Severiz Her Güzeli Senden Eserdir Diye
Son nebi, son resul, son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v); hakkında en çok eser, yazı, şiir yazılan insandır. Onunla ilgili olmak üzere birçok siyer, hadis, kırk hadis, yüz hadis, bin hadis, dînî-ahlâkî muhtevalı kitap yazılmıştır. Türk edebiyatında mevlidlerin ve na’tlerin ise müstesna bir yer tuttuğu muhakkak.
Na’t, Peygamber Efendimizi övmek için yazılan şiir türü. Şair na’tiyle aslında Peygamber Efendimizi övmüyor; Hz. Muhammed’i anmak suretiyle kendi şiirini yüceltmiş oluyor. Hassan İbni Sâbit, “Ben sözlerimle Resulullah'ı medhetmiyorum,. Onu medhetmek için söz söylüyor değilim; bilakis sözlerimi Resulullah'la kıymetlendiriyorum, sözlerimi medhediyorum. Çünkü onun sözü, söyleyen için ziynettir.” diyor. Mustafa Miyasoğlu’nun şiirinde de benzer ifadeler vardır:
Kim seni överse şiirle
Kendisi övülmüş olur
Kim seni severse gönülden
Kendisi sevilmiş olur
Buna göre na’t yazan bir şair aslında Hz. Muhammed’i değil kendi şiirini yüceltiyor, Çünkü O’nu bizzat Allahü Teâlâ medhetmiştir.
Hz. Muhammed’in şemailini esas alan müstakil eserler de yazılmış; Hilye-i şerifler gibi; fakat şairler genellikle Peygamber Efendimizin, fizikî görünümünden ziyade sembol ve teşbihleri ile tahayyül ve tasvirini evlâ görmüşler. Resim ve minyatür sanatında da bu temayül vardır. Peygamber Efendimizin vücudu, yüzü şekil olarak çizilmek istenmemiştir. Bazı minyatürlerde vücudu çizilmiş olsa bile yüz hatları gösterilmemiştir.
Manzum ve mensur hilyelerde Hz. Muhammed’in vücut hatları, şemaili ile ilgili kesin çizgilere rastlanmaz. Tariflerde O’nun bütün âzâlarının “güzel”, ölçülerinin ise “vasat” olarak nitelendirildiğini görürüz. Şiirlerde Hz. Muhammed, şairin özlemini duyduğu bir varlık veya kavram şeklinde düşünülmüş ya da O’nun hususiyetlerinden yola çıkılarak, benzerlik ilgisi bulunan varlık veya kavramlarla sembolize edilmiştir. Türk şiirinde İslamiyet’in kabulünden hemen sonra başlayan na’t türünün günümüze kadar uzanan çizgisinde Hz. Muhammed ile ilgili benzetmelerin çeşitli farklılıklar gösterdiğine şahit oluyoruz. Yazımızın ağırlık noktası da budur. Şairler Peygamber Efendimizi genelde nasıl tasvir etmişler, başka bir deyişle teşbih ve istiarelerinde hangi benzetmelere başvurmuşlardır...
Teşbih, diğer bütün edebî sanatlar gibi, heyecana, fikre, hayâle bağlı bir sanattır. Teşbihin sözlük anlamı benzetme, benzetilme demektir. Terim anlamı, sözü daha etkili hâle getirmek için, aralarında türlü yönlerden ilgi bulunan iki şeyden, benzerlik bakımından güçsüz durumda olanı, nitelikçe daha üstün olana benzetme sanatıdır. Kelimeler gerçek anlamlarında kullanılır. Yani mecaz yoktur. Teşbihlerin, şairin psikolojisi ve/veya toplumun sosyal yapısındaki değişmelerle yakından ilgisi olduğunu sanıyoruz..
Ayrıntılara girmeden baktığımızda şairler tarafından Peygamber Efendimizin çiçeklerden güle; gök cisimlerinden Güneş’e Ay’a; tabiat varlıklarından, yağmura; değerli maddelerden tek parça hâlindeki büyük inci tanesine; nûra, ışığa benzetildiğini görüyoruz. Bunların da insanın maddî ve manevî bakımlardan vazgeçilmez değerleri oluşu hemen dikkatimizi çekiyor.
