Çevre Yasası

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • ****
  • Join Date: Kas 2008
  • Yer: İzmir
  • 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Çevre Yasası
« : 15 Aralık 2008, 05:22:11 »
Çevre Yasası
Çevre, insan ve diğer canlıların yaşamları boyunca ilişkilerini sürdürdükleri dış ortamdır. Yaşam ve canlılığın üç temel elemanı su, hava ve topraktır. Bu üç unsur aynı zamanda ekolojik dengenin de unsurlarıdır.

Çevrenin korunması ve bozulanın düzeltilmesi günümüzde üzerinde önemle durulan konular arasında yer almaktadır. Gerçekten çevreye verilen zararlar ve ortaya çıkan sorunlar ister gelişmişlik yönüyle isterse politik sistemler açısından değerlendirilsin tüm Dünyanın ortak sorunudur.

Çevre sorunları ve çevre koruması gibi kavramlar özellikle geçen son 20-25 yıl içinde tüm dünya kamuoyunu etkileyen zaman zaman da uygarlığın geleceği konusunda toplumları ve bireyleri kaygıya düşüren kavramlar olmuşlardır.

Çevreye ilişkin sorunun çözümü için Ülkemizde yapılan çalışmalar çok sınırlı kalmıştır. Buna ilk neden olarak; araştırma kuruluşları çevre sorunlarının belirlenmesi ve çözüm yollarının saptanması açısından yeterli bir çalışma düzeyi gerçekleştirememişlerdir. İkincisi, kamu yönetimi çevre sorunları karşısında bilinçlenememiş ve bunun sonucu olarak ta gerekli ölçüde örgütlenememiş yada bu alanda yapılan çalışmalar yetersiz kalmıştır. Üçüncüsü bazı sanayi kuruluşları doğal kaynakların aşırı istismarında tam bir sorumsuzluk örneği vermiş ve aşırı kâr hedefi toplumsal bütün amaç ve ilkelerin üstünde tutulmuştur. Dördüncü ve bir diğer nedende toplum ve çevrenin korunması yada bozulan çevrenin yeniden kazanılmasında gerekli tepki ve duyarlılığı göstermemesidir.

Ülkemizde çevre hukuku yeni oluşmakta olup gelişmesini henüz tamamlamamış bir hukuk dalıdır. 2972 sayılı Çevre Kanunu 1983 yılında yürürlüğe girinceye kadar çevreye ilişkin hükümler değişik yasal düzenlemeler içinde dağınık olarak bulunmaktaydı. Çevre Kanununun çıkarılmasıyla bu konudaki önemli bir eksiklik giderilmiş ancak boşluk tamamıyla doldurulamamıştır. Bu yasaya ilişkin yönetmelikler oldukça geç çıkarılmıştır. Halen tüm düzenlemelerin tamamlandığını söylemek mümkün değildir.

Çevre kanunu ve buna bağlı olarak çıkarılan yönetmeliklerde Mülki İdari Amirlerine pek çok yetki ve beraberinde sorumluluk verilmiştir. Bunların en önemlileri, faaliyetin durdurması idari para cezası verme, denetim, ruhsat ve benzeri yetkilerdir. Bu yetki ve görevlerin bilinmesi çevre koruma olgusu konusunda en gerekli hususlardan biridir.

Düzenli,sağlıklı ve yaşanabilir bir hayat biçiminin temeli çevre sorunlarına tutarlı çözümler getirebilmenin sonucuna bağlıdır. Sağlıklı, düzenli ve huzurlu bir toplum, çevre sorunlarını en aza indirebilmiş toplumdur. İnsanlara yaşanabilecek bir çevre sağlama hususunda Mülki İdare Amirlerine bu sorumluktan önemli bir pay düşmektedir. Bu bakımdan çevreyle ilgili sorunların mülki amirlerce öncelikle ele alınması gereken konulardan biri olmaya başladığı muhakkaktır.

Nüfusun hızlı artışı, çarpık kentleşme, azalan, yok olan doğal kaynaklar, enerjinin sınırlılığı, çevrenin kirlenmesi problemleri, insanlığın geleceği konusunda öylesine karamsar bir tablo çiziyor ki bunun sonucu çevrenin çok tartışılan bir konu olması kaçınılmaz hale gelmektedir.

Çevre konusunda ortaya konan sorunların dünyada olduğu gibi ülkemizde de cevap verme arayışı içinde hukuksal ve idari düzenlemeler önemli bir yer almaktadır. Başta uluslar arası anlaşma ve sözleşmeler olmak üzere Anayasa, kanunlar ve diğer bağlayıcı ve diğer bağlayıcı kurallar hem yönetilenlerin sorumluluğunu artırıcı ve çevre kirlenmesini önleyici ve kirletenlere daha ağır yaptırımların uygulanmasını sağlayıcı yönde düzenlenmektedir.

Çevre hukukunun karma hukuk dallarından birisi olduğu görüşü yaygındır. Kamu hukuk-özel hukuk ayrımını özellikle Çevre Kanunu üzerinde yapmak çok daha zordur. 2872 sayılı Çevre Yasasının hukuk tarihimiz içinde yerinin oldukça yeni olması ve bu yasayla ilgili yönetmeliklerin daha yeni zamanlarda çıkarılmaya başlanmış olması nedeniyle yasa, uygulanabilirlik platformuna yeni yeni oturmaktadır.

2972 sayılı Çevre Yasası’nda dikkati çeken önemli unsurlardan en önemli bir tanesi yaptırımların daha çok “ İdari yaptırım “ olmasıdır. Söz konusu yasanın uygulanmasında mülki idare amirlerinin yetkisi, bilgilendirme ve izinden, ceza vermeye kadar son derece geniş tutulmuştur.

2972 sayılı Çevre Kanunu çevre koruma konusunda genel düzenlemeleri yapmış ve temel ilkeleri belirlemiş bulunmaktadır. Çevre Kanunu ile belirlenen temel ilke ve düzenlemelerin hangi tür kirlenme olgusunda ne şekilde önleneceği yönetmeliklerle belirlemiş bulunmaktadır. Bu yönetmelikler faaliyetin durdurulması yetkisi çevre kanuna bağlı yönetmeliklerde şu şekilde düzenlenmiştir.

• Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği, izne tabi tesislerin ve bu tesislerin kurulması ve işletmesindeki temel yükümlülüklerini belirlemiş bulunmaktadır. Yönetmeliğin 25.maddesinde, izne tabi tesisin işleticisinin sınırlama ve ek düzenlemelere uymaması durumunda, yetkili makamın bunlara uyuluncaya kadar tesisi kısmen veya tamamen işletmeden alıkoyabileceği hükmü yer almaktadır. Yetkili makam, aynı yönetmeliğin 5.maddesine göre mülki amirdir. 5.maddenin (e) fıkrası Sağlık Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı ile birlikte mülki amirlere de aynı yetkiyi vermiş bulunmaktadır. Mülki amirin işletmeyi faaliyetten men yetkisi yalnızca yönetmelikte yer alan sınırlama ve ek düzenlemelere uyulmaması ile sınırlı değildir. Yönetmeliğin 25/2 maddesi hükmünce tesisin gerekli izin alınmadan kurulmuş olması durumunda bu tesisler yetkili makam olan mülki amir tarafından kapatılabilir veya kaldırılabilir. Öngörülen kapatma veya faaliyetten men kararları Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliğinde yer alan usul, esas, önlem ve yasaklara uyulmaması durumunda alınacaktır.

