Gülay Öztürk yazıları

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #15 : 23 Aralık 2009, 21:16:04 »
“Zulüm devam etmez; fakat küfür devam edebilir.”
sözü büyüklerimizin ortaya koydukları bir kaidedir.

 Bu sözün manasına yakın, Hazreti Ali’ye nispet edilen şöyle bir vecize de vardır:
“Bu dünyada, zalimin ömrünün gölgesi kısadır.”
Evet, zulüm bir tecavüz ve haksızlıktır.

 Çok defa kâinatın hukukundan, inanan insanların, hatta bütün fertlerin hukukuna kadar, zulüm ve tecavüz bahis mevzuu olduğunda, Allah mazlumlar namına zalimlerden intikam alır ve onları iflah etmez.

 Bu konuda bir taraftan zalimin zulmünün arşa kadar varması, orada cevap bulması ve arşın sahibinin şefkatini celb etmesi diğer taraftan da zulüm gören kimselerin imtihanda olma durumları söz konusudur.

Bu iki durumun çok iyi anlaşılması gerekir.

Burada önemli olan nokta şudur: Dinlerinden, dinî düşüncelerinden ve mümince yaşamalarından ötürü zulme uğrayan kimseler imtihanda olduklarını hiçbir zaman hatırdan çıkarmamalı ve mutlaka sabretmelidirler.

Zulme uğrayan bu insanlar içinde öyle kimseler de vardır ki, dişlerinden birisi kırıldığı veya başları ağrıdığı zaman, onlara bu cevr ü cefâyı reva gören kimselerin başlarına bir bela gelse, hemen her şeyi kendilerinden bilir ve liyakatlerinin olup olmadığına bakmadan, maddeten ve manen zafer kazanmış havasına girerler.

Zira bunlar hiç mi hiç kalbura konmamış ve elenmemişlerdir.

Bu mesele ile ilgili bir hadiste şöyle buyurulmuştur:

“Allah herhangi birinizi, kuyumcuların altını ateşe koyup orada erittiği gibi imtihan eder, ateşlere kor, potalarda eritir, kalıptan kalıba sokar ve şekillendirir; ta özünüzü bulup kendiniz olasınız.”

Evet, gerçek mazlum için işte böyle bir imtihan bahis mevzuudur.

Yoksa başına küçük bir bela gelen her mümin, hemen imanını veya Kur’an’ını sütre gibi kullanarak kendilerinden zulüm gördüğü insanların başlarına bir şey gelmesini beklememelidir.

Zira Allah Halîm’dir. O, suçluların cezalarını hemen vermek gücüne sahip olduğu halde sonraya bırakır ve hep hilim ile muamele eder.

Bu konuda, Müslümanların çektikleri eza ve cefaları gören Hazreti Ebû Bekir, Allah’ın halîmliği karşısında çok defa: “Mâ ahlemeke ya Rabbena! Ne kadar halîmsin ey Rabb’imiz!” demiş ve hilm ü silm yolunda yürümüştür.

Allah halîmdir ve Rabbü’l-âlemîn’dir.

 Evet, mümin ne kadar dayanıklı olduğunu, Allah için neye ne kadar dayanabileceğini, ızdıraba ne kadar tahammül edebileceğini, çilelere ne kadar katlanabileceğini göstermeli; bu vesileyle imanına ve sadakatine dair rüşdünü ispat etmelidir! Meselenin müminlere bakan yönü budur.

Allah, zalime mühlet üstüne mühlet verir; ama…

Zulmün zalime bakan yönü ise şudur: Zalimin, bütün bütün affedilme hakkını kaybetmesi ve bunun neticesi olarak da, onun zulmünün arşa kadar yükselmesi durumu söz konusudur ki, zulüm bu kerteye geldiğinde artık Cenab-ı Hak zalimi yakalar, derdest eder ve cezalandırır.