Dîvân Şiirinde Benzetmeler:
Gül kendisine en çok başvurulan bir benzetme unsurudur. Peygamber Efendimizin teninin ve terinin gül gibi kokması şairler için, benzetmede ilham kaynağı olmuştur. O, aynı zamanda peygamberlik bahçesinin de gülü olarak nitelendirilir.
Derinden açılur güller sözünden şehd ü şekkerler
Senünle hasta gönüller şifâdur yâ ResûlAllah
Şeyyad Hamza, Hz. Muhammed’in vücudunun gül gibi kokmasına işaret ettiği beytinde aslında Peygamber Efendimizin yüzünün de gül renginde olduğunu ifade etmek ister. Kerbela topraklarında yaşayan ve suya hasret Fuzûlî meşhur Su Kasidesinde teşbihin unsurlarından bir tarafı su ile karşılarken bir tarafı da -Peygamber Efendimizi- gül ile anlatır.
Suya virsün bâğbân gülzârı zahmet çekmesün
Bir gül açılmaz yüzün tek virse bin gülzâre su
Hz. Muhammed eşsiz bir güzelliğe sahiptir. O’nun gibi bir gülün bir daha gelmesi mümkün değil. Fuzûlî, Peygamber Efendimizin gül ile olan alâkasına da işaret ediyor. “Suya versin” sözünü birkaç anlamda yorumlayabiliriz: Gül bahçesini istediği kadar sulasın/ Gül bahçesi ile istediği kadar uğraşsın,/ Gül bahçesini suya versin; yani boş versin, uğraşmasın…
Hâkânî, manzum hilyesinde şöyle bir benzetme yapıyor:
Reng-i rûyu gül ile yek-dil idi
Gül gibi kırmızıya mâ’il idi
Yüzünün rengi gül rengiydi. Yani gül gibi kırmızıya çalıyordu.
I. Sultan Ahmed Han (1590-1617) aşağıdaki kıtasında Peygamber Efendimizi peygamberlik bahçesinin gülü şeklinde tavsif eder.
N’ola tâcım gibi başımda götürsem dâim
Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-i Rusûlün
Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sahibidir
Bahtîyâ durma yüzün sür kademine o gülün
Fuzûlî, Su Kasidesinde benzetmelerini gül’de yoğunlaştırırken bir beyitte Peygamber Efendimiz ile ilgili benzetmesini su ile yapar.
Men lebün müştâkıyam zühhâd kevser tâlibi
Nitekim meste mey içmek hoş gelir huşyâre su
Ben, dudağın için şiddetli bir arzu taşıyorum; sofular ise Kevser istiyorlar. Tabiî sarhoşa şarap; ayıklara da su içmek hoş gelir. Fuzûlî burada dolaylı olarak “su” kelimesi ile Peygamber Efendimizi kastediyor. O’nu sevmekle saadete kavuşacağını söylüyor.
Hilyelerde Peygamber Efendimizin boyunun bir elif harfi yahut servi ağacı gibi düzgün olduğu kayıtlıdır. Bu yüzden O’nun boyu serve benzetilir.
Ravza-i kûyuna her dem durmayup eyler güzâr
Âşık olmuş gâliba ol serv-i hoş-reftâre su
Suyun akışı ile ilgili güzel sebepler buluyor Fuzûlî. Hüsn-i ta’lîl sanatının da en güzel örneklerinden sayılabilecek bu beyitte Su, durmadan, sevgilinin Ravzasına doğru akıp gidiyor. Galiba o da serviye benzeyen nazlı gidişli güzele âşık olmuştur. demek suretiyle Peygamber Efendimizi serviye benzetiyor; ümmetini ise suya... Burada asıl anlatılmak istenen düşünce ise, tıpkı suyun serviye olan aşkı gibi, şair gönlünün Peygamber Efendimize olan aşkıdır. Dede Ömer Rûşenî’nin bu meyanda bir beyti:,
Ey risâlet bûstânında hırâmân serv-kad
Ve’y nübüvvet ravzasında yâsemen-bû lâle-had
Hz. Muhammed, peygamberlik bahçesinde salınan serviye benzetiliyor. Klâsik edebiyatımızda sevgilinin boyu ve salınarak yürüyüşü hep serviye benzetilir. Servinin özelliği, elif harfi gibi dümdüz olmasıdır. Boyu uzundur ve diğer ağaçların arasında hemen belli olur ihtişamıyla. Nasıl ki servi, bahçedeki ağaçların şâhı ise, Peygamber Efendimiz de diğer peygamberlerin arasında yegânedir. O, nebîlerin bahçesinde de yâsemen kokulu ve lâle yanaklıdır.