Yönetmelikte ayrıca tesislerin faaliyetten men’inden başka “kişi”lerin men’i söz konusudur. 25.maddenin 3.bendi gereğince mülki amir bir tesisi çalıştırmakla sorumlu operatör veya kişinin çevrenin korunması için uyulması gerekli şartlara uymadıkları hakkında bilgi edinirse, tesisin bu kişi veya operatör tarafından işletilmesini men edebilecektir. Tesisi işleten kuruluş, tesisin güvenilir bir kişi tarafından işletilmesi için izin başvurusunda bulunabilir. Bu başvuru üzerine mülki amir tarafından verilen izin şarta bağlı olabilir.

Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliği izne tabi olmayan tesisler için de mülki amirlere faaliyetten men yetkisini tanımış bulunmaktadır. Yönetmeliğin 29.maddesinde izne tabi olmayan tesislerin kurulması ve işletilmesinde yükümlülükleri belirlemiş bulunmaktadır. Bunlar çevreye olan zararlı etkilerin teknolojik seviyeye uygun olarak azaltılmasına çalışılması, ileri teknoloji kullanılmasına rağmen ortadan kaldırılmayan çevreye olan zararlı etkilerin asgari düzeyde tutulması, tesislerin işletilmesi sonunda açığa çıkan atıklar ve artıkların uygun metodlarla ortadan kaldırılmasıdır. 31.maddede mülki amirlerin, 29.maddede yer alan hususların uygulanması için ek düzenlemeler getirilebileceği hükmü yer almaktadır. Bu düzenlemelerden beklenen fayda işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili tedbirlerle sağlanabiliyorsa bu tedbirlere de başvurulur. Bu hükme bağlı olarak getirilen bir düzenlemeye tesisin tesisin işleticisi uymazsa, tesis mülki amir tarafından getirilen düzenlemeye uıyuluncaya kadar kısmen veya tamamen işletmeden mülki amir tarafından faaliyetten alıkonabilir. (Md.32-1) Bir tesisin çevre üzerinde yarattığı zararlı etkiler insan hayatı, sağlığı ve mal varlığı üzerinde tehlike yaratıyorsa ve kamu menfaati başka metodlarla yeterince korunamıyorsa, yetkili makam, tesisin kurulması ve işletilmesini kısmen veya tamamen yasaklayabilir.(Md.32-2)

Yönetmelikte beşinci bölümde taşıtların uyması gereken şartlar belirlenmiş bulunmaktadır. Burada valilere hava kirliliğini önleme veya azaltmayı sağlama bakımından trafiğin sınırlandırılması konusunda bir yetki tanınmış bulunmaktadır. Maddeye göre “ hava kalitesinin belirli kritik değerlere ulaşması halinde veya hava akımlarının sınırlı olduğu bölgelerde valilikler geçici veya sürekli olarak trafiği sınırlandırılabilir, veya yasaklayabilir.”

Yönetmeliğin 53.maddesinde işletmelerin kurum ve kuruluşların özel durumlarda çalışmalarına sınırlandırma getirme veya faaliyetlerini durdurma yetkileri düzenlenmiştir. Hükme göre bir bölgedeki tesis ve yakıtların insan ve çevresi üzerindeki zararlı etkileri normal tedbirlerle ortadan kaldırılamıyorsa bu bölgeler valilikler tarafından özel koruma bölgesi olarak tespit edilebilir. Valilikler bu özel koruma bölgelerinde hareketli tesisleri çalıştırmamaya, veya bunlardan yüksek işletme teknikleri talep ederek çalıştırmaya,tesislerde yakıt kullandırmamaya veya sınırlı olarak kullandırmaya yetkilidirler.

• Gürültü Kontrol Yönetmeliğinde faaliyetin durdurulması yetkisi şu şekilde düzenlenmiştir. Yönetmelikte işitme sağlığı açısından kabul edilebilir en yüksek gürültü seviyeleri belirlenmiştir. Mülki amir tarafından veya görevlendirileceği görevliler tarafından yapılan kontrollerde yönetmenlikle belirlenmiş bulunan teknik gürültü sınırlarını aşan bir çalışma düzeni uyguladığı tespit edilen işyeri sahipleri ve kamuya ait işyeri yöneticilerine mahallin en büyük mülki amiri tarafından bir aylık süre verilerek durumu düzeltmelerin istenir. Endüstriyel makine araç ve gerecin gövdeleri ve egsozlarıyla yayılan hava kaynaklı seslerin aracın yapısal özelliğine, kaynağın yapı içindeki konumuna ve oturduğu yere ve bağlantılarına, çevredeki ses yansıtıcı diğer yüzeyleri ve yapı elemanı aracılığıyla yayılan darbe seslerinin ve mekanik vibrasyonların ise aracın yapısına, monte edilme şekline operasyon tekniğine, yapılan işe, bakımına ve kullanılan araç adedine bağlı olduğu göz önünde tutularak gürültü kontrolü yapılır. Bu gereği yerine getirmeyen imalathane ve işyerlerinin faaliyetleri kısmen veya tamamen, süreli veya süresiz olarak durdurulur. (Md.11-2)

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • ****
  • Join Date: Kas 2008
  • Yer: İzmir
  • 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Çevre Yasası
« Yanıtla #1 : 15 Aralık 2008, 05:22:42 »
32.maddede 11.maddeye paralel bir düzenleme ile bir diğer faaliyetten men yetkisi düzenlenmiş bulunmaktadır. Hükme göre “ her kim kasten veya ihmal ile bu yönetmelik ile getirilen;

• Sanayi, yol, inşaat makinalarının çalıştırılmasında , hizmete sokulması ve kullanılmasında yasaklara şantiyeler için belirlenmiş gürültü sınırlarına uymazsa,
• Karayolu taşıtları ile ilgili tedbirlere, gürültü sınırlarına ve yasaklara uymazsa,
• Taşıtların iç gürültü düzeyler için verilen sınır değerleri aşarsa,
• Havayolu taşıtları gürültü sertifikasına sahip olma zorunluluğuna uymazlarsa,
• Banliyo ve şehirlerarası trenler, ağır ve hafif metro için verilen gürültü sınırlarını aşarsa,
• İşyerleri için getirilen işitme sağlığı açısından düzenlemelere uymazsa,
• Yönetmelikte öngörülen önlemleri almaz ve yasaklara uymazsa,
• Gürültü verilerinin sağlanması ve denetime hazır bulundurulması,zorunluluğunu yerine getirmezse,
yönetmeliği ihlal etmiş olur.

Bu durumda, fabrika, atölye, işyeri, ve eğlence yeri sahipleri de mahallin en büyük mülki amirince verilecek bir aylık süre zarfında durumu düzeltmedikleri takdirde müesseseleri kısmen veya tamamen, süreli veya süresiz olarak kapatılır.

• Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliğinin 43.maddesinde mülki amirlerin faaliyetlerin durdurulması yetkisi düzenlemiştir. Hükme göre “... mahallin en büyük mülki amirince yapılan kontrollerde, tesisin işletme ruhsatına uygun olarak çalıştırılmadığının, ürün ve atık kalitesinin yönetmelikte istenen özellikte olmadığının, hava, gürültü emisyonlarının veya tesise ait atık sularının ilgili yönetmenliklerde istenen şartları sağlamadığının belirlenmesi halinde, hatanın giderilmesi için işletmeciyi, kontrolü yapan merci, yazılı olarak uyarır. Bu süre hatanın önemine ve kaynağına göre bir ay ile bir yıl arasında değişir, şehirden toplanan katı atığın özelliğinden dolayı hatanın düzeltilemeyeceği anlaşılırsa, ruhsatı veren merci tarafından, Bakanlığın da görüşü alınarak işletme ruhsatı iptal edilir.

