydı?

Osman'ın babası, gerçekten zor bir kararla karşı karşıya kaldı. Zeytin işçiliğinden kazandıklarıyla, Antakya'dan iki odalı bir ev almak için borçlanacaklardı. Kendi köylerinde, borç almak pek tercih edilmeyen bir durumdu. Ama Osman'ın geleceği için, en iyisini yapmaya çalışıyordu. İşin içine ortaklık da girdi. Evet, ev ortaklaşa alınacaktı ama Osman'ın babası, içindeki saf ve temiz yüreğiyle, o evin tek sahibi gibi görünen insanı, ortağı olan kardeşi olmaktan çıkararak, evi almayı başardı.

Evet, evin bir odası ahır olarak kullanılıyordu, fakat Osman'ın evlenip yuva kuracağı yer orasıydı. Burası, Osman ve Şükriye'nin, iki genç yüreğin birleşip yeni bir hayata başlayacağı yerdir. Osman, her zaman evlerinin en küçük odasında, o eski taş duvarların arasında büyümüştü, ama artık burası onun yeni başlangıcının evi olacaktı.

Geceyi bir yandan bekleyişle geçirmiş, sabah olunca ise evlilik için son adımları atmaya başlamıştı. Osman'ın babası ve annesi, yola çıkmadan önce, her zaman olduğu gibi birbirine sıkıca sarılıp, "Her şey çok zor olsa da bu hayatı seninle birlikte yükleyeceğiz evlat" diyerek, ona güven vermeye çalışıyorlardı. Bu, yalnızca bir evin değil, aynı zamanda ailelerin birbirine güvenerek kuracağı yeni hayatın da işaretiydi.

Osman, şimdilik çok gençti, belki de hayatının en büyük kararını almak üzereydi. Ama içinde hissettiği tek şey vardı: Şükriye'ye olan sevgisi ve ona bir yuva kurma kararlılığı. Yeni ev, yeni bir hayat demekti; belki de köydeki o güvenli ama bir o kadar da dar dünyadan çıkıp, Antakya'da özgürlüğe adım atmak demekti. Burası, Osman ve Şükriye'nin birlikte olacağı, kendi kurdukları dünyaların ilk adımıydı.

Administrator

Yeni Yuva, Yeni Hayat

Osman ve Şükriye, Antakya'daki o evin ilk gecesinde, eski ahırda bir yuva kurmak için hazırlıklara başladılar. Ahırın dışındaki köy, güneşin batışıyla birlikte farklı bir ruh haline bürünürken, yeni hayatlarında yalnızca birbirlerine ihtiyaçları vardı. Osman, çalışmaya devam ederken, Şükriye evin düzenini kurarak, belki de o eski köydeki yorgunluğu hissetmeyecekleri bir geleceği inşa etmek üzereydi.

Her gün zeytin işlerinden kalan vakitlerinde, yavaşça kurdukları bu yeni hayat, ikisinin de en büyük zaferiydi. Ailesi ve Şükriye'nin ailesi için de zor bir geçiş dönemiydi, ama birbirlerinin hayatlarına dokundukça, sadece evin odalarını değil, gönüllerini de birbirine yakınlaştırıyorlardı.

İçinde bulundukları toplum, onları bir araya getirmek için bir yandan zorlarken, diğer yandan da özüne döndükçe, birbirlerine daha da yakınlaştırıyordu.

Bu şekilde, evin odası ahır olarak kullanılsa da, o ahır, Osman ve Şükriye'nin bir arada büyüyeceği, zorlukları aşacağı bir yer olacaktı. Yeni hayatlarına başlamak için kararlılıkları, onların birbirlerine olan sevgilerini ve güvenlerini daha da güçlendirecekti.

