Gözünde büyümek: Olduğundan fazla büyük ya da güç görünmek."Onca yolu nasıl yürüyeceğim, gittikçe gözümde büyüyor."
Gözünde büyütmek: Bir şeyi, olayı, kimseyi veya işi abartmak.
Gözlerinden uyku akmak: Çok uykusu geldiği için göz kapakları kapanır gibi olmak."Çocukcağızın gözlerinden uyku akıyor, şunu yatağına yatırın."
Gözüne bakmak: 1. Verilen emri yapmak üzere işaret beklemek, işareti verecek kimseyi gözlemek. 2. Gerektiğinden fazla dikkat göstermek, koruyup gözetmek."Üç kuruş para verecek diye adamın gözünün içine bakıyor, ne derse yapıyoruz, daha ne istiyor bizden."
Gözüne dizine dursun: Nankörlük eden kimseye karşı söylenen ilenme sözü. " Allah, bu nankörlüğünün cezasını versin." anlamında kullanılır.
Gözüne girmek: Birinin sevgi ve ilgisini kazanmak.
Gözüne sokmak: 1. Görmek istemediği bir şeyi zorla göstermek. 2. Bir çaba sonucu, bir kimseyi büyüğünün beğenmesini sağlamak."Kalemi gözüne sokarcasına uzattı."
Gözüne uyku girmemek: Uykusuz kalmak, hiç uyumamak."Gözüme uyku girmedi bu gece."
Gözünü açmak: 1. Uyanık, dikkatli olmak. 2. Birisine bilgiler vererek görüşünü genişletmek."Gözünü aç, işini kimseye kaptırma."
Gözünü ayırmamak: Bir şeye devamlı bakmaktan kendini alamamak."Devamlı yola bakıyor, gözünü ayıramıyordu."
Gözünü çıkarmak: Zarara uğratmak, bir işi kötü biçimde yapmak, iyi yerine kötüyü seçmek."Öyle bir taş attı ki az kalsın kuzunun gözünü çıkaracaktı."
Gözünü daldan budaktan esirgememek (veya sakınmamak): Tehlikeli işlere girişmekten çekinmemek."Sen ki gençliğinde gözünü daldan budaktan sakınmazdın, ne oldu sana böyle?"
Gözünü dört açmak: Bir hileye düşmemek, aldanmamak için çok dikkatli olmak."Gözünü dört aç da kuru odun yerine yaş odun koymasınlar."
Gözünü kan bürümek: Birisini öldürecek kadar öfkelenmek."Katillerin gözünü kan bürümüştü, önlerine çıkanı öldürüyorlardı."
Gözünü kapamak: 1. Görmezlikten gelmek, yapışına ses çıkarmamak. 2. Ölmek."Dedem gözünü kapayınca o koca aile birdenbire dağılıvermiş."
Gözünü korkutmak: Yıldırmak, karşı duramaz hâle getirmek."İlk işi, adamlarıyla kasaba halkının gözünü korkutmak oldu."
Gözünün önünden gitmemek: Unutamamak, her an görür gibi olmak."Gözümün önünden gitmiyor onun hayâli."
Gözünün yaşına bakmamak: Hiç acımamak, merhamet etmemek."Gözünün yaşına bakmadan hapse attılar adamı."
Gözü pek (kara): Korkusuz, atılgan, cesur, tehlikelere aldırmayan."Gözü pek insanlardan korkulmaz, çünkü onlar kartlarını açık oynarlar."
Gözü sulu: En küçük sevinç ya da üzüntü karşısında hemen ağlayıveren, gözyaşlarını tutamayan."Senin kız da amma gözü sulu biriymiş."
Gözü tok: Elinde imkânlar olsun olmasın, mal-mülk veya paraya düşkün olmayan, cömert."O mu? Gözü tok bir insandır, inanın."
Gözü tutmak: Güvenmek, beğenmek."O adamı gözüm tuttu benim."
Gözü üzerinde olmak: Bir şeye, bir kimseye sık sık bakarak ne durumda olduğunu kontrol etmek, dolayısıyla kötü bir sonuca meydan vermemeye çalışmak."Gözünüz üzerinde olsun, devamlı izleyin onu."
Gözü yılmak: Daha önce denediği için o durumla karşılaşmaktan korkmak, o işe girişmekten çekinmek."Sebzecilik işinden gözüm yıldı, bir daha bu işe girişeceğimi sanmıyorum."
Gözü yükseklerde olmak: Hâlen bulunduğu durumdan daha yüksek bir duruma ya da mevkiye çıkmak istemek, böyle bir amacı gütmek."Bundan böyle küçük şeylerle yetinme, gözün yükseklerde olsun daima."
