BÜYÜKÇE bir şehirde, büyükçe bir lokanta bulunuyormuş.
Gerçi ondan büyükleri de varmış ama, o civarın en usta aşçıları oradaymış.
Çorbaları birisi, kebapları diğeri, börekleri öteki yapıyormuş. Dördüncü aşçı ise, bir tatlı uzmanıymış.
Lokanta kısa sürede dillere destan olmuş ve müşterisi her geçen gün daha da artmış.
Sadece öğlen ve akşam saatlerinde değil, sabahları da hınca hınç dolarmış.
Çorba meraklıları yataktan kalkar kalkmaz, sanki büyülenmiş gibi oraya koşar,
mercimek çorbasından tâ işkembeye; ev tarhanasından ezogeline kadar, birkaç tabak çorba içip mest olurlarmış.
ÖĞLE saatlerinde, mis gibi bir döner kokusu sararmış çevreyi.
Döneri yapan usta, kekik kaplı yaylalardan getirttiği hayvanları kendi eliyle keser, daha sonra etleri dolapta bekletir, doğal sososlarla süsleyip takdim edermiş. Böreği yapan aşçıya gelince:
Elinde bir keramet varmış sanki. Hiç oklava kullanmadan hamura şekil verir;
biraz açıldığında, sanki bir çarşaf gibi savururmuş. Tatlı ustası da ondan geri kalmazmış.
Yufkaları o kadar ince açarmış ki, gazete okunurmuş arkasından. Kullanılan her malzeme birbirinden özelmiş.
Unundan fıstığına, tereyağına kadar...
Kısacası lokanta, bir lezzet merkeziymiş, herkesin damak zevkini okşayan.
Aradan uzun bir süre geçtikten sonra, lokantada bir şeyler dönmeye başlamış. Çorbayı yapan usta, yakışıklı tipiyle, güzel konuşmasıyla ve otoriter tavrıyla, lokanta sahibinin gözüne girmiş. Ve onun sağ kolu hükmüne geçerek, işyerinin kârına ortak olmuş. Patron ona çok güvendiği için, daha az uğruyormuş dükkânına.
Çorbacıya gün doğmuş elbette ki. Tam bir despot kesilmiş, on beş yıllık meslektaşlarının başına. “Şunu şöyle yapın, şöyle yapmayın!.” gibilerden sağa sola emirler yağdırmaya, insanların kalplerini kırmaya, her fırsatta onları azarlamaya başlamış. Aşçılar susmayı tercih edince, o daha da yüklenmiş.
Çorbacı, sabah müşterilerinin sayısına aldanıp, lokantada en çok çorbaların sevildiğine karar vermiş.
Ona göre diğer yemekler önemsizmiş. Bu inançla aklına bir fikir yerleşmiş: Eğer diğer aşçıları işten atarsa,
maliyetler düşecek, böylelikle kârı katlanacakmış. Fakat bu iş için de, yüklü bir tazminat gerekiyormuş.
Çorbacı, en sonunda bir plan yapmış. Buna göre aşçılar, kendi istekleriyle ayrılacak,
bu yüzden de tazminata gerek kalmayacakmış. Bu plan gereğince, diğer aşçıların sahasına el atmış.
İlk önce döner işine sarılmış ve marketlerden aldığı dondurulmuş etleri, hamburger gibi kotarıp servise sokmuş.
Hemen arkasından da, dillere destan olan “
Yayla Döneri”ni mönüden kaldırarak, yerine kendi icadı “Çağ Kebabı”nı koymuş.
Bu arada lokantanın dört bir yanına, o kebabın büyük boyda resimlerini asmış, ağızları sulandıracak güzellikte.
Çünkü reklâm, ona göre çok önemliymiş ve insanları robot gibi yönlendirirmiş.
GURURU kırılan döner ustası, bu olaylar üzerine istifa edip, başka bir lokantada işe girmiş.
Duydukları aşırı güvenden dolayı: “Bu lokantada; tabak, çatal, kaşık, bardak ve tuzlukların dışında,
önünüze konanları gönül rahatlığı ile yiyebilirsiniz” sloganına hem gönülden hem mideden inanan müşteriler, “Çağ Kebabı”ndan da yemek isteseler de, tadını beğenmeyip yarım bırakmışlar tabaklarında.
Çorbacı, daha sonra börek işine girmiş. Marketlerden hazır yufka aldırıp, kalitesiz malzemeyi içine basmış. Hatta “israf haramdır” falan deyip, bazen tabaklarda kalan dönerleri kullanmış. Bu arada, mönüdeki “Anadolu Böreği”ni tümden kaldırıp, “Çağdaş Börek”in resmini basarak...
Börekçi de ayrılmış o hafta içinde.
Lokantaya gelenler:
“Geçen günkü dönerler çok berbattı. Bu sefer döner yerine, yeni börekten yiyelim” demişlerse de, birkaç lokma aldıktan sonra bırakmışlar.
Çorbacının tatlısı da aynı sonucu vermiş.
BÖREKÇİDEN hemen sonra, tatlıcı da ayrılmış lokantadan.
Çorbacı her işe el attığından, çorba yapmak için vakit bulamıyormuş. Sonunda hazır çorbalar imdadına yetişmiş. Tabi ki reklâm işini ihmal etmeden...
Lokantanın sahibi, müşterilerin her geçen gün biraz daha azaldığını fark edince durumu araştırmış ve neler olup bittiğini anlar anlamaz, çorbacıyı kapı önüne koymuş. Daha sonra iş yerini elden çıkartmış ve doğduğu köye, alabalıklarla dolu bir dere kenarındaki baba evine dönmüş.
Çorbacı, diğer aşçılar gibi iş bulamamış.
Kaybolmuş o civarlardan sessiz sedasız.
Eski müşterileri, şimdi beyaz eşya satan o binanın önünden her geçişte, döner ve börek kokusu duyuyorlarmış.
Bir de sıcacık tarhana kokusu...
Cünet Suavi