Peygamber Efendimizin insanların en şerefli olma vasfı, fahr-i kâinat oluşu, yetimliği, dürr-i şehvâr (incilerin şâhı), dürr-i yektâ (eşsiz, tek inci), dürr-i yetim (tek parça inci) gibi sıfatlarla anılması için geçerli sebeplerdendir.
Sadef-vâr oldu âlem anda sen dürr-i yetîm oldun
Bulunmaz âlem içre sana sânî yâ ResûlAllah
Bursalı İsmail Hakkı birçok divan şairi gibi Peygamber Efendimizi inciye benzetiyor. İnci, denizde yaşayan sadefin içinde oluşur. Söylentiye göre Nisan ayında sâhile çıkan sadef, ağzını açarmış. O sırada karnına düşen nisan yağmuru damlasıyla denize dönermiş. Denizdeki tuzlu su ortamında bu yağmur damlası sadefe acı verirmiş. Sadef bu acıyı gidermek için bir sıvı salgılarmış. Zamanla içindeki bu sıvılar katılaşır ve inci oluşurmuş. Sadef bu yağmur damlalarından birden fazla yutmuşsa, inciler küçük ve değersiz olurmuş. Ama tek bir damla yutmuşsa bu inci çok büyük ve değerli olurmuş. “Dürr-i yetîm” tâbiri sadefteki tek inciden kinayedir ki bu Peygamber Efendimiz için de kullanılan bir ifadedir.
Klasik edebiyatın geleneksel teşbihlerinden biri de O’nun Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara benzetilmesidir. Divan şiirinde O, daha çok Ay’a benzetilir. Yüzü Ay gibi parlaktır. Miracnamelerde ise Ay ve yıldızlar, kendi kimliklerindedir; Hz. Muhammed Ay’dan ve bütün yıldızlardan her yönüyle daha üstündür. Şakku’l-kamer (Ay’ın ikiye bölünmesi) mucizesi anlatılırken de yine Ay âciz ve Peygamber Efendimize hayran bir cisimdir. Dede Ömer Rûşenî Peygamber Efendimizi hem Güneşe hem de Ay’a benzetir.
Çün doğup tutdu cihân yüzünü hüsnün güneşi
Kim ola sevmeye bu hüsn ile sen mâh-veşi
Peygamber Efendimizin güneşe benzetildiği bir başka beyit de Zâtî’ye ait:
Yûsuf’u gerçi görenler ellerini kesdiler
Gün yüzün gördü senin şakk oldu bedrin ayası
Hz. Yûsuf’un güzelliğine telmihte bulunulan beyitte, Hz. Muhammed’in, Hz. Yûsuf’tan daha güzel olduğu savunuluyor. Kur’ân-ı Kerim’de, “kıssaların en güzeli” diye adlandırılan Yûsuf ile Züleyha arasında geçen, bir hâdise hatırlatılıyor: Züleyha, Hz. Yûsuf’a âşıktır. Dünya güzeli Yûsuf ise ona karşı aynı hisleri taşımaz. Kadınlar, Züleyha’nın Yûsuf’a olan tutkunluğunda aşırıya gittiğini söylerler. Züleyha da bu kadınları bir gün evine dâvet eder. Hizmet görmesi için de Hz. Yûsuf’u görevlendirir. Misafirlerine meyve ikram eder Züleyha. Bu arada Yûsuf’u görürler kadınlar. Kıssaya göre, meyvelerini soymak yerine şaşkınlıktan ve hayranlıktan ellerini doğrarlar. Şair diyor ki, “Yûsuf’un güzelliğini gören kadınlar ellerini kestiler; fakat senin güneş gibi olan yüzünü gören Ay iki parçaya ayrıldı.” Zâtî, burada kelimeleri ustaca kullanıyor. Peygamber Efendimizin yüzünü “gün” kelimesi ile güneşe benzetiyor. Bilindiği gibi Ay, nûrunu, ışığını Güneş’ten alır. Güneş çıktığında Ay’ın hükmü kalmaz. Ay’ın ikiye ayrılması Peygamber Efendimizin mucizelerinden biridir. Bir bakıma güzellik açısından da mukayese yapan şair, güzellikte Hz.Yûsuf Ay ise Hz. Muhammed Güneş’tir demek istiyor. Zâtî’nin bu beyitte “ayası” kelimesi ile okuyucuya “Ay” çağrışımı da yaptırarak tevriye sanatı yaptığı dikkatlerden kaçmıyor.