Yönetmeliğin geçici 1.maddesinde yönetmeliğin yürürlüğe girdiği tarihten önce dolgusuna başlanan depoların,yönetmelikte öngörülen şartları taşımadıklarının belirlenmesi durumunda, 1 yıl içinde söz konusu sahada depolama işlemine son verme yetkisini mülki amire tanımış bulunmaktadır.

• Su Kirliliği Kontrolü Yönetmeliğinde 2.maddede yönetmelikte faaliyetlerin durdurulması konusunda yetkili idare olarak Sağlık ve Çevre Bakanları ile birlikte en büyük mülki amirleri de belirlemiş bulunmaktadır. 39.maddede atık su deşarj izni verilirken idare tarafından konulmuş hükümlere uygun şekilde deşarj yapılmaması durumunda sınırlandırılabileceği veya geri alınabileceği öngörülmüş bulunmaktadır.
Yukarıda, yönetmeliklerin incelenmesinde görüldüğü üzere yönetmeliklerde düzenlenen faaliyetin durdurulmasına ilişkin hükümler 2872 sayılı yasadaki düzenlemeye paralel yapıya sahip bulunmaktadırlar.

Tehlikeli Atıkların Kontrolü Yönetmeliği tehlikeli atıkların üretiminden nihai bertarafına kadar çevreye verilen zararların ortadan kaldırılmasına yönelik prensip, politika ve programların belirlenmesi için hukuki ve teknik esasları düzenlemek amacıyla yayınlanmıştır. Yönetmeliğin 7.maddesinde Valiliklerin görev ve yetkileri belirlenmiş bulunmaktadır. Bu hükme göre Valilikler diğer yetki ve görevlerle birlikte “İl sınırları içinde faaliyette bulunan ve bu yönetmelik kaps****** giren tesisleri tesbit ederek Çevre Bakanlığına bildirmekte, İl sınırları içinde atık taşınması ile ilgili faaliyet gösteren firmalara ve araçlara taşıma lisansı vermek, bu lisansı kontrol etmek, iptal etmek ve yenilemekle ve atık taşıması sırasında meydana gelebilecek kazalarda her türlü acil önlemi almak ve gerekli koordinasyonu sağlamakla görevli ve yetkilidir.

Tehlikeli atıkların kontrolü yönetmeliği üretimden nihai bertarafına kadar olan üretimi,ihracatı, ithalatı, yönetiminde gerekli teknik ve idari standartlar sağlanması, üretiminin kaynağında en aza indirilmesi, üretimin kaçınılmaz olduğu durumlarda üretildiği yere en yakın mesafede bertaraf edilmesi, bertaraf tesisi kurulması ve bunların kontrolünde Çevre Bakanlığı’na, Valiliklere Büyükşehir Belediyeleri ile belediyelere yetki ve görev vermiştir. Valilikler 5442 sayılı İl İdare Kanunu gereğince ilde ayrı ayrı her bakanlığa temsilcisi ve yürütme vasıtasıdır. Bu nedenle bakanlığın yapacağı iş ve işlemler Valilikler eliyle gerçekleştirir. Yönetmeliğin 25.maddesinde yer alan ve tehlikeli atıklar bertaraf tesislerinin lisans iptalinde Çevre Bakanlığı yetkili kılınmıştır. Ancak bu konuda gerek lisansa aykırı hususların tespiti gerekse iptal için girişimde bulunan birimi Valilik olarak belirlemek gerekmektedir.

Tıbbi atıkların kontrolü yönetmeliğinin amacı sağlık kuruluşlarından kaynaklanan tıbbi atıkların halk sağlığına ve çevreye zarar vermeden ayrı olarak toplanması, geçiçi depolanması, geri kazanılması, taşınması ve nihai bertaraflarının sağlanmasına yönelik idari teknik ve hukuki prensip, politika ve programlarının belirlenerek uygulanmasının sağlanmasıdır. Yönetmelik hangi sağlık kurumlarını kapsadığı 2,maddesinde açıklamıştır. Buna göre hastaneler, tıp, diş hekimliği, veteriner hekimlik eğitimi veren ve araştırma yapan kuruluşlar, tıbbi tahlil laboratuarları, kan ve kan ürünleri ile ilgili çalışma yapan yerler, laboratuarlar, sağlık ocakları, muayenehaneler, eczane ve ilaç depoları ve diğer kuruluşların bu yönetmelik kaps****** girdiğini belirtmiştir. Yönetmelik tıbbi atık üyelerinin üreticilerinin uyacakları esasları ve bunların nihai bertarafında uyulacak esaslar belirleyecek sorumluluğu atık üreticilerine, toplayıcılara, atıkların el değiştirdiği tüm taşıyıcılar ile nihai bertaraf edicilere varmıştır. Yönetmelikte evsel nitelikte atık, tıbbi atık, radyoaktif atık, tehlikeli ve tehlikeli olmayan kimyasal madde atığı tanımlaması yapılarak bunların ne gibi işleme tabii tutulan atıklar belirlenmiştir. 15.madde hukukuna göre yönetmelik kapsamında olan atıklarda üreten sağlık kuruluşlarından 20 yatak kapasitesini geçenler “geçici atık deposu” inşa etmekte yükümlüdürler.

Çevre hukuku yeni gelişen ve gelişmesini henüz tamamlamamış bir hukuk dalıdır. Niteliği itibariyle de kamu hukuku-özel hukuk ayrımı içerisinde tam yerini bulmamıştır. Bunun nedeni çevre ile ilgili hak ve yükümlülüklerde tarafların hem idari makamlar hem de özel hukuk işleri olabilmesidir. Çevre hukukunun henüz gelişmesini tamamlayamamış olması, çevre hukukumuz konusunda söylenecek sözün bitmediği ve en azından bir müddet bitmeyeceğinin göstergesidir.

Çevre Yasası 1983 yılında yürürlüğe girinceye kadar çevreye ilişkin hükümler mevzuat bölümünde de ele aldığımız gibi değişik yasal düzenlemelerde dağınık biçimde bulunmakta ve çevreye ilişkin diğer ülkelerdeki gelişmeler mevcut mevzuatın kıyas yoluyla uygulanmasıyla boşluk kapatılmaya çalışılmaktaydı. Çevre Yasasının çıkarılmasıyla bu konudaki önemli bir eksiklik giderilmiş ancak yeterli olmamıştır. Bu yasaya ilişkin yönetmelikler oldukça geç çıkarılmıştır. Süregelen durumda da henüz tüm düzenlemelerin tamamlandığını söylemek mümkün değildir.
















Türkiye'de Toprak Kirliliği Yasal Düzenlemeler


Anayasanın 44., 45.ve 56. maddeleri,

442 sayılı Köy Kanunu,

5556 sayılı Bataklıkların Kurutulması ve Bundan Elde Edilecek Topraklar Hakkında Kanun,

2690 sayılı Türkiye Atom Enerjisi Kurumu Kanunu,

3083 sayılı Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesin dair Tarım Reformu Kanunu,

3202 sayılı Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun,

2872 sayılı Çevre Kanunu,

4347 sayılı Mera Kanunu,

20814 sayılı Katı Atıkların Kontrolü Yönetmeliği,

Toprakların Amaçları Dışında Kullanılmasını Önlenmesine dair Yönetmelik,

Çevre Bakanlığı tarafından hazırlanan ve taslağı kurum görüşlerine sunulmuş olan “Toprak Kirliliği Kontrolü Yönetmeliği” .

