ADANALI HASAN EFENDİ AMCA’NIN CELAL SIFATIYLA İHVANI YOLA GETİRMESİ
Hazreti Sami efendimizin kızıp kaşlarını çatma diye bir huyları yoktu. Hoşlarına gitmeyen bir hal zuhur etse bile kızamazlar, kaşlarını dahi çatamazlardı.
Adanalı Hasan Efendi Amca Sami Efendimize “ Efendim ihvanın içerisinde çok azanlar var. Celal sıfatınızı bir takınsanız da şunları bir yola getirseniz” deyince Efendi Hazretleri “ Hasan o bizde yok maalesef, Allah onu bize vermedi. O işi sen yap.” buyurmuşlardı. Onun üzerine Hasan Efendi Amca, Sami Efendimizin buyurdukları gibi Celal sıfatıyla ihvanı terbiye etmeye başlamışlardı.
YEDİ OSMANLAR
Mürşidi kâmil kişinin manevi olarak çekebileceği zikri bilir ve ona göre ona vazife verir. Kişinin yapacağı zikir de okuyacağı evrad da ve diğer dersler de mürşidinin bilgi ve kontrolünde olmalı…
Bu Yedi Osmanlar denen gurup kendilerine verilen üç bin adet zikri az bulup, on biner zikir çekmeye başlamışlar. Gönül yönüyle bu mertebeye gelmeden bu zikirleri çekip, eşyanın hakikati kendilerine gösterilince şaşırmışlar ve kendilerine şeytan rehber olmuş.
Hasan Efendi Amca diyor ki “Bir gece şeytan Yedi Osmanları Adana’dan Pozantı’ya (Adana’ya 70–80 km uzaklıkta) götürmüş çamurun ve çirkefin içine atmış. Gece onları bulundukları o çamur çirkefin içinden aldım Adana’ya getirdim.(gece yarısı hiçbir vasıta yokken 70–80 km uzaklıktan insan nasıl getirilir? Hasan Efendi Amcanın maneviyatı)
Hasan Efendi Amca’nın oğlu rahmetli Selahaddin Abi diyor ki “ babam bana dükkândaki kızılcık sopalarını getirmemi söyledi. Sopaları getirdim. Bana ayaklarını bağlattırdı ve sabaha kadar onları dövdü”
Yedi Osmanların üç tanesi tövbekâr oldular ama maalesef dört tanesi imansız gitti. Düşünün Mürşidinin verdiği tesbihâtı beğenmeyip, kendince onu yükseltmek ne kadar tehlikeli... Allah muhafaza etsin (Âmin)
ZİKREDENE ZİKREDEREK BASILIR
Adana’da köşkerlik yapan ihvandan Kadir Efendi diye bir zat var idi. (Adana’da ayakkabı tamircisine köşker derler) Bir gün sabahleyin kalkmış hanımına “hanım bak vAllahi ben şu yerlerin, duvarların, taşı, toprağın, her yerin zikrettiğini duyuyorum ve görüyorum, seslerini işitiyorum. Dolayısıyla ben bunlara basamam, buradan da çıkamam” demiş.
Tabi o zamanlar yokluk zamanı… Adam gidip bir iki ayakkabı dikecek ki akşam eve ekmek getirsin. Bunun üzerine evin hanımı telaşlanıyor ve o telaşla hac anneye koşuyor. Hacı Anneye “ aman Hacı Anne! bizim adam her yerin Allah’ı zikrettiğini duyup gördüğünü söylüyor, bu zikredenlere de basamam diyor, ne olur bize bir imdat eyle, Efendi Hazretlerine bir şey söyle” diyor.
Hacı Anne gidip Efendi Hazretlerine durumu anlatınca, Sami Efendimiz “Zikreden zikredene basabilir. Kadir Efendiye söyleyin zikrederek bize doğru gelsin.” buyurmuşlar.
Köşker Kadir Efendi de zikrederek Sami Efendimize doğru gelince o hal üzerinden alınmış oluyor.
SARAYBURNUNDA GEMİLERİ DURDURMAK MI ZOR? YOKSA…
Osmanlının son zamanlarında yetişmiş en büyük âlimlerden birisi olan Bekir Haki Efendi, Sami Efendimiz için şöyle diyordu: “ Sarayburnu’nda gemileri akıntıya karşı durdurmak ne kadar zor… Sami Efendi Hazretleri sohbetlerinde bu zenginleri, bu makam ve mevki sahiplerini saatlerce tahiyyat oturuşunda oturtuyor ya Sarayburnu’nda gemileri akıntıya karşı durdurmaktan daha zor.”
İLİMDEN MAKSAT
Ve yine son devrin Osmanlı âlimlerinden, bu devirde de yaşamış ilmihal sahibi, altı ay diyanet işleri başkanlığı da yapmış Ömer Nasûhi Bilmen, Sami Efendimizi bir ziyaretinden sonra çıkarken şöyle diyordu: “ Bizim elde ettiğimiz ilimden maksat şu Zatın halini iktisâb (elde) etmektir”
TAM HAZRETİ SÂMÎ CEVÂBI
Şeyhliğini, kutupluğunu, gavslığını ilan etmiş bir şeyh taslağı müteşeyyih (yalancı şeyh), Efendi Hazretlerine bir adam göndermiş. “ Bana bütün dünyanın kutupluğu, gavslığı verildi. Sen de benden gel ders al” diyor. Bunun üzerine verdiği cevap tam Hazreti Sami cevabı: “ Fakire manen bir şey bildirilmedi. Eğer bildirilirse gelip intisap ederim.” Böylece o gelen kişiye de kibarca şeyhinin doğru söylemediğini yalan, söylediğini de söylemiş oluyor.
DÜŞMANI BİLE ONA “ADAM GİBİ ADAM” DER
Erenköy Tüccarbaşı’nda Said Efendi adında bir manav vardı. Aynı zamanda mutfak tüpü de satardı. Onun mutfak tüplerini taşıyan Çanakkale plakalı kamyonu olan İhvandan bir zat vardı. (Allah rahmet eylesin) O zat anlatıyor:
Benim bir oğlum var Yeşilköy’de Hava Harp okulu son sınıfında okuyan… İki de bir bana gelir “Baba siz gericisiniz, yobazsınız, tarikatçısınız, sizi şikâyet edeceğim, sizi içeri attıracağım vs” der beni tehdit eder, sürekli beni rahatsız ederdi.
Bir gün çocuk geldi dedi ki “Baba beni şu şeyhine götürür müsün?”
Ne yapacaksın oğlum sen benim şeyhimi deyince “gidip elini öpeceğim, senin şeyhinin duasını alacağım” dedi.
Oğlum sen şaşırdın mı? Şimdiye kadar Sami Efendi Hazretleri için, bizim için ağza alınamayacak şeyleri söylüyordun. Şimdi bunları söylemene sebep ne deyince bana şöyle cevap verdi:
“Harb okulunun son sınıfında rejime düşman akımlar anlatılıyor. Bu ders için Ankara’dan Hava Tümgenerali bir paşa geldi. Rejime düşman akımları anlatmaya başladı. Sıra İslami cemaatlere gelince Türkiye’deki çeşitli cemaatleri ve tarikatları saydıktan sonra dedi ki “ Bu akımların içerisinde bir tane adam var. O da Sami Efendi adında Erenköy’de oturan bir zat… Bu zatın vazifesi gelen müntesiplerine Allah dedirtmektir. Siyaset ve başka bir şeyle de uğraşmaz sadece Allah dedirtmeye çalışır. O adam gibi bir adamdır.”
Ben bunun için senin şeyhinin elini öpmek duasını almak istedim”
Yani sen Allah yolunda olursan nasıl Ebu Cehil Allah Rasulu (s.a.v)’e “ben sana yalancı demiyorum.” dediyse; bu gibi adamlar da senin doğruluğunu, dürüstlüğünü tasdik eder.
Ebû Medyeni Mağribî
Ebû Medyeni Mağribî hazretleri Abdülkadir Geylani Hazretleriyle aynı asırda yaşamış büyük bir veli… Abdülkadir Geylani Hazretleri Bağdat’ta kürsüde vaaz ederken “benim ayağım bütün ehlullahın boynunu üstündedir” deyince ta Endülüs’te bulunan Ebû Medyeni Mağribî hazretleri de O’nu tasdik sadedinde boynunu bükerek “evet doğru söyledin Ya Abdülkadir Geylani! hepimizin boynu senin ayağının altındadır.” der imiş.