Hz. Muhammed şifa kaynağıdır. Çoğu zaman da tabibe benzetilir. Sezai Gülşenî’den bir beyit:
Biz marîziz tabîbimiz sensin
Biz muhibbiz Habîb’imiz sensin
Tanzimat Şiirinden Günümüze Benzetmeler:
Tanzimat dönemi na’t edebiyatımız için bir fetret dönemi olmuştur, denilebilir. Bu dönemde çok az na’t yazılmıştır. Tanzimat edebiyatının mimarlarından, sadece Ziya Paşa na’t yazmıştır. O da –diğer şiirlerine nazaran- oldukça basit ve zayıf bir şiir. Bunu takip eden dönemlerde de Muallim Naci, Ali Ekrem Bolayır gibi şairlerin tek tük na’tlerine rastlanmakla birlikte, na’t edebiyatındaki asıl canlanma daha sonraki yıllarda başlar.
Ziya Paşa, “Sen, isyan derdine düşmüşlerin şefkatli, güler yüzlü tabîbisin; bense bir hastayım, şifaya muhtacım; bana yardım et.” derken Hz. Muhammed’i Dîvân şairleri gibi tabibe benzetir:
Zebûn-ı derd-i isyâna tabîb-i mihribân Sensin
Alîlim ben de muhtâc-ı devâyım yâ Resûlullah
Yeni şiirde, na’tteki anlatım farklı bir boyut kazanır. Bir yandan Klasik edebiyattaki benzetmeler günümüz şiirine kadar geleneksel bir şekilde devam ederken, belki Fuzûlî istisna tutulmak kaydıyla, klasik şairlerin kalıplaşmış benzetmelerinden de farklı teşbihlere yer verildiği görülür. Hz. Muhammed’in âdeta insan olduğu, kul olduğu gerçeği keşfedilir; fakat O’nun insanların en hayırlısı ve şereflisi oluşu asla akıldan çıkarılmaz. İsmail Safa (1867-1901) bunu:
“Hem nev’imizsin ammâ sen bir Nebî biz ümmet
Sen âsumân demeksin biz hâk yâ Muhammed” ifadeleriyle dile getirir.
“Necid Çöllerinde” şiiriyle Mehmed Âkif, Müslümanların bugün içinde bulundukları tehlikenin, geriliğin, fitnenin İslâm âlemine musallat oluşunu düşünür ve bu sosyal yaranın yok olması için Allah’a dua eder. Bir nûr ister Âkif. Öyle bir nûr ister ki karanlıktan bunalan İslâm milletine bir güneş gibi doğsun:
O nûru gönder, İlâhî, asırlar oldu yeter!
Bunaldı milletin âfâkı, bir sabah ister.
İnâyetinle halâs et ki, dalga dalga zalâm
İçinde kaynamasın çarpınıp duran İslâm!
Necip Fâzıl Kısakürek, Peygamber şiirinde şu benzetmeleri yapar:
Sen, fikir kadar güzel;
Ve tek, birden daha tek
Itrını süzmüş ezel;
Bal sensin, varlık petek…
Sensin ölüme hisar;
Bâkisi hep inkisar…
Sar bizi, çepeçevre sar,
Rahmet rüzgârı etek…
Şiirde peygamberlik kavramı vasıflandırılırken fikir kadar güzel, birden daha tek, ezelin ıtrını süzdüğü varlık peteğinin balı, ölüme hisar, rahmet rüzgârı gibi tamlamalarla tarif ediliyor. Şairin, “Bal sensin, varlık petek…” mısraında bir bakıma Peygamber Efendimizin âlemlere rahmet olarak gönderilişine telmihte bulunduğunu söyleyebiliriz. Kısakürek, “Ve tek, birden daha tek” mısraı ile de yaratılmışların içerisinde yegâne üstün özelliklere sahip insan oluşuna işarette bulunur.