 Evet, zulüm gidip oraya dayandığı zaman zalime Allah’ın azabının dokunması hak olur. Bu durum ayet-i kerimede şu şekilde ifade edilmektedir:
“Halkı zalim olan ülkeleri cezaya çarptırdığı zaman Rabb’inin çarpması işte böyle olur!

Şüphesiz ki O’nun azapla çarpması pek acı, pek çetindir!”
(Hûd Sûresi, 11/102

Aynı konuya işaret eden bir hadis-i şerifte de Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Allah zalime (zulmünden döner diye) imkân, fırsat ve mühlet verir.

Çünkü Allah âlemlerin Rabb’i ve Erhamü’r-râhimîndir. Bütün bunlara rağmen zalim zulmünden dönmez ise, bir kez daha fırsat verir. Fakat bir de yakaladı mı artık onu iflah etmez ve onun canını çıkarır.”

Efendimiz bu beyanın sonunda da Hûd Sûresi’nde geçen yukarıdaki ayeti okumuştur. İşte meselenin diğer tarafında da bu konu yani zulmün belli bir noktaya geldikten sonra gayretullaha dokunması meselesi vardır.

Nitekim müminler olarak her birerimiz Cenab-ı Hakk’ın zulmedenlere bu dünyada verdiği cezalara bizzat şahit olmuşuzdur.

Çok defa görmüşüzdür ki, Allah, zalimlerin çevirdikleri dolabı getirip kendi başlarına çevirmektedir. (Bkz.: Feth Sûresi, 48/6; Fâtır Sûresi, 35/43)
Evet bu konuda mümine düşen sabırla intizar etmektir.

 Her şeyi gören ve bilen Rabb’imiz Müheymin’dir.

O, her şeyi bilip etrafımızdaki her hadiseyi tedbir edendir.

 Eğer bir şey çekiyorsak, O, çekilen şeyleri, çektirenlerin kimler olduklarını ve onların durumlarını da görmektedir.

 Öyle ise
“Doğacaktır bize vaad ettiği günler Hakk’ın
Kimbilir belki yarın, belki yarından da yakın.”
(M. Akif)
deyip teslimiyet içinde intizarda bulunmalıyız.

Gülay Öztürk

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #16 : 23 Aralık 2009, 21:17:13 »
Tamamen fayda vermesi gereken ilmin nasıl zararlı hale geldiğini
ve vardırdığı sonuçları

Efendimiz (ASV) şöyle anlatıyor:

"Adi kimselerle mücadele, alimlere karşı üstünlük taslamak ve bu suretle
yalnız insanların teveccühüne mazhar olmak için ilim öğrenmeyin!
Bu gaye için ilim öğrenenler cehennemdedir
(İbn-i Mace)

"Sizin için Deccal'den ziyade Deccal olmayanlardan korkarım
" "Onlar kimdir?" sorusuna "Saptıran imamlardır" buyurdu
(Ahmed b Hanbel)

"Kıyamet gününde alim getirilir ve cehenneme atılır; bağırsakları dışarı
dökülür ve değirmen çeviren merkep gibi onunla döner
Cehennem halkı etrafına toplanır ve ?Bu çektiğin nedir?' diye sorarlar

Alim şöyle cevap verir: İyiliği emrettim, kendim yapmadım; kötülükten menettim,
fakat onu kendim yaptım (da onun için)"

(Buharî, Müslim)

Hz Ömer (RA: "Bu ümmet hakkında en çok korktuğum, ilim sahibi olan münafıktır"
buyurarak en büyük endişesini dile getirir"Bilgili münafık nasıl olur?"
sorusuna, "Dilleri ile alim, kalp ve amelleri ile cahil olmakla!" şeklinde cevap veri


Faydasız ilme sahip olanlar, ilimlerinin gereğini yerine getirmedikleri için genellikle
'ın zikrinden de uzak kalırlar ve arzularına mağlup olurlarBu tür kişilere karşı çok
dikkatli olmak gerektiğini şu ayet ortaya koyar:

"Kalbini zikrimizden gafil kıldığımız, keyfinin peşine düşen ve işi haddini aşmak olan kimseye itaat etme!"

(Kehf/2 )

Faydalı ilim, yaşanan ve 'a ulaştıran ilimdir Faydalı ilme sahip olan yeryüzünde
takva üzere dolaşır, hiçbir şey onu şımartmaz Bütün gayreti 'ın kitabına,
Rasulü'nün Sünneti'ne uymak ve bu dünyadan göçünceye kadar 'ın ölçülerini
aşarım endişesi ve hassasiyeti içerisinde yaşamaktır

Bu haliyle o, Resul-i Ekrem (AS'ın şu hadislerini canlandırmaktadır:

"İlim üçtür: Konuşan kitap (Kur'an), yaşanan sünnet, bir de ?bilmem' demektir"
(İbn-i Mace)


"İslam garip olarak doğdu ve garip olarak gidecektir. Gariplere müjdeler olsun
" "Garibler kimdir?" sorusuna şöyle cevap verdi:
"Benim sünnetimden insanların bozduğunu ve terkedilen sünnetlerimi yaşatanlardır
" (Müslim)

Allah'ım!
Faydasız ilimden,
ürpermeyen kalpten,
doymayan nefisten
ve karşılık görmeyen duadan sana sığınırız!"


Amin

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #17 : 23 Aralık 2009, 21:18:59 »
Gözyaşlarından daha samimi,daha içten,daha inandırıcı,daha berrak,daha olgun
lisan var mıdır acaba?
Öyle lisan ki, kelimesiz ve cümlesiz,fakat deruni
manalı,pratik,sahibinin meramını en kestirme yoldan anlatan...
Gözlerin hakikatleri, hakikati duyguları ve
öz niyeti dilden lisandan daha net ifade ettikleri şüphesiz bir vakıadır.
Edebiyata,şiirlere çok sık konu olmuş
gözyaşları bizatihi şiirlerin en güzelidir.
 
Gözyaşları mecazi aşkın olduğu kadar ilahi ve imani aşkın en az
çizemidir...Gözyaşları arzuların,özlemlerin,hareketlerin en azizini,en
sıcağını ve hislerin en ateşlisini yansıtırlar....
 
Gözyaşları,muhabbetin,şefkatin,acının,merhametin,gurbetin,hasretin,yakarışın
ve yalvarışın en veciz tezahürüdür. Duyguların sıcak dili ve dışa
yansımasının adı: “Gözyaşı”
 
Öte yandan kalblerden merhametin,yalvarışın,dile getirilişin en müessir,en
veciz şekli olan gözyaşlarının karşısında hissiz,duygusuz,cevapsız
kalabilecek kişi bir merhamet sahibi olmasa gerek. Hele hele merhametlilerin
en yücesi ve onun yaratıcısı olan ErhamürRahimiyn olan Allah, gözyaşları
içinde yalvaran kulları karşısında duaları müstecap kılmaz da na yapar?..
 
İbni Abbas: “subhanellezi’nin secde ayetini okuduğunuz zaman ağlamadan secde
etmeyin. Gözünüz ağlamıyorsa,buna üzülerek kalbiniz ağlasın” buyurmuştur.

 Bu ağlayış bir rahatlama, bir teselli, Allahın merhametinin delilidir.Rasuli
ekrem (s.a.v)bir hadisi şerifinde: “Kur’an-ı Kerim hüzün ile inmiştir. Onu
okurken kusurlarınıza ve ilerideki tehlikelere karşı üzüntünüzü gösteriniz."
(Ebu Yala,İbn-i Ömer’den...)

Gülay Öztürk

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #18 : 23 Aralık 2009, 21:19:47 »
Ellerimiz;
utandı dualara bile kalkmaya
Zalimin tepesine inmesi gereken ellerimiz...

Kapandı gözlerimiz hep kapandı
İki damla yaş için mi...

Omuzlarımız;
O tam görünüş birbirine kenetlenmiş duvar gibi olması gereken omuzlarım
Uzaklaştı birbirinden ..

Ayaklarımız;
Sürünür oldu küçücük bir iyiliğe
Cihada çağırıldığında bir an bile tereddüt etmeyen ayaklarımız...

Duymaz oldu kulaklarımız selam vermeye çekinen ağızlardan fısıltıyla çıkan Allahın selamı
Onu bile esirger olduk kardeşimizden...

Ve yüzlerimiz;
Paramparça olan kalplerimiz gibi hala şuursuzca secdelere kapanan yüzlerimiz...

Dudaklarımız;
Dualarda titreyen ve her zaman hayır sözler söyleyen dudaklarımız vardı
Öper oldu ebu leheblerlerin kuruyası ellerini...

Dualarımız var içten yürekten
Zalimlerden merhamet dilenir oldu dualarımız..

Boyunlarımız;
Eğildi insanlar önünde
Allaha eğilmedi...

Ve bunca isyanımız üzerinde bir tek umudumuz kalsın Rabbimizden
Affetsin bizleri ve bağışlasın
Ve yeniden yeniden güç versin müslümanca yaşamak için...

Çevrimdışı D®agon

  • Ezberletmez Öğretir
  • *******
  • Join Date: Mar 2008
  • Yer: Ankara
  • 11656
  • +524/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Hocam
Ynt: Gülay Öztürk yazıları
« Yanıtla #19 : 23 Aralık 2009, 21:21:13 »
Evlilik bir erkekle bir kadının bir araya gelip aynı evde ayrı ayrı kendi
hayatlarını yaşamaları değildir.
Dinimiz, evlenmeleri sonucunda erkek ve
kadını bütünleştirir, böylece iki ayrı kişi sorumlu oldukları tek bir
hayatta birleşir.
 Artık birbirlerinden ve birlikte bir hayattan sorumlu
olurlar.
 Bu ortak hayat için erkek ve kadın kendilerine düşen görevleri
gönül hoşluğuyla kabul eder ve yerine getirirler.
Böyle evlilik fıtrî bir ihtiyacın karşılanmasını aşar, bir ibadete dönüşür.
Nitekim Peygamber s.a.v. Efendimiz'in, “bir erkek karısının elini tuttuğunda
parmakları arasından günahları akar gider” buyurduğu rivayet edilmiştir.
Çiftlerin birbirlerine güzel muameleleri ibadet niteliğindedir.
Evet,
cemaatle yapılan ibadetlerin en huzur verici olanı, kişinin cemaatle olduğu
halde kendini ayrık hissetmediği ibadettir ki, bu da kendinden gayrı
görmediği kişilerle kurmuş olduğu cemaattedir.
Bu hal kişinin eşiyle
birlikte olduğu zamanlarda kendini daha çok belli eder. Arada bir hukuk ve
bir sınır varsa da, hayatı ve sorumlulukları birlikte omuzlamış olmanın
ortak şevkiyle ibadetler coşkunlaşır, sürekli bir hale gelir.
Hayırlı, bereketli, saygıdeğer, hürmete layık temiz bir iş olan evlilik,
Allah rızası için yapıldığı zaman her şey de olduğu gibi mübarektir.
Bereketle vasıflanır, kudsiyet kazanır ve bizi ilâhi olana bağlar.
Bu bağlılık her işi rahmete dönüştürür.
 Yaptığımız işler, evlilik, yuva
kurmak, karı-koca olmak, dünyanın geçici ve süfli boyutundan çıkıp yücelir,
derin anlamlar kazanır.
 Bu sayede evlilik, eşleri bedensel hazların ötesine
taşır ve kalp itminanına yöneltir. Karı kocanın bu gerçeği görmeleri ve
fırsatı heba etmemeleri gerekir.
Bunun farkında olan müslüman erkek ve kadın, yuvalarının idaresinde,
birbirleriyle münasebetlerinde Allah rızasına uygunluğu gözetirler. Böylece
aynı gayeye yönelmiş insanların birlikte ibadeti gibi birbirlerine saygı ve
sevgiyle yaklaşırlar.

Gülay Öztürk