Administrator

#7
Yeni Başlangıçlar ve Zorluklar
Osman, Antakya'daki yeni evlerinde, hem eşi Şükriye'yle birlikte hem de gece sanat okuluna gidip kaynakçılık öğrenerek hayatına yön veriyordu. Zorluklar olsa da, o yılların birçoğu mutlu anlarla doluydu. Sabahın erken saatlerinde sanayiye gitmek, akşamları ise evine dönüp Şükriye'yle birlikte yorgun ama huzurlu bir gün geçirmek onun hayatını şekillendiriyordu. Evet, hayatı bu kadar zorlayıcıydı ama her geçen gün, şimdiye kadar sahip olmadığı bir mutluluğu buluyordu: Yeni bir yuva, yeni bir aile.

Ancak Osman, evliliğinin ilk zamanlarında oldukça mutlu olsa da, mutluluğu ne kadar uzun süre koruyabileceği belli değildi. Zorluklar, öylesine derinleşmeye başlamıştı ki, artık iki günde bir iş değiştiren babası, şükriyenin de aralarına katılmasıyla beraber, işler daha da karışıktı.

Çocukluk yıllarında yaşadıkları zorluklar Osman'ı pek de şaşırtmıyordu aslında, çünkü yaşamda gerçekten zor olan tek şey, insanın hayatının sürekli değişmesi ve değişen koşullara ayak uydurabilmesiydi.

Osman, ailesine yardımcı olmak için haftalık maaşını, her hafta düzenli olarak babasına vermeye başladı. Bir gün sanayi işinden geldiğinde, odanın kapısını araladığında babasını, yavaşça ve çalışarak zamanını tüketmeye devam eden annesini ve onların çocuklarına bakmaya başlayan Şükriye'yi gördü.

Şükriye, çok küçük yaşlarda bir çocuktu ama artık evin en büyük yükünü omuzlamaya başlamıştı. Bir yandan Osman'ın küçük kardeşlerine bakmak, diğer yandan da Osman'ın işinin en zor yanlarını paylaşmak ona oldukça ağır geliyordu. Ancak Osman'ın hayalleri, ailesi ve eşiyle kurduğu düzen o kadar iç içeydi ki, bu yük de yavaşça sıradanlaşmaya başlamıştı. Şükriye'nin bu ağır sorumluluğuyla Osman'ın işteki yorgunluğunu birlikte taşımaya başlamaları, onlar için hem zorlu hem de değişimle dolu bir süreçti.

Baba ve Osman beraber çalışarak Antakya'da geçimlerini sağlamak için kavak işlerine başlamışlardı. Osman, küçükken tanıdığı o zor işlerin verdiği acıları, şimdi kendi ailesiyle beraber yaşarken de yeniden hissediyordu. Osman sanayide çalışırken, babası Kavak soymakla meşguldü...

Administrator

Saf ve Masum Bir Karakterin Yolu
Osman'ın babası, masumiyetin ve saflığın vücut bulmuş haliydi. Herkes onu güleryüzlülüğü, yardımseverliği ve hiç çıkar beklemeden başkalarına el uzatmasıyla tanırdı. Altınözü'nün Büyükburç Köyü'nde, tarlaların, zeytin ağaçlarının arasında geçirdiği yıllar boyunca, yalnızca kendi ailesine değil, köydeki her insana yardım etmişti. O kadar saf ve temiz bir yürek vardı ki, kimseye kırıcı olamaz, kimseye kötü niyetle yaklaşamazdı. Herkes onun bu yönüne hayrandı. Birçok köylü, onun bu temiz yüreğini "gerçek insanlık" olarak tanımlar, "Saf kalmış tek insan" derlerdi.

Bu saf kişiliği, zaman zaman ona çok ağır yükler de getirmişti. Çünkü yapabileceği her şeyin sınırlarını bilmeyen biriydi. Hangi köylü yardım istese, hangi insan zor durumda olsa, hiç düşünmeden yardım ederdi. Bazen kendi ailesinin, kendi çocuklarının ihtiyaçları bile geride kalırdı. O yüzden Osman'ın babası, köydeki herkesin sevgisini kazanmıştı ama kendi evinde, ailesinde bazı zor zamanlar yaşamaya başlamıştı.