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • ****
  • Join Date: Kas 2008
  • Yer: İzmir
  • 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Çevre Yasası
« Yanıtla #2 : 15 Aralık 2008, 05:23:09 »
2000’Lİ YILLARDA
KIRSAL ÇEVRE İLE İLGİLİ HUKUKSAL DÜZENLEMELER
Aşağıda başlıcaları örneklenen hukuksal düzenlemeler, kırsal çevre üzerinde dolaylı ve doğrudan etkili olabilecek yaptırımlar içermektedir. Bu yaptırımlar, ağırlıkla; i) arazilerin doğal olarak uygun oldukları amaçların dışında kullanılması; ii) kamu varlıkların özelleştirilmesi; iii) ekonomik gelişmenin çevre maliyetleri pahasına gerçekleştirilmesi amaçlarına yönelik içeriklere sahiptir. Ancak, kimi düzenlemelerde ise kırsal çevre üzerinde “olumlu” sayılabilecek uygulamalara dayanak olabilecek yaptırımlara da yer verilmiştir:

KANUNLAR
Sayı Konu Resmi Gazete
KHK 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun 17 Ocak 2000
KHK “ “ “ 23 Mayıs 2000
4569 6831 Sayılı Orman Kanunu’nda Değişiklik 24 Mayıs 2000
4562 Organize Sanayi Bölgeleri Kanunu 15 Nisan 2000
4629 Bazı Fonların Tasfiyesi Hakkında Kanunu 3 Mart 2001
4691 Teknoloji Geliştirme Bölgeleri Kanunu 6 Temmuz 2001
4721 Türk Medeni Kanunu (659. Maddesi) 8 Aralık 2001
4856 Çevre ve Orman Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunu 8 Mayıs 2003
4875 Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu 17 Haziran 2003
4999 6831 Sayılı Orman Kanunu’nda Değişiklik (1, 2,9,10,11,12, 27,41,58,100,116, vb ile Ek Madde 7 ve Ek Madde 8) 18 Kasım 2003
YÖNETMELİKLER
Konu Tarih
İmar Planı Yapılması ve Değişikliklerine Ait Esaslara Dair Yönetmeliğe Geçici Bir Madde Eklenmesi 29 Eylül 2000
23.6.1997 Tarihli Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliğine Geçici Madde Eklenmesine İlişkin Yönetmelik 29 Eylül 2000
26.9.1995 Tarihli Gayri Sıhhi Müesseseler Yönetmeliğine Bir Geçici Madde İlavesine Dair Yönetmelik 29 Eylül 2000
Tarım Arazilerinin Korunması ve Kullanılması 10 Ağustos 2001
“ “ “ “ 13 Haziran 2003
Çevre Denetimi Yönetmeliği 5 Ocak 2002
Çevre Bakanlığı Taşra Teşkilatı Görev, Yetki, Sorumluluk ve Çalışma Esasları Yönetmeliği’nin Bir Maddesinde Değişiklik Yapılmasına İlişkin Yönetmelik 23 Ekim 2002
Tarım İşletmelerinin Yeterli Tarımsal Varlığa Sahip Olup Olmadığının Tespitine Dair Yönetmelik 26 Ocak 2003
Sulak alanların Korunması Hakkında Yönetmelik 30 Ocak 2003
Ağaçlandırma Yönetmeliği 9 Ekim 2003
Çevresel Etki Değerlendirmesi Yönetmeliği 16 Aralık 2003
Mera Yönetmeliğinin 8. Maddesinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik 21 Ocak 2004
Tarımsal Kaynaklı Nitrat Kirliliğine Karşı Suların Korunması Yönetmeliği 18 Şubat 2004
Sulama Alanlarında Arazi Düzenlenmesine Dair Tarım Reformu Kanunu Uygulama Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılması Hakkında Yönetmelik 19 Mart 2004
Orman Sayılmayan Yerlerdeki Ağaç ve Ağaççıklardan Sahiplerinin Faydalanma Şekil ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 13. Maddesinde Bir fıkra Eklenmesine Dair Yönetmelik 15 Nisan 2004
Orman Amenajman Planlarının Hazırlanması ... Yönetmelik
ÖTEKİ DÜZENLEMELER
Konular Tarih
Anayasa Mahkemesi’nin 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 3373 sayılı yasayla değişik 17. Maddesinin üçüncü fıkrasındaki Anayasanın 169 ve 170. Maddelerine aykırılığı gerekçesiyle iptal kararı 8 Kasım 2003
(Karar: .12.2002)
Orman Toprak Laboratuvar Müdürlükleri ile Marmara Ormancılık Araştırma Müdürlüğü’nün kapatılması ile ilgili Bakanlar Kurulu Kararı 16 Mart 2004
(Karar: 7.2.2004)
6831 Sayılı Orman Kanunu’nun Çeşitli Maddelerini değiştiren 4999 sayılı yasanın kızılağaçlıklar ve aşılı kestaneliklerle ilgili maddelerinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesi Nisan 2004
GÜNDEMDEKİ DÜZENLEMELER
Anayasa Değişiklikleri (170 ve Ötekiler)
Kamu Yönetimi Temel Kanunu
4342 sayılı Mera Kanunu’nun Değiştirilmesi
AOÇ Mülkiyetinde Bulunan Bir Kısım Arazinin Devredilmesine İzin Verilmesi
6831 Sayılı Yasanın 17. Maddesinin Değiştirilmesi




Bütün dünyada olduğu gibi ülkemizde de çevre sorunları giderek artmakta ve toplumsal refahı tehdit altına alan bir özellik kazanmaktadır. Ülkemizde endüstrileşmenin sağlıksız gelişme eğilimleri göstermesi yanında hızlı nüfus artışı, göç ve kentleşme, çevre sorunlarının artmasına çevresel kalite değerlerinin bozulmasına, hatta bazı canlı türlerinin tehlike altına girmesine neden olmaktadır. Bu bağlamda bazı ülkelerin çevresel performans göstergeleri, alınan karşı teknolojik ve performans göstergeleri, alınan karşı teknolojik ve yönetsel önlemler nedeniyle giderek düzelirken, ülkemizin de içinde bulunduğu bir grup ülkede bu göstergeler oldukça olumsuz bir gidişat göstermektedir.
Şöyle ki:
* 2900 Belediyemizden sadece 45 tanesinde verimli çalışabilen arıtma tesisi bulunmaktadır. Bu durum Türkiye’deki kanalizasyon sularının yüzde 90’ının hiç arıtılmadan ırmaklara, göllere, denizlere ve topraklara bırakılması anl****** gelmektedir.
* Ülkemizde yılda 20 milyon tonun üzerinde katı atık üretilmektedir. Ancak, insan sağlığına ve doğaya zarar vermeyecek şekilde yapılmış çöp depolama alanı sayısı yalnızca 5’dir.
* Sanayileşmenin çevre ile uyumlu, planlı ve dengeli gelişmesinde önemli bir araç olan ve devletin kredi desteği ile kurulan mevcut 42 Organize Sanayi Bölgesinden sadece 8 tanesinde arıtma tesisi bulunmaktadır.
* Arıtılmadan deşarj edilen evsel ve endüstriyel nitelikli atık suların kirlettiği nehir ve göllerimizden yapılan tarımsal sulamalar, halen Trakya, Ege ve Çukurova gibi Türkiye’yi besleyen hayati önemdeki havzalarda ciddi boyutlarda tarımsal üretimin azalmasına ve kalitesinin düşmesine yol açmıştır. Ayrıca nehir ve göllerimizdeki kirlenme nedeniyle su ürünlerimiz azalarak yok olmakta, hatta bazı yerlerde toplu balık ölümlerine yol açan ekolojik felaketler yaşanmaktadır.
* Konut alanları ve sanayi tesislerinin büyük çoğunluğunun verimli topraklar üzerinde kurulmasından kaynaklanan amaç dışı kullanımlar nedeniyle, tarım alanlarımız bir daha kullanılamayacak şekilde yok edilmektedir. Son yıllarda giderek artan turizm ve ikincil konut taleplerinin, verimli sebze ve meyve bahçelerimizi betonlaştırması sonucu doğal güzelliklerimiz yok olurken bu alanların ekonomik potansiyelleri de azalmaktadır.