Günümüz şiirinin önde gelen temsilcilerinden Sezai Karakoç “Sen Eskimoların ısınması, sevgililer mahşeri” mısraı ile çok farklı bir söyleyiş gösterir. Eskimoların ısınması, Hz. Muhammed’in Güneş’e benzetilmesini ifade eder. Sevgililer mahşeri terkibiyle Hz Muhammed’i de kurtuluşun, barışın, sevginin sembolü olarak görür. Mahşer kelimesindeki anlamlardan biri de ölülerin dirilip, toplandığı yer demektir. Buna göre Karakoç, herhalde şöyle bir benzetme yapmak ister: İslâm’la ve Peygamber Efendimiz ile tanışmış olan insan âdeta yeniden dirilen, can bulan insan gibidir. Burada mahşer sözü ile kastedilen Hz. Muhammed’dir, zîrâ ölüler, O’nda dirilir. Sezai Karakoç’un Küçük Na’t’indeki Peygamber Efendimiz ile ilgili bir başka benzetme de “Sen buzulların erimesi” sözü ile yapılıyor.Hz. Muhammed, insanın fıtratındaki güzelliklerin, doğruların tecelli etmesine en güzel ve yegâne örnektir. Buzulların erimesi, bereketi, bolluğu da temsil ediyor olabilir ki Peygamber Efendimizin Rahmet peygamberi oluşu mazmunu da böylece ortaya çıkıyor şiirde.
Sezai Karakoç’un “sevgililer mahşeri” benzetmesi, Mustafa Miyasoğlu’nda “mucizeler mahşeri” benzetmesi şeklinde çıkar karşımıza, “Mucizeler mahşeri bir ömür sürdün” mısraı ile. Bilindiği gibi peygamberler içinde en fazla mucize Hz. Muhammed’e verilmiştir. M. Fethullah Gülen, Gülümün Gülü’nde Hz. Muhammed’i gül’e benzetir:
Vuslatın, bu garip Kıtmîrin her dem hülyâsı,
Bu benim gönlümün gülüdür yâ Resûlullah!
Ahmet Efe, Na’tinde
Gülşene gül-i rânâ, bağbâna candır O
Misilsiz bir ziyâdır, ufuksuz ummandır O
mısralarıyla peygamberlik müessesesini gül bahçesine, Hz. Muhammed’i de iki renkli güle benzetir. Neden iki renkli gül? Çünkü Hz. Muhammed, iki cihanın sultanıdır. Ufuksuz umman tamlamasıyla Hz. Muhammed’in ilminin, cömertliğinin, güzelliğinin, rahmetinin... sonsuzluğuna işaret edilmek istenir. Ahmet Efe, aynı şiirinde dünyayı bir bağa Peygamber Efendimizi de o bağı besleyen suya benzetir: “O, sudur, susuz bağda çiçekler biter mi hiç?”
Muhsin İlyas Subaşı, Peygamber Efendimizin Medine’ye vuslatını dile getirirken telmih yoluyla Hz. Muhammed’i nûr’a benzetir ki bu da Klasik edebiyatımızın teşbihlerinden biridir.
Medine yıkandı nurla,
Vuslat bitmişti huzurla
Günümüz şiirinin en güzellerinden birinde, Yağmur şiirinde, Hz. Muhammed, miras teşbihlerden nûr’a ve orijinal bir teşbihle yağmura benzetilir.
Vâreden’in adıyla insanlığa inen Nûr
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur
Nurullah Genç, Hz. Muhammed'i önce, “Vâreden”in adıyla insanlığa inen bir “Nûr” olarak tanıtır. Sonra o Nûr, toprağı kirlerinden arındırmak için görevlendirilen bir “Yağmur” oluverir. Yağmur şiirinde klasik benzetmeler de fazlaca dikkat çeker. Bunlardan bir tanesi de “Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde” mısraıdır.
Netice: O bütün güzelliklerin, iyiliklerin temsilcisidir. Güzel olan, iyi ve faydalı olan her şey ona benzer; O da onlara...
Vedat Ali TOK