Yıllar geçtikçe zeytin ağaçları ile geçen ömrü, ona bir anlam katmıştı. Zeytinler olgunlaşır, zeytinyağları çıkarılırken, Osman'ın babasının da artık köyüne dönmesi gerektiği bir zaman gelmişti. Zeytinyağı çıkarma zamanıydı. Çocuklarına, gelinlerine, tüm ailesine yardım etmekten ve köydeki tüm zeytinleri işlemekten başka bir şey düşünmedi. Zeytin ağaçları onun için hem hayatı hem de geçim kaynağıydı.

Osman'ın babası, onun adına her şeyi kendi düzenine göre planlamaya karar verdi. Evet, şehirdeki yaşam şartları ağırdı ama köydeki yaşantı da farklı değildi. Bu yüzden Osman'a ve ailesine dönme zamanının geldiğini söyledi. Ancak, Osman'ın hayatı değişmişti. Artık bir evliydi, çocukları vardı, kardeşleri ve Şükriye ile birlikte Antakya'da yeni bir hayat kurmuştu.

Administrator

Köye Dönüş ve Antakya'daki Yeni Başlangıç
Osman'ın babası, kendi ailesine dönme zamanının geldiğini ve artık zeytin işlerine daha fazla odaklanmaları gerektiğini fark etti. Köydeki evlerine, o eski yaşamlarına dönmeleri gerektiğini düşündü. Osman'ın ailesi de, çok uzun süredir şehirde yaşamışlardı ve şehirdeki hayatla köy hayatı arasında büyük bir fark vardı. Ancak Osman'ın babası, bir kez daha, saf ve kararsız şekilde çocuklarının ihtiyaçlarını ön planda tutarak, köye gitmeye karar verdi.

Şükriye ile Osman, yeni kurdukları hayatlarında her şeyin dengeye oturmasını beklerken, çocuklar da büyüyordu. Zeytin ağaçları ve zeytinyağı çıkarma zamanı gelince, Osman'ın babası, ailesini köyde bırakıp işini yoluna koymayı tercih etti. Osman ise, eşi ve çocuklarıyla birlikte Antakya'da kalmaya karar verdi.

Baba ve anne, köydeki evlerine dönerken, Osman'ın hayatı farklı bir yola giriyordu. Onun saf ve masum kalbi, gerçek hayatın ne kadar zorlu olduğunu fark etmeye başlamıştı. Evliliği, şehirdeki hayatı, yeni sorumlulukları ve işlerinin zorlayıcılığı arasında bir denge kurmaya çalışıyordu. Ancak, Osman'ın içindeki sevgiyi ve bağlılığı, zorluklar ne kadar ağır olursa olsun, hep korudu.


Administrator

#10
Yeni Gelin, Yeni Kararlar
Şükriye, Osman'ın yeni evine gelin olarak girdiği günden itibaren hayatının en zorlu dönemiyle karşı karşıyaydı. Her şey başlangıçta iyi gibi görünse de, evlilikle gelen sorumluluklar, onu bir anda derin bir çıkmazın içine çekmişti. Kendi çocuğuna bakarken, Osman'ın küçük kardeşlerine de annelik yapma görevini üstlenmişti.

Yeni bir hayat kurmuştu, ama aynı zamanda beklenmedik bir yükün altına girmişti. Beş küçük çocuk, her biri farklı ihtiyaçlar ve taleplerle doluydu. Şükriye, gündüzleri yemek pişiriyor, çamaşır yıkıyor, çocukları uyandırıyor ve akşam olunca da bir yudum rahat nefes almak için bile vakti olmuyordu. Kendisiyle henüz evlenmiş olan Osman'ın, yeni gelin olduğu için mutlu olacağını umduğu hayatı, çok geçmeden farklı bir hal almıştı.

İçinde bulunduğu durum, Osman'a her gün ettiği duaların bile yerini değiştirmişti. Kendi çocuğuna bakmak dahi zaman alırken, beş tane daha çocuğa bakmak ona, günün sonunda yorgun düşmüş bir kadın olarak kalakalmaktan başka bir şey getirmemişti.