* Ülke içi kaynaklar yanında, başta Tuna Nehri olmak üzere ülke dışı kaynaklardan gelen kirletici maddelerin denizlerimizde yol açtığı kirlenme nedeniyle, başta balıkçılık olmak üzere su ürünleri üretimimiz miktar ve kalite olarak her geçen gün azalmaktadır.
* Atmosfere verilen zehirli gaz emisyonları sonucu oluşan asit yağmurları, ormanlarımıza, tarlalarımıza ve su kaynaklarımıza zarar vermektedir. Ayrıca global boyutlarda yaşanan “ozon tabakasının delinmesi” ve “sera gazı” etkisi gibi çevre sorunları doğal olarak ülkemizi de etkilemektedir.
* Ülkemizde tarımsal üretimdeki verimi artırmak amacıyla yılda ortalama 33 bin ton zirai mücadele ilacı ve 4 milyon ton kimyasal gübre kullanılmaktadır. Ancak gübre ve tarım ilaçlarının bilinçsizce kullanılması nedeniyle beklenilen ekonomik verime ulaşılamadığı gibi su kaynaklarımız ve topraklarımızda kalıcı kirlenmeler görülmektedir.
* Ülke topraklarımızın yüzde 75’i yoğun erozyon baskısı altındadır. Ormanlarımızın, çayır ve meralarımızın tahrip edilmesi, eğimli arazilerde tekniğe uygun sürüm ve sulama yapılmaması gibi nedenlerle verimli topraklarımız deniz, göl ve barajlara taşınmaktadır. Toprak kayıpları yanında barajlar dolduğundan ekonomik ömürleri kısalmaktadır.
* Son yıllarda başta Avrupa Topluluğu olmak üzere çeşitli ülkeler, çevre değerleri gözetilmeden üretilen ve çevre dostu olmayan ürünlerin ithal ve ihracatına büyük sınırlar getirmektedirler. Ülke ekonomisine büyük katkılar sağlayan tarım ve sanayi ürünlerimizin ihracatının engellenmemesi ve ülkemiz aleyhine yapılacak olumsuz propagandaların önlenmesi için, üretim faaliyetlerimizin çevre ile uyumlu olması büyük önem kazanmaktadır.
Ülkemizde çevre kirliliğinin önlenmesi ve kontrolü açısından bugüne kadar alınan tedbirlerin yetersizliği, giderek artan çevre sorunlarına yol açarak insan mutluluğunu, refahını, yaşamını tehlikeye atacaktır. Bunun yanında doğal kaynakların yok olması sonucu, üretim olanaklarındaki azalma, büyümede de ani ve hızlı bir azalmayla sonuçlanacaktır. Çevre, kalkınmanın hem kaynağı hem de sınırıdır. Çevre ile kalkınma arasındaki bu ilişki sürdürülebilir kalkınmanın temelini oluşturmaktadır.
Kıyı bölgeleri Türkiye’nin en değerli ekonomik ve çevresel varlıkları arasındadır. Ülkenin başlıca ekonomik büyüme merkezlerinin kıyılar boyunca 20’ye 40 km. genişliğinde bir şerit oluşturan Akdeniz bölgesinde yer almış olması kıyı alanlarındaki nüfus yoğunluğunda görülen hızlı artışların da bir göstergesidir. Özellikle Akdeniz kıyı alanlarının doğal ve ekonomik özellikleri ve farklı ekonomik faaliyetler için sunduğu avantajlar çevre korunmasına bütüncül bir yaklaşımı gerekli kılar. Hem nitelik, hem de yoğunluk açısından farklılıklar gösteren çevresel etkiler evsel ve endüstriyel atık suların arıtılmadan direkt deşarjı nedeniyle kıyıların doğal yapısının ciddi ölçüde bozulmasına kadar varan çeşitlilik gösterir.
Antalya, Mersin ve İskenderun limanları özellikle Akdeniz bölgesindeki hareketliliğin çok önemli unsurlarıdır. Bunlardan Mersin limanında rafineriler ve petrol işleme tesisleri, İskenderun limanında ise demir çelik ve gübre fabrikaları bulunmaktadır.
Güney Akdeniz kıyısı yoğun tanker trafiğine maruz olup, bu faaliyet kıyı şeridi yakınlarında petrol kirliliği yaratmaktadır.
Akdeniz bölgesinde çok değişik tipte endüstri yer almaktadır. En yaygın olarak görülen endüstri tipleri tekstil, gıda, kimya endüstrileri, gübre, boya, metal işleme, kaplamacılık, seramik ve toprak ürünleri ile kağıt sanayidir. En kirletici sanayiler arasında yer alan bu tesisler bölgede önemli ölçüde hava, atık su, katı ve tehlikeli atık problemlerine neden olmaktadır. Bunun yanı sıra ülkemiz turizm giderlerinin yaklaşık yüzde 25’ini oluşturan yat turizmi aktivitelerinin büyük kısmı da Akdeniz bölgesi kıyılarında gerçekleştirilmektedir.
Yat turizmi aktivitelerinde karşılaşılan sorunlarla ilgili olarak, tekne sintine suları, atık yağlar, katı atıklar ile ilgili problemler en başta gelenlerdir. Ayrıca bu sektörde hizmet veren yerlerin yeterli alt-yapıya sahip olmamaları, denetim ve yaptırım açısından mevzuatın yetersizliği ve uygulanamaması gibi sorunlar bu sektördeki potansiyeli oluşturan tüm doğal değerlerin mevcut kalitelerini kaybetmemelerine neden olmaktadır. Eğer kısa vadede bu sektördeki sorun ve yetersizliklere çözüm bulunmazsa, uzun vadede bahse konu değerlerin tümünü kaybetmek kaçınılmaz olacaktır.
SULARA ZARARLI MADDE DÖKÜLMESİ'NİN CEZA HUKUKU AÇISINDAN 1380 SAYILI SU ÜRÜNLERİ YASASI ÇERÇEVESİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • ****
  • Join Date: Kas 2008
  • Yer: İzmir
  • 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Çevre Yasası
« Yanıtla #3 : 15 Aralık 2008, 05:23:27 »
Suçun Maddi Unsurları:

1380 sayılı yasanın 20. maddesi, iç suların ve denizlerin kirliliğe karşı korunmasını düzenlemiştir. Bu korumanın nasıl yapılacağı konusunda Su Ürünleri Yönetmeliğine yollama yapılmıştır.



Buna göre;

1. Su ürünleri sağlığına, Bunları tüketenlerin veya kullananların sağlığına, İstihsal vasıtalarına, malzeme, teçhizat, alet ve edevata,

Zarar veren maddelerin;
a. İç sulara ve denizlerdeki istihsal yerlerine veya civarlarına dökülmesi,
b. İç sulara ve denizlerdeki istihsal yerlerine veya civarlarına döküleceği şekilde tesisat yapılması, yasaktır.

2. Bakanlığın izni olmaksızın su ürünleri istihsal yerleri ile civarında ilaçla zirai mücadele uygulanması, yasaktır.
Yasağa konu fiiller suçun maddi konusunu oluşturur. Seçimlik hareketli bir suç söz konusudur. Yukarıda sayılan fiillerden bir yada birkaçının işlenmesi durumunda suç oluşacaktır.

Hangi maddelerin dökülmesinin yasak olduğu yönetmeliğin sonunda EK-5 sayılı listede gösterilmiştir.