Göz yummak: Kabahatlerini, kusurlarını hoş karşılamak, görmezlikten gelmek, bağışlamak."Sana bu yaşa gelinceye kadar göz yumdum, ama artık yeter."
Göz yummamak: 1. Hoş görmemek, bağışlamamak. 2. Hiç uyumamak."Sabaha kadar gözlerimi yummadım."
Gururunu okşamak: Bir kimseyi yüzüne karşı överek, becerilerini söyleyerek duygulandırmak.
Gücüne gitmek: Bir söz, bir davranış bir kimsenin onuruna dokunmak, o kimseye ağır gelmek."Doğrusu onun bu sözleri gücüme gitti, çünkü hak etmedim o sözleri."
Güllük gülistanlık: Sorunları bulunmayan; neşe, bolluk ve huzur içinde olan yer."Ne zaman güllük gülistanlık içinde olacağız acaba?"
Gülmekten kırılmak: Aşırı ölçüde gülmek, çok gülmekten halsiz düşmek."Ne matrak adamdı, hareketlerine gülmekten kırıldık hepimiz."
Gülüp geçmek: Bir durumu umursamamak, aldırış etmemek, gülünç bulup üzerinde durmamak."Gülüp geçilecek bir iş sanmayın sakın, ciddi durun üzerinde."
Günaha girmek: Dini bakımdan suç sayılacak bir iş yapmak ya da söz söylemek."Sebepsiz yere adam öldürmek, günaha girmek demektir."
Günaha sokmak: Günah işlemesine yol açmak, dinin buyrukları dışına çıkmasına zemin hazırlamak."Kes sesini de bizi günaha sokma."
Günahını vermez: "Çok cimri, eli sıkı, hasis" kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.
Günah işlemek: Dince suç sayılan bir iş yapmak."Yetimlerin malını yiyerek günah işleyenlerden mutlaka hesap sorulacaktır."
Gün almak: 1. Bir iş yapmak için ilgili kişiden gün ayırmasını; belirli bir tarih tespit etmesini istemek, randevu almak. 2. Yaşını bitirip daha sonraki yılın bir ya da birkaç gününü almak."Doktordan gün almayı unutmamışsındır umarım."
Gün batmak: Güneş batmak."Gün batmadan yola çıkmalıyız."
Güneş almak: Bir yere güneş ışığı ulaşmak."Evin bir odası güneş almıyor."
Gün görmek: Bolluk, mutluluk, esenlik içinde huzurlu günler geçirmek."Kaygılanma evlâdım, daha çok günler göreceksin inşAllah."
Gün görmüş: Başından nice işler geçmiş, tecrübeli, görüp geçirmiş, çok yaşamış."Gün görmüş insanlarla konuşmaktan zevk alırım."
Gün ışığına çıkmak: Aydınlanmak, açıklığa kavuşmak, anlaşılır olmak."İşlediği tüm suçlar yakında gün ışığına çıkacaktır."
Günleri sayılı olmak: 1. İçinde olunan günlerde ölecek olmak. 2. Bulunduğu yerde kalmak için birkaç günü kalmak."Doktorlara bakılırsa anneannemin günleri sayılıymış."
Günü birliğine: Sabah gidip akşam dönmek üzere."Size günü birliğine konuk olmak istiyoruz."
Günün adamı: 1. Zamanın gereğine göre tutum ve yön değiştiren, çıkarını gözeten kimse. 2. Kendisinden o günlerde çok söz edilen.
Gününü doldurmak: Bir işin gerçekleşmesi için geçmesi gereken zamanı tamamlamak."Gününü doldurur doldurmaz senetleri avukata verin."
Gününü gün etmek: Eline geçen imkânları değerlendirmek, hiçbir şeyi dert edinmeyip hoşça vakit geçirmek."Gününü gün eden yöneticilerden kurtulacağımız günler yakındır."
Gürültüye (patırtıya) pabuç bırakmamak: Korkutmalara, tehditlere aldırış etmeyip dilediği gibi davranmak."Öyle her gürültüye pabuç bırakacak bir adam mı sanıyorlar beni?"
Güven beslemek: Bir kimseye, bir şeye güven duymak, inanmak, itimat etmek."O adama güven beslediğiniz için pişman olmayacaksınız."
Güvendiği dağlara kar yağmak: Güvendiği kimselerden yardım alamamak, güvendiği bir şeyin işe yaramadığı anlaşılmak."Çok umutlusun, inşAllah güvendiğin dağlara kar yağmaz."
Güven kazanmak: Söz, davranış ve yaptığı işlerle çevresindekileri kendisine inandırmak."İnsan, önce güven kazanmalıdır."
Güven vermek: Kendisinin güvenilir bir kişi olduğu, kendisine itimat edilebileceği duygusunu uyandırmak."Oldukça güven veren birisin."