Mekke'de yaşıyor Kabe'yi görmemiş!
Bugünkü yazımızda gündelik mevzulara biraz ara vererek, ‘nasip’ olgusu üzerine bir fikir jimnastiği yapmak arzusundayım.
Hani her gün birşeyler öğrenmek ister ya insan...
Hani o gün birşey öğrenmediğinde o günü boş geçmiş sayar ya...
İşte günlerden bir gün, aynı günde iki şey öğrenmenin hazzını yaşamıştım.
O gün, ‘nasip’ denilen olguyu hakkelyakin tecrübe etmiş, ‘Vermeyince Mabud, neylesin Mahmut’ sözünün hikmetine bizzat muttali olmuştum.
Geçtiğimiz yıl Harem-i Şerif’te, tam da Hacerü’l Esved’in karşı hizasında ezanı beklerken, hemen yanımda oturan, bakışlarını Beytullah’a dikmiş, gözlerini adeta hiç kırpmamacasına Kabe’yi seyreden 35-40’lı yaşlardaki uzun boylu, geniş omuzlu ve kiloca tombulca beyefendiye nereli olduğunu sordum. Doğma büyüme Mekkeli olduğunu söyledi. Mesleğini sorduğumda öğretmen olduğunu ifade etti.
‘Doğma büyüme Mekkelisiniz ama, Hacerü’l Esved’e bakışınıza dikkat ettim, sanki ilk defa görüyormuş gibi, hiç temas etmemiş gibi bir hasretle bakıyorsunuz’ dedim. “Ben Hacerü’l Esved’e hiç dokunmadım’ dedi. “Nasıl yani, bugüne kadar yanına hiç gitmediniz mi?” dediğimde “Evet” dedi. “Nasıl olur ki?” dedim, “Hem de doğma büyüme buralı olduğunuz halde...”
“Hacerü’l Esved’in yanında günün her saatinde çok itiş kakış var. Birini incitmeden, itiş kakış yapmadan yanına sokulmak nerede ise imkansız. Kimseyi incitmek istemediğimden yanına da gidemedim” dedi.
Uzaktan, ama içten sevmek demek böyle birşey diye düşündüm.
Tıpkı; "Ey Kabe, ne kadar hoşsun, kokun ne kadar da güzel, şanın şerefin ne kadar da yüce! Ama canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Allah nezdinde malıyla, canıyla kulluk eden mü'minin hürmeti, senin hürmetinden daha büyüktür." (İbn-i Mace, Fiten, 2) Hadis-i Şerifinin vermek istediği mesajda olduğu gibi...
Sevdiğine dokunamasan da, varlığını içinde hissediyor gibi yaşatmak... Varlık aleminin fiziğinden daha çok, metafizik boyutu ile hemhal olmak...
Mekkeli öğretmenin bu davranışı zihnimde, Yunus Emre’nin:
Bir kez gönül yıktın ise, bu kıldığın namaz değil,
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil.
Yunus der ey hoca, istersen var bin hacca
Hepisinden eyice, bir gönüle girmektir.
dizelerini de çağrıştırdı.
Mekkeli öğretmenin anlattıklarını namaz sonrası kaldığımız otelin lobisinde dostlarla paylaşırken, bir arkadaşımız, “O da birşey mi, dün bir ziyaretten Harem-i Şerif’e dönerken, bindiğimiz taksinin şoförü bize, Mekkeli olduğunu, ama şimdiye kadar Kabe’yi hiç görmediğini söyledi” dedi.
Yarım saat içinde karşılaştığımız iki uç örneği görüyor musunuz?
Bir yanda Kabe’den, Hacerü’l Esved’den gözünü hiç ayırmayan, ama insanları incitmemek için yanına sokulmayan bir gönül dostu var... Öbür yanda, Mekke’de yaşadığı ve işi gereği hergün Kabe’nin kapısına kadar yolcu taşıdığı halde, bir kez bile olsun Kabe’yi görmek nasip olmamış, bunu içten arzulamamış taksici var...
Yaptığımız bir araştırmada İstanbul’da yaşayanların üçte birinin hayatında bir kez bile olsun denizi görmediğini öğrendiğimizde bile, Mekkeli taksicinin nasipsizliği kadar şaşırmamıştım.
Konuyu dağıtmak istemem...
Ama üzerinde yaşadığımız şu mübarek vatanda, ezan sesinin dört bir yanda semayı inlettiği şu güzelim ülkede, bu toprağın değerlerine yabancı, bu ülke insanı ile duygudaşlık kuramamış yetkililerin o gündür bugündür durumu bende, Mekkeli taksicinin içine düştüğü zavallılık ve nasipsizliği çağrıştırmaktadır. Gözlerini biraz açsalar, millete biraz kulak verseler, gönüllerinde biraz hareketlenme olsa, hep birlikte cennetasa bir ülkede yaşamanın hazzını alacağız.
Dualar şekillenirken...
Son olarak bir noktayı daha paylaşmak isterim. Ola ki bir mesajı olur...
Malum şu sıra yoğun Umre trafiği var.
Şimdiye kadar Kutsal Topraklara hiç gitmemiştim. Geçtiğimiz yıl eşimle birlikte Hacca gitmek çok istiyorduk. Kurada yedek çıktık, sıra gelmedi. Bu defa ben basın mensubu olarak gitmek için Diyanet’e resmen başvurdum, cevap veren bile çıkmadı. Baktım olmadı, ‘haydi çocuklar hazırlanın hep birlikte Umre’ye gidiyoruz’ diyerek evraklarımızı Birey Tur’daki değerli dostlarımıza gönderdik ve çoluk çocuk gittik.
Geçtiğimiz yıl 19 Ağustos’u 20 Ağustos’a bağlayan gece saat 02.00 gibi Kabe’ye 100 metre mesafedeki otelimize yerleşip Umre öncesi yatsıyı kılmak için Harem-i Şerif’e girdiğimizde Kabe tüm haşmeti ile karşımızda göründü. Tavaf edenler hariç diğer insanların büyük bölümü halıların üzerinde ibadetle meşgüldü. Onlar arasında ayakta dikilen, ellerini genişçe açmış dua eden biri dikkatimi çekti. Yandan tanıdık gelince, baktım ağabeyimin üniversiteden sınıf arkadaşı olduğu için tanıdığım İstanbul Ortaköy’de Dereboyu’nda bulunan caminin imamı Murat Özkan Bey. Kendisine selam verdiğimde aşırı abartılı tepki verdi. İrkildiğini fark ettim.
Neden bu kadar şaşırdığını sorduğumda, “İnanmayacaksın belki ama, şu an sizin için dua ediyordum” dedi. Veda tavafı yapmış, ayrılmak üzereymiş. Kabe’yi görmenin bize de nasip olması için bir dostumuz tarafından o an yapılan samimi dua, demek bir ön kabul olarak çoktan yerini bulmuş ve bizler Kabe’ye varmıştık.
Hiçbir dua karşılıksız kalmıyor. Ama kula da biraz cehd ve gayret düşüyor.
Mekke’de yaşayıp Kabe’yi bir kez bile olsun görmemiş insanların durumu ile, üzerinde yaşadığımız şu toprakların bu milletten beklediği tarihsel sorumluluğu bir kez bile olsun algılayamamış yöneticiler arasında fark var mıdır dersiniz?
Hiç olmazsa Mekkeli öğretmen gibi yapsalar...
Milletin değerleri ile buluşamamış olsanız da, bari incitmeyin. Ne olur?
Prof. Dr. Osman ÖZSOY – Haber7