Maddede istihsal yerleri tabiri geçtiğinden istihsal yerlerinin nereleri olduğu hususunun belirlenmesi gerekmektedir. İç sularda böyle bir işleme gerek yoktur. Çünkü tüm iç sular istihsal yeri olarak kabul edilmiştir. Denizlerde ise istihsal yerlerinin belirlenmesi işlemi ise su ürünleri yasasının 5 ve 6. maddelerine göre belirlenmektedir. Büyük ölçüde bu işlem tamamlanmıştır. Ve resmi gazetelerde ilan edilerek yürürlüğe girmiştir. Bir yerin su ürünleri üreme ve istihsal yeri olup olmadığı hususunun mahalli tapu idaresine sorularak öğrenilmesi mümkündür.

Su Ürünleri Yönetmeliğinin 11. maddesinde sulara dökülmesi yasak olan maddelerle ilgili yapılacak işlem ve yöntemler gösterilmiş, 12. maddesi ise zararsız hale getirilen atıklara ilişkin düzenlemeler getirmiştir. 11. maddeye ilişkin EK-5 sayılı listede içsulara ve denizlerdeki istihsal yerlerine dökülmesi yasak olan zararlı maddeler belirtilmiş ve bu maddelerde gösterilen değerler alıcı ortama ait kabul edilebilir değerler olarak belirlenmiştir. Yani su ürünlerinin yaşaması için bu değerlerin üstünde olan limitler kabul edilemez. 12. maddeye göre "Sulara boşaltılacak zararlı atıklar yönetmeliğinin 6 sayılı ekinde gösterilen kabul edilebilir değerlere indirildikleri takdirde iç sulara ve denizlerdeki su ürünleri üretim yerlerine dökülebilir. Burada arıtma tesisi zorunluluğu getirilmiş olmaktadır. Yönetmeliğe ekli listede atıklarda aranacak fiziksel-kimyasal özellikler ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Radyoaktif maddeler hiçbir şekilde sulara bırakılmayacaktır."

"...döküleceği şekilde tesisat yapılması..." cümlesinden anlaşılması gereken nedir? Kanımızca, İstihsal sahalarına zarar verecek atık madde üreten bir tesisin, arıtma tesisatı yanında arıtmaya sokmadan arıtmayı by-pas edecek başka bir tesisatı varsa veya arıtma tesisatı hiç kurulmamış ise bu durum söz konusu olur.
Bu durum teşebbüs hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağı açısından üzerinde durulması gereken bir noktadır.

Yasanın 36/d bendi 20. maddeye göre çıkarılacak yönetmelikteki yasak, tahdit ve mükellefiyetlere riayet edilmemesi halini suç saymış, yönetmeliğin 11 ve 12. maddelerinde yasanın tekrarından söz edilerek konuyla ilgili açıklık getirilmemiştir.

Bu durumda yorum yoluyla uzman kişilerin, konuyla ilgili yetkili bakanlık görevlilerinin raporlarına dayanılarak ceza verilmesi mümkün olabilecektir. Kanaatimizce zarar verici maddelerin dökülmesine gerek yoktur. Seçimlik hareket söz konusudur. "veya" tabiri kullanılmıştır. Görünüm, yapı ve teşkilat yapısı itibariyle sulara zararlı madde dökme izlenimi veren tesisat sahiplerine ceza verilecektir. Bir tehlike suçudur. Suçu başlangıçta önlemeye yönelik bir düzenlemedir. Henüz zarar gelmeden önlem alınmıştır. Suçun oluşması için tesisatın yapılmış olması gerekir. Henüz tesisat tamamlanmamış olmakla birlikte tesisatın yapısı ve görünümü itibariyle sulara zararlı madde dökeceği şekilde bir konumda ise bu durumda tespit işlemi yapılmış ise eksik teşebbüs hali söz konusu olabilir. Bu konuyla ilgili uzman kişilerce hazırlanacak rapor sağlam verilere, objektif kriterlere dayanmalıdır.

Yasanın 20. maddesi ile ilgili yönetmelik maddeleri 11 ve 12. maddelere aykırı olarak izin alınmadan ilaçla zirai mücadele yapılmış ve belirlenen değerlerin üzerinde zarar verici bir faaliyet söz konusu olursa suç oluşacak mıdır? Bu faaliyeti özel yada kamusal nitelikteki kuruluşlar yapmış ise kimi sorumlu tutacağız. Emirleri ifa eden işçiler sorumlu tutulacak mıdır?

Kanımızca izinsiz bir şekilde faaliyet yapılır ve belirlenen değerlerin üzerinde zarar verici bir faaliyet söz konusu olur ise suç oluşacaktır. İzin almakla görevli ve yetkili bulunan ancak bu izni almayan özel yada kamusal kuruluşun sorumlu ve yetkilisi kim ise ceza da ona tayin edilecektir. Emri alan ve ifa eden işçiler ise iştirak hükümleri uyarınca sorumlu tutulmaları gerekir. Çünkü suç ve cezaların kanuniliği ilkesi söz konusudur. Ayrıca anayasada açıkça "konusu suç teşkil eden emir yerine getirilmez" hükmü vardır. Üstün asta konusu suç teşkil eden emir vermesi durumunda ast uyarıda bulunur, yazılı olarak emri vermesini ister, Üst suç teşkil eden emri yazı ile asta bildirirse, ve ast fiili işlerse bu durumda üst sorumludur. Dolayısıyla bu durumda böyle bir yazının mevcudiyeti aranmalıdır. Aksi takdirde iştirak eden kişilerin tamamı sorumludur. Emri veren ise azmettiren sıfatı ile sorumludur.
Ticari amaçlı su ürünleri avcılığını düzenleyen 35/1 sayılı sirkülerin 36. maddesinde ise konu ile ilgili hükümler vaaz edilmekte ancak bu hükümle yönetmeliğe atıf yapılmakta ve aynı şeyler tekrar edilmektedir.

Suçun Manevi Unsuru: Genel kasttır. Zarar verme iradesi olmasa dahi fiilin işlenmesi sonucunda zarar meydana gelmiş veya gelme tehlikesi mevcut ise genel kast söz konusudur.
Suçun Failleri-İştirak: 1. fıkrada yasağa aykırı hareket eden kişilerdir. 2. fıkrada ise "tesis sahipleri" ifadesi kullanılmıştır. Tesis sahipleri ifadesinden anlaşılması gereken nedir? Tesisin birden fazla sahibi-ortağı yada ortakları bulunması durumunda veyahut tesisin özerk, özel veya kamuya ait olması durumunda ceza kime tayin edilecektir? Kuruma ait hangi belgeler ve kararlar dikkate alınarak işlem yapılacaktır? Tesis sahibi olmamakla birlikte tesis sahibinin sorumlu kıldığı kişi tarafından (örneğin genel müdür) işlenirse bu kişiyi sorumlu tutmak mümkün müdür?

