Sevgilinin yüzü mü; aşk yangınını alevlendiren ilk kıvılcımdır.
Âşığın kalbi mi, ilk bakıştan sonra suda titreyen bir mehtap.
Göz... Savaşı başlatan haberci.
Bakış... Elde olmayan kader; ilâhî kaza.
Ve aşk... Kalp ile göz arasında kutlu bir hadise.
Çoook sonraları kalp göze diyecektir ki, ‘‘Beni bu onulmaz derde iten sensin. Safayı sen sürdün, acıyı ben çektim. Nimet senin, zahmet benim oldu. Sen sevinirken, kaygılanan ben oldum. Bakışlarını arttırdıkça sen, dertlerimi çoğalttın benim. Zafere eren sen, hezimete uğrayan ben. Sen emirlerine itaat edilen hükümdar oldun, ben senin peşinde koşan tebaan. Sen emîr, ben esir. Melik iken memlük (kul) ettin beni.’’ Sonra devam eder:
-Ey göz! Sen ikisin, ben birim. İki kişinin bir ferde saldırıp onu öldürmesi zulüm değil de nedir?!.. Şimdi ağla o hâlde; ettiğin zulmün cezasını çek bakalım!..
Göz buna karşılık ayet-i kerime ile cevap verir:
‘‘Gerçek şu ki; gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler kör olur’’ (Hacc, 46).
Ebu Hureyre der ki: ‘‘Kalp bir kral ise, organlar emrine amade askerler gibidir. Kral iyi davranış içinde olursa, askerler de ona uyar. O fenalık yaparsa, emrindeki askerler de fena davranır.’’ Göz der: ‘‘O hâlde ey kalp, kendini de beni de helâka sürükleyen sensin. Seni perişan eden yegâne şey, Allah'ın sevgisinden, zikrinden ve emrettiklerinden uzak kalmandır. Sen başkasının sevgisini O'nun sevgisine tercih ediyorsun ve aşkın yükünü bana yüklüyorsun. Şimdi ağlayan benim, yanan sen. Ne sen beni kurtarabilirsin, ne ben seni söndürebilirim. Ben su serptikçe senin alevin artacak, sendeki ateş arttıkça ben daha çok yaş akıtacağım. Yoksa ‘Hayırlı olanı şu değersiz şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz?’ (Bakara, 61).’’
Yedi Askı'nın şairlerinden biri şöyle soruyor:
‘‘Şaşkın vaziyetteyim; nefsimi mi azarlayayım, arzulu gözümü mü, yoksa kalbimi mi?’’