Erkek kadınsız, kadın erkeksiz olamaz. Bu fıtrata aykırıdır. Yaradılışımız
bizi karşı cinsten biriyle eş olmaya zorlar. Buna direnen kişi neye sahip
olursa olsun, eşi yoksa tamam olma duygusunu tadamaz, bir boşluk hisseder ve
hiçbir şey bu boşluğu doldurmaz.
Eskiler hiç evlenmemiş kişileri, bekâr kelimesi yerine daha çok “cüftsüz”
(çiftsiz) kelimesiyle ifade etmişlerdir. “Yalnız”, “tek başına” gibi
tabirler de kullanabilirlerdi. Fakat burada hiç evlenmemiş olmanın bir
yarımlık olduğunu ifade için, çiftini bulamamış anlamında cüftsüz tabiri
tercih edilmiştir.
Çift, birbirinden ayrı iki şey değildir; ancak birbiriyle işe yarayan, anlam
kazanan iki şeydir. Ne erkek ne kadın cinsi birbirlerinden ayrı olarak bir
anlam ifade etmez. İnsan diğer bütün mahlukat gibi çift olarak yaradılmış ve
ancak karşı cinsten bir eşle bir araya gelindiğinde “eksiksiz” olarak
tanımlanmıştır.
Allah Tealâ'nın, “Onlar sizin elbiseniz, siz de onların elbisesisiniz.”
(Bakara, 187) buyurduğu üzere eşsiz olma durumu çıplaklığın verdiği
rahatsızlık hissiyle birlikte tarif edilmiştir. Erkek kadınla, kadın erkekle
örtünür, korunur, eksiklerini tamamlar ve mahremiyetini (kendine has hayat
alanını) muhafaza eder.
Erkek, güzeli kadınla tanımlar. Ve o güzel korunması gereken bir hazinedir.
Kadın da yiğitliği, cesareti, korunacağı sığınağı erkekle tasvir ve tasavvur
eder. Kadın, erkeğin koruması altında sağlam bir kaleye sığınmış, kendi
devletine girmiş gibi olur. Kendine güven bulur. Erkek namusunu, şerefini,
kıymetli neyi varsa hepsini kadına emanet eder.
Kadın kendisini güçlü kılan bu emanetleri canı pahasına korur ve gölge
düşürmez. Erkek de kadını incitilmemesi gereken narin, mukaddes bir emanet
olarak görür.
Bütün bunlar hayatı daha anlamlı yapan, insanı olgunlaştıran ve ahlâken
güzelleştiren hususlardır. Bu nedenle erkek ve kadın asla birbirinden ayrı
düşünülemez ve bağımsız olarak değerlendirilemez