Bu bentteki ceza hükmünde tesis sahipleri ifadesi ile suçun faili bir gerçek kişi olarak gösterilmektedir. Bu nedenle hem anayasal ilkeler hemde cezaların şahsiliği ilkesi bakımından tüzel kişiliği sorumlu tutmak mümkün olmaz. Özel bir kuruluş söz konusu ise kuruluşun sahibi sorumludur. Yasayı geniş yorumlamak gerekir. Tesis sahibi tarafından sorumlu ve yetkili kılınan kişi örneğin genel müdür tarafından fiilin işlenmesi ve tesis sahibinin bundan haberi olmaması durumunda genel müdürü sorumlu tutmak icap eder. Eğer tesis sahibi azmettiren veya doğrudan doğruya beraberce fiile iştirak eden konumunda ise TCK 64. maddesi hükümleri uyarınca birlikte sorumluluk esasını kabul etmek gerekir. Eğer kirletici kuruluş bir kamu kuruluşu ise kuruluşun başında sorumlu ve yetkili bulunan genel müdürü cezaların şahsiliği ilkesi uyarınca sorumlu tutmak gerekir. Çünkü tesisin yetkilisi kendisidir. Hiyerarşik silsile içerisinde veyahut vesayet hükümleri uyarınca kuruluşu temsile kendisi yetkilidir. Dolayısıyla kuruluşun kirletici faaliyetlerinden de bizzat kendisi sorumludur. Ön ödeme tebligatı genel müdüre yapılmalıdır. Birden fazla ortak olması durumunda ise şirket mukavelesine bakmak gerekir. Şirketin veya kuruluşun yönetim kurulu başkanı kim ise ön ödeme tebligatı ona yapılmalıdır.

Görev: 1380 sayılı yasanın 32/2. fıkrasının açıklığı karşısında Asliye Ceza Mahkemesidir. Faaliyetten men ve tesisin zarar vermeyecek hale getirilmesi ve koşulları oluştuğu takdirde tesislerin yeniden faaliyetine izin verilmesi hususları da aynı mahkemenin görevi dahilindedir.
Yaptırım: a. Kişiler tarafından yasaklara riayet edilmemişse yasanın 36/d-1 bendi uyarınca 346.785.517 TL'den, 2.271.445.141 TL'ye kadar ağır para cezası (2003 yılı itibariyle) tayin edilecektir. Tayin edilecek ceza, suç tarihi itibariyle TCK 19. maddesinin alt sınırıdır. Suç ön ödemeliktir. Ön ödemeye uyulmaması halinde mahkemece, öngörülen asgari para cezası 1/2 oranında arttırılır.
b. Yasak fiiller fabrika, imalathane ve atölye gibi tesis sahipleri tarafından işlenildiği takdirde 2.271.445.141 TL' den 22.714.451.411 TL'ye kadar ağır para cezası (2003 yılı itibariyle) tayin edilecektir. Suç ön ödemeliktir. Alt sınır üzerinden ön ödeme tebligatı yapılmalıdır. Ön ödemeye uyulmaması halinde mahkemece, öngörülen asgari para cezası 1/2 oranında arttırılır.

Çevrimdışı Aşık-ı sadık

  • ****
  • Join Date: Kas 2008
  • Yer: İzmir
  • 840
  • +230/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Âşîk-ı sâdık
Çevre Yasası
« Yanıtla #4 : 15 Aralık 2008, 05:23:52 »
Bu maddede öngörülen ağır para cezasının yanında ilave olarak kirletici kuruluşların faaliyetlerinin durdurulmasına ve masrafları kendilerine ait olmak üzere tesisleri zarar vermeyecek hale getirilmesine karar verilir. Dolayısıyla seçimlik bir ceza değil, para cezası yanında faaliyetten men ve tesisin zarar vermeyecek hale getirilmesi gibi diğer yasalarda mevcut olmayan bu hükümle su kirliliği ile ilgili caydırıcılığın sağlanması hedeflenmiştir. Gerçekten kirliliğe sebebiyet veren kuruluşlara arıtım tesislerini yapana kadar tesis kapama cezası öngörülmesi hiçbir yasada öngörülmeyen ve yaptırım olarak gayet yerinde bir cezadır.

Mahkemece faaliyetin durdurulması kararının verilmesi halinde kararın infazını gerçekleştirecek olan kurum su ürünleri ile ilgili ve görevli kuruluş olan Tarım ve Köyişleri Bakanlığı il yada ilçe müdürlükleridir. Bu makam yerel kolluk kuvvetleri ile işbirliği içerisinde kararı infaz eder ve durumu takip ederek Cumhuriyet Başsavcılığına bilgi verir.

Tesislerle ilgili faaliyet durdurma kararını veren yerel Asliye Ceza Mahkemesi, 36/d-3 bendi uyarınca tesislerde 20. maddeye aykırılık teşkil eden durumun kalktığını bildirir Tarım ve Köyişleri Bakanlığının raporu gelmediği müddetçe re'sen tesislerin yeniden faaliyetine izin veremez. Emredici bir hükümdür. Ayrıca başka bir mahkeme tarafından dahi karar verilemez. Aynı mahkeme olması zorunludur. Aksi hal bozma nedenidir.

Kovuşturma: Kamu davasıdır. Re'sen 3005 sayılı yasanın 1. ve 4. maddelerindeki yer ve zaman şartlarına bakılmaksızın meşhut suç hükümleri uyarınca kovuşturma yapılır.
Zamanaşımı: TCK 102/4 maddesi uyarınca 5 yıldır. TCK. 104/2 maddesi uyarınca bu süre en fazla 7.5 yıla kadar uzar.
Teşebbüs: Suçun maddi unsurlarında açıklanan 1-a) bendindeki fiiller, neticesi harekete bitişik suç (sırf hareket suçu ) nevinden olduğundan teşebbüse elverişli değildir. 1-b) bendindeki fiiller yönünden ise eksik teşebbüs söz konusu olabilir.
Teselsül: Yasa "veya" tabirini kullandığından seçimlik bir hareket söz konusudur. Suçun maddi unsurlarında açıklanan 1-a) bendindeki fiiller yönünden mütemadi suç söz konusudur. Dökme eylemi bir defa olabileceği gibi, kesik kesik birden fazla da devam edebilir. Yani hareketin neden olduğu sonuç belirli bir süre kesintiye uğramadan devam eder. Fail aynı zamanda neticeyi ortadan kaldırma gücüne de sahiptir. Burada eylem tek olup, belirli bir sürede yapıldığı için süreç içerisinde yapılan hareketler tek eylemi oluşturur ve onun içindedir, tek eylem tek neticeye vücut verdiğinden ötürü müteselsil suç düşünülemez. Suçun maddi unsurlarında açıklanan 1-b) bendindeki fiiller yönünden ise hareketin türü itibariyle teselsül söz konusu olamaz. İlaçla zirai mücadele fiilinde ise teselsülün varlığı araştırılmalıdır.

İçtima: Çevre Yasasının 27. maddesinde ise özellik arz eden bir durum öngörülmüştür. Buna göre Çevre Yasasına aykırılık teşkil eden idari para cezası öngörülen fiil, diğer kanun hükümlerince de cezalandırmayı gerektiriyorsa TCK'nun 79. maddesinde öngörülen fikri içtima kuralları nazara alınmayarak hem Çevre Yasasındaki idari cezalar hem de diğer yasalardaki cezalar ayrı ayrı tatbik olunacaktır. Kanımızca, 1380 sayılı yasanın 20. maddesine aykırılık durumunda hem 1380 sayılı yasanın 36/d bendi hem de Çevre Yasasında öngörülen (md. 20) idari para cezası uygulanmalıdır.
Tekerrür: Aynı suçun tekrarı halinde TCK 81/2 maddesi uyarınca özel tekerrür hükümleri uygulanır. Kanaatimizce önceki suç bu fıkrada öngörülen suçun dışında 1380 sayılı yasada öngörülen bir başka suç olup, tekerrür koşulları oluşmuş ise yine TCK 81/2 maddesi uyarınca özel tekerrür hükümleri uygulanmalıdır.
Müsadere: Düzenlenmemiştir.

