Önümüzdeki cumayı cumartesine bağlayan gece Mîrac gecesidir. Cümlemize mübârek olsun.
Mîrac gecesi; Sevgili Peygamberimiz’in kısa bir anda Mekke’deki Harem-i Şerif’ten, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya / Beyt-i Makdis’e götürüldüğü,
Orada bütün peygamberlerin ruhlarına namaz kıldırdığı,
Sonra göklere yükseltildiği ve daha ötelere götürülüp, kendisine nice hikmet ve sırların açıldığı,
Cennet – cehennem ve diğer birçok âlemlerin gezdirildiği,
Rabbimizle vâsıtasız olarak konuştuğu,
Nihâyet Rabbimizden günde 5 vakit namaz hediyesi ile ümmetine döndüğü, Kur’an’dan sonra ikinci büyük mûcizesidir.
Rabbimiz, bazı gün ve geceleri diğerlerinden daha değerli kılmıştır.
Cuma, arefe, bayram, aşûre ve Ramazan gün ve geceleri diğer gün ve gecelerden değerli olduğu gibi, kandil geceleri dediğimiz mübârek geceler de diğer gecelerden daha farklı ve daha değerlidir.
Bu fark, Rabbimizin o vakitlerde yapılan ibâdetlere daha fazla sevap vermesinden ileri geliyor.
Senede 5 kandil gecesi var:
Mevlid, Regâib, Mîrac, Berat ve Kadir geceleri.
Bu gecelerde, ilk önce ne sırlar meydana gelmiş, nurlar nasıl yeryüzünü kaplamışsa, kıyamete kadar aynı gecelerin her sene-i devriyesinde yani her yıl dönümünde aynı nur, feyiz, hayır ve bereketler yeryüzüne iner. İstifade etmek isteyenler de edebildikleri kadar istifade ederler.
Öyleyse, sevaba muhtaç olan biz kullara düşen, bu gecelerde yapabildiğimiz kadar ibâdet etmektir.
İbâdet etmedikten sonra, bu gecelerin farklı olmasının bize ne faydası var?
Meselâ Mîrac gecesinde, “Bu gece şöyle olmuştu” diyerek bu mânevî yolculuğunu sadece konuşup, ibâdetsiz geçirmek lâyık olmaz.
Sevgili Resûlümüz’ün Mîrac yolculuğunda kâinatı kaplayan nur, onun hürmetine her sene aynı gece tecelli ederken, kalbimizi bu mânevî hazineye kapatmak uygun mudur?
Bu da kıyamet alâmetlerinden olmalı ki, şöyle bir iddia ile karşı karşıyayız:
“Efendim, bu gecelerde yapılacak bir ibâdet yok. Bunu nereden çıkarıyorsunuz?”
Hiçbir yerden çıkarmıyoruz, İslam âlimlerinin eserlerini okuyor, onların Peygamberimiz’den yaptığı rivâyetlere itimat ediyoruz.
“Her rivâyete inanılır mı? O kitaplarda yazılanların doğru olduğu ne mâlum?” diyorlar.
İyi de, durup dururken bu şüphe neyin nesi? İbâdetlerimizi İslam âlimlerinin eserlerinden öğrenmeyeceksek kimden öğreneceğiz?
Hem, “Her rivâyete inanılmayacağı” söyleniyor, hem de şöyle deniliyor:
“Mâlikîlerden bir zat Regaib gecesi namaz kılan bir cemaatle, haram fiiller işleyen bir grup görmüş, haram fiiller işleyenlerin durumunun, namaz kılanlardan daha iyi olduğuna hükmetmiş. Zira haram fiil işleyenler yaptıkları işin farkındadırlar ve tevbe etme ihtimalleri mevcuttur; diğerleri ise yaptıkları işin taat olduğuna inandıkları için tevbe etmeleri de söz konusu değildir.”
Bu da bir rivâyet. Öyleyse, o mâlikî zatın hükmünün doğru olduğu ne mâlum?
Nitekim yanlışlığı ortada:
Gece namazının sevabının büyüklüğü kesin mi? Kesin…
Peki, diğer gecelerde namaz kılmak sevap oluyor da Regâib gecesinde namaz kılmak niçin günah olsun?
Regâib gecesi, “Namaz kılmanın günah olduğu” bir gece midir?
O mâlikî zat her kimse, biz onun değil, İmam Gazâlî ve Abdülkâdir Geylânî gibi hem ilim hem mâneviyatta yüksek mevkilere erişmiş mübârek zatların sözlerine itimat ediyoruz. Onlar eserlerinde böyle gecelerdeki ibâdetlerin çok sevap olduğunu yazıyorlar.
Değerli okuyucular! İnsanda bazen dil sürçmesi olabilir. Bir değerli arkadaşımızın o mâlikî zat rivâyetini naklinden, “Regâib gecesinde namaz kılmanın günah olduğunu söylemek istediğini” değil, bunun bir kalem sürçmesi olduğunu kabul ediyoruz…
Ali Eren Hocaefendi