Bir süre sonra, Şükriye'nin sabrı tükenmeye başlamıştı. Evliliği, ona yıkıcı bir yük gibi gelmeye başlamıştı. İçindeki umutlar, sevgi ve bağlılık yavaş yavaş tükenmişti. Evde her şey daha karmaşık hale geldikçe, Şükriye'nin gözleri dünden daha kararmıştı. Hayatının, yalnızca çamaşır, bulaşık ve yemekten ibaret olması, onun içindeki hayalleri boğuyordu. Evliliğiyle birlikte gelen sorumluluklar, ne kadar sevmeye çalışsa da ona gerçek anlamda mutluluğu getiremiyordu.

Bir gün, abisi Hasan, Şükriye'nin içinde bulunduğu zor durumu fark etti. Onu en iyi anlayan kişi, her zaman abisi olmuştu. Hasan, yeni gelininin mutsuzluğuna daha fazla kayıtsız kalamayarak ona tavsiyeler vermeye karar verdi. "Sen bilirsin," diyerek onun bu evliliği sürdürüp sürdürmemesi gerektiği konusunda kendi düşüncelerini paylaştı. Ancak, Şükriye için de zor bir kararın eşiği gelmişti. Hasan, ona bir teklif yaptı:

"Boşanmak istersen, bil ki seni bu evde daha fazla tutmam. Yeni bir hayat kurmak istersen, seni başka biriyle evlendiririm. Hadi bakalım, yeni kararını al."

Hasan'ın söyledikleri, Şükriye için tam anlamıyla bir dönüm noktasıydı. Çok zorlu bir seçimin eşiğindeydi. Evlenmek, hem aşk hem de sorumluluk taşırken, şimdi o sorumluluklar hem bir yük hem de yalnızlık haline gelmişti. Kendi çocuğuna bakmanın ötesinde, altı çocukla ilgilenmek, yemek pişirmek, ev işleriyle başa çıkmak, yıpranmış bir vücuda ve ruh haline dönüşmüştü.

Şükriye'nin aklında birçok soru vardı. Gitse mi, yoksa kalsa mı? Her iki karar da kendisini bir anlamda kaybolmuş hissettirecek gibi görünüyordu. Köydeki annesinin yanına mı dönmeli, yoksa Osman'la, çocuklarla birlikte kalıp bu yükün altına mı girmeliydi?

Administrator

Köy mü, şehir mi?
Bir taraftan, şehre dair umutları tükenmişti. Her şeyin her geçen gün daha zorlaştığını, sevginin yerini sorumlulukların aldığını fark etti. Ama öte yandan, aileyi terk etmek, köydeki annesinin yanına dönmek, bu çocukların ve Osman'ın hayatını terk etmek, yeni bir başlangıç yapmak da kolay değildi. Evlenip yuva kurmak bir hayaldi, ama bu hayalin içinde, yorgun bedeninin ve zihninin boğulduğunu görmek de bir gerçekti.

Şükriye'nin zihninde karar almak neredeyse imkansız hale gelmişti. Kafasında, geçmişin ve geleceğin yelkenleri birbirine çarpıyordu. Boşanmak, yeni bir hayat kurmak belki de çok daha iyi bir seçenekti. Ama gerçekten bunu istiyor muydu? Ya da, bu karar bir başka acıyı doğuracak mıydı?

Sonunda, Şükriye'nin içindeki yalnızlık ve kısıtlanmışlık duygusu, kararını vermesine neden olmuştu. Gitmeye karar verdiğinde, bir yandan da kalmak isteyen bir Şükriye vardı. İçindeki sevgiyle, çocuğuyla, hayatını sürdürebileceğini düşünse de, gerçeklerden kaçmak bir seçenek olamazdı.

Administrator

#12
Sadakat ve Son

Şükriye, kendi kararını vermişti. Yıllardır içinde biriken acı, yalnızlık ve çaresizlik duygularını geride bırakmak zor olsa da, yine de yola çıkmıştı. Gidiş o gidişti, bütün içsel savaşlarını geride bırakarak, kocasının yanına döndü. Anne evinde geçirdiği zor günlerin ardından, Osman'ın yanında bir umut ışığı görmüş, sevginin ve sadakatin ne demek olduğunu yeniden keşfetmişti.

Antakya'ya dönüp de, içindeki kararsızlıkla yüzleşmişti. Kocasının tüm yıllar boyunca kendisini sevmiş ve ona sımsıkı tutunmuş olmasına rağmen, çok geçmeden kendi içindeki soruları cevaplamak zorunda kalmıştı. Kocası, Osman, onun yanındayken gerçekten neyi kaybetmişti?

Ve böylece, zeytin ağaçlarının, dağların, köy yollarının arasında, yeni bir yola adım attı. Her şeyin bu kadar karmaşık olduğu bir evlilikte, bazen sadece sevginin gücüyle devam edilebileceğini anlamıştı. Şükriye, bu yolculukta her zaman yanında Osman'ın saf yüreğini ve onu nasıl sevdiğini hissetmişti.

Administrator

Gidiş ve Dönüş

Osman, sabahları erkenden uyanıp, işine gitmeden önce evin penceresinden dışarıya bakarak bir süre köy yollarını gözlüyordu. Şükriye, o günden önceki gibi, sabahları mutlu ve neşeli bir şekilde ev işlerini yapardı. Osman'ın gözlerinde, ona karşı duyduğu sevdanın derinliğiyle karışan bir melankoli vardı. Şükriye, evin neşesi, yüreğinin huzuruydu. Ama bir sabah, her şey değişmişti.

Şükriye, sabah erken saatlerde, sesini duyurmadan evden çıkmıştı. Osman, onu uyandırmadan uykusunda gitmesine izin verdi. Bir süre sonra, o sabahın huzuru bozuldu. Evdeki sessizlik, Osman'ın içindeki huzuru çalmıştı. O an, her şeyin farkına vardı. Şükriye, geri dönmüştü...

Köyüne, annesinin yanına gitmişti. Osman, nehrin akışını bekleyen bir kayık gibi, içinde ne yapacağını bilemiyordu. Şükriye, onun yalnızca hayat arkadaşı değil, kalbinin ta kendisiydi. O gidişin ardından gelen yalnızlık, her geçen gün daha fazla canını yakıyordu. Evdeki soğuk duvarlar, işteki yorgunluk, içini kemiren yalnızlıkla birleşmişti.

Gözleri, her zaman birlikte geçirdikleri o mutlu anları düşünürken, gönlünde bir boşluk oluştu. İçinde bir eksiklik vardı. Ne işin yorgunluğu, ne de evin karanlık köşeleri onu avutabiliyordu.

Osman, Şükriye'nin yokluğunda, bir daha hiç gülmeyecekmiş gibi hissediyordu. Onun gitmesi, tüm umutlarını da alıp gitmiş gibi hissettirmişti. Osman, gece yatarken, bir zamanlar Şükriye'nin olduğu yastığa bakarak, "O bir şekilde dönecek," diye mırıldanıyordu. Ancak içindeki umut, yavaşça tükenmeye başlamıştı. Giderek derinleşen yalnızlık, her geçen gün Osman'a daha fazla ağır geliyordu.

Bir hafta, belki iki hafta geçmişti. Osman her sabah, evin kapısını açıp, Şükriye'nin olduğu anı bekliyordu. Ama ne zaman bu kapıyı açsa, içeriye sadece rüzgar girmekteydi. Şükriye, gerçekten gitmişti.

Bir akşam vakti, Osman Hasan'dan bir haber aldı. Şükriye, kararını vermişti. Osman'ın sabrına ve sevgisine rağmen, o gidişi bir son olarak görmüştü.

Şükriye, içindeki tüm kırgınlıkları, hayal kırıklıklarını, korkularını ve belirsizlikleri ardında bırakıp, yanına dönmeye karar vermişti. O andan itibaren Osman, bir şeyin farkına vardı: Hayatta her şeyin bir bedeli vardı ve bazen, sevgi bile bir sınavdan geçiyordu.

Dönüş

Ve bir gün, Şükriye geri döndü. O an Osman, her şeyin yavaşça yerli yerine oturduğunu hissetti. Şükriye'nin geri dönüşü, Osman'ın tüm kaybolan umutlarının geri geldiği an oldu. Onunla geçmişteki tüm anıları yeniden yaşamaya başladılar. Ama aralarındaki o boşluk, bir süreliğine, belki de sonsuza kadar kaybolmuştu. Çünkü Şükriye, Osman'ın her anında var olan bir parçasıydı. Onun yokluğunda Osman, her şeyin eksik olduğunu anlamıştı.

Ve Şükriye, ne kadar uzak olursa olsun, Osman'ın kalbinde hep o yere sahip olacaktı. O gidiş, sadece bir ara vermekti. Dönüş, sadece evlerine değil, birbirlerine doğru bir yolculuktu.

Administrator

#14
Köroğlu

Şükriye'nin köyüne gitmesinin ardından geçen o uzun günler, Osman'ı derinden etkilemişti. Kalbinde kırgınlıklar olsa da, bir şekilde her şeyin zamanla düzeleceğine inanıyordu. Şükriye, evin neşesi, yüreğinin yarısıydı. Onun gidişi, Osman'ın içindeki huzuru alıp götürmüş, yerine yalnızlık bırakmıştı. Ama bir sabah, Şükriye geri dönmüştü. Ve o dönüş, her şeyin başladığı yerdi.

Şükriye'nin, kendi içindeki korkuları ve belirsizlikleri aşıp geri dönmesi, Osman için bir dönüm noktasıydı. O, hayatının en büyük sınavlarından birini vermişti. Bu, sadece evliliğiyle değil, aynı zamanda kendi iç yolculuğuyla ilgili bir savaştı. Osman, ona "Köroğlu" diye hitap etmeye başlamıştı. Bu, sadece bir takma ad değildi. Köroğlu, cesaretin, sevdanın, ve kararlılığın simgesiydi. Osman, onun güçlü ruhunu takdir ediyordu; çünkü Şükriye, tam anlamıyla bir yiğit gibi geri dönmüştü.

Şükriye'nin geri dönmesiyle Osman, ona duyduğu saygıyı daha da artırmıştı. Köroğlu, bir yandan da Osman'ın sevgisini ve onu hayatının ortasında tutma kararlılığını simgeliyordu.

Osman, onun geri dönüşünde sadece bir eş bulmamıştı. Aynı zamanda yol arkadaşı, cesur bir mücadeleci ve sadık bir dost da bulmuştu. Şükriye'nin o güçlü kararlılığı ve her türlü zorluğa karşı gösterdiği direnç, Osman'ı bir kez daha derinden etkilemişti. Ve her seferinde "Köroğlu," diye hitap ederken, içinde bir anlam yüklüydü. Şükriye, kendisini kaybetmeden, en karanlık zamanlarda bile Osman'ın yanında durmayı bilmişti.

Onun için, Köroğlu, sevdanın zorluklara karşı dayanışmanın, birlikte geçirilen her anın anlamını taşır olmuştu. Köroğlu, Osman'ın kalbinde sadece bir eş değil, ona hayat veren, hayatını ona bağlayan bir kahramandı.

Şükriye'nin geri dönüşü ve Osman'ın ona "Köroğlu" diye hitap etmeye başlaması, aralarındaki bağı pekiştiren önemli bir anıydı. Bu, onların sevgiye, sabra ve birbirlerine duydukları saygıya dair güçlü bir işaretti. "Köroğlu" artık sadece bir takma ad değil, her iki tarafın birbirlerine verdikleri sözü, birlikte aşacakları zorlukları simgeliyordu.