Müdahale: Tarım ve Köyişleri Bakanlığı müdahil bakanlık durumundadır. Hazine vekiline tebligat yapılabilir. Ancak zorunlu unsur değildir. Hazine vekilinin müdahale talebi konusunda mutlaka olumlu karar verilmelidir. Çünkü suçtan doğrudan doğruya zarar görme ihtimali bulunan ve yasa ile su ürünlerini koruma ve kontrol ile görevli ve yetkili kılınan Tarım ve Köy işleri Bakanlığıdır. Müdahale talebinin reddi bozma nedenidir.

Konuyu Ceza Hukuku açısından irdeledikten sonra aşağıdaki açıklamaları yapmakta yarar görüyoruz.

"Türkiye'de su kirliliği ile ilgili 1380 sayılı Su Ürünleri Yasasının yanı sıra başka yasalarda bulunmaktadır. Bunlar 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu, 1580 Sayılı Belediye Kanunu, 618 Sayılı Limanlar Kanunu, 2872 Sayılı Çevre Kanunu ve 2692 Sayılı Sahil Güvenlik Kanunu bu yasalar arasında sayılabilir.

1380 sayılı Su Ürünleri Yasasının 20. maddesi sulara zararlı madde dökülmesine ilişkin esasları öngörüp, yasanın 36/b maddesi 20. madde hükmüne uymayanları cezalandırırken, 9.8.1983 tarihli 2872 sayılı Çevre Yasası, daha modern hükümler iddia ederek karada, havada ve denizde, iç sularda insan ve diğer canlıların varlık ve girişimlerini sürdürmeleri için gerekli olan şartların bütününü bozan her türlü hareketleri yasaklamış olup, çevreyi kirletenler ve çevreye zarar verenler sebep oldukları kirlenme ve zararlardan dolayı Çevre kanununun 28. maddesine göre kusur şartı aranmaksızın sorumlu tutulmuştur. Bu suretle Kusursuz sorumluluk ilkesi kabul edilmiştir."

"2872 sayılı Çevre Kanununun amaç maddesi, diğer kuruluşların kanunlarında yer alan amaçları kapsamaktadır. Bu nedenle çelişkiler ortaya çıkmaktadır. Buna en iyi örnek çevre konuları ile ilgili 1380 ve 2872 sayılı kanunlara ilişkin mevzuat arasındadır. 1380 sayılı Su Ürünleri Kanununa ilişkin olarak çıkarılan Su Ürünleri Yönetmeliğinde yer alan su kirliliği parametreleri ile 2872 sayılı yasaya bağlı olarak çıkarılan Su Kirliliği Kontrol Yönetmeliğinde yer alan parametreler arasında uyum yoktur. Bu durum arıtım tesisleri kurulurken karışıklıklara yol açmaktadır. Bu konuda parametreler açısından uygulanması daha kolay olan su kirliliği kontrol yönetmeliği tercih edilmektedir. Her iki mevzuatın uyumlu hale getirilmesi yararlı ve zorunludur."

Yukarıda bahsedilen Çevre Kanununun 20. maddesini değiştiren 4.6.1986 tarih 3301 sayılı yasanın 4. maddesi hükümlerine göre bütün sahillerimizde akarsularımızda Marmara Denizi, İstanbul ve Çanakkale boğazlarında, liman ve körfezlerimiz, tabi ve akarsularımızda kirletme yasağına uymayan gemiler ile deniz vasıtalarına verilecek cezalar gösterilmiştir. Çevre Yasasının 24. maddesinde kirlilik ile ilgili cezaların doğrudan doğruya mahallin en büyük mülki amiri tarafından verilmesi öngörülmüş, verilen cezaların 6183 sayılı kanun hükümlerine göre mal memurluğunca tahsil edileceği düzenlenmiştir.

Gemiler için verilecek cezalarda ikili bir ayrım yapılmıştır. Buna göre Büyükşehir belediye hudutları içerisinde, ceza verme yetkisi Büyükşehir Belediye Başkanlığına, Büyükşehir Belediye hududu dışında kalan denizlerimizde ise mülki amirlerin ceza verme yetkileri saklı kalmak koşulu ile cezalar doğrudan doğruya Sahil Güvenlik Bot Komutanlıklarına aittir.

Yukarıda zikredilen yasaların çoğunda idari para cezası öngörülmüştür. Sadece 1593 sayılı yasada adli cezaya ilişkin hüküm vardır. Ancak konumuzla ilgili olmadığından değinmekte yarar görmüyoruz. Ayrıca sözü geçen diğer yasalardaki idari para cezaları da konumuz dışında olduğundan ayrıntıya girmiyoruz.

Tüm bu yasal düzenlemelere rağmen yasa ile ilgili etkin bir denetim yapıldığını söylemek olanaksızdır. Gerek denizlerimiz gerekse iç sularımız gün geçtikçe daha fazla kirlenmekte bu da su ürünleri yaşamını olumsuz yönde etkilemektedir.

Gerçekten de Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre; imalat sanayisindeki tesislerin % 68'inde arıtma tesisi yoktur. Bunların % 20'si kamuya ait fabrikalardır. Arıtma tesisi olan % 32'lik kısmın % 20'si sanayileşmenin yoğun olduğu İstanbul ve Çorlu'da olup, Adana ve civarında bu oran % 2'lere kadar düşmektedir. Sanayisi gelişmiş pek çok şehirde ise arıtma tesisi hiç yoktur. Arıtma tesisi olan firmalarında yaklaşık % 40'ı bu tesisleri işletirken, % 60'ı ciddi şekilde işletmemektedir.

Doğal kaynaklarımızın korunmasından önemli bir faktör olan arıtma tesislerinin kurulmaması yada kurulduktan sonra verimli bir şekilde çalıştırılmaması sonucunda denizlerimiz ve iç sularımız olumsuz yönde etkilenmekte ve bu kaynaklarımızın kullanım süreleri azalmaktadır.

Tüm bu durum göstermektedir ki 1380 sayılı yasa ile öngörülen caydırıcı durum, fiiliyatta etkin kontrol yapılmaması yada göz yumulması sonucu yasa ile korunmak istenen hukuki yarar gerçekleştirilememiştir.

Uygulamada Çevre Kanununun tarif ettiği çevrenin korunması amacına yönelik teşkilatlar, yönetmelikler ve mevzuat tamamlanmıştır. Ancak uygulamada yasal mevzuat içerisinde gemilerin denizi kirletmelerine ilişkin olarak öngörülen "Gemi ve Deniz Araçlarına Verilecek Cezalarda Suçun Tespiti ve Cezanın Kesilmesi Usulü İle Kullanılacak Makbuzlara Dair Yönetmelik" ve 2872 sayılı Çevre Kanununun hükümleri dikkate alındığında hak ve nasafet ilkelerine uymayan durumlarla karşı karşıya kalındığı gözlenmektedir. Karada bulunan kirletici kuruluşlara verilen cezaların en üst limiti gemilere verilen kirletme cezalarının en alt limiti durumundadır. Ayrıca gemilerden kaynaklanan kirlenmelerde geminin grostonu dikkate alınmakta kirlenmenin boyutu ne olursa olsun baz alınması gereken bu durum göz ardı edilmektedir. Ayrıca gemilerden kaynaklanan kirlenmenin tespiti yöntemi için sadece tutanak tanzimi yeterli olmaktadır. Uygulamada standart laboratuar gibi yöntemler kullanılmakta, derhal olay mahallinde kirliliği ölçen analiz cihazları ise kullanılmamaktadır.

Her yıl düzenli olarak Resmi Gazetede yayımlanan 2872 Sayılı Çevre Yasasında öngörülen idari para cezalarının yeniden değerleme oranı nispetinde arttırılması sonucunda görülmektedir ki tayin edilen idari para cezaları hakkaniyet ölçüleri ile bağdaşmamaktadır. Kaldı ki yukarıda belirtilen ve Su Ürünleri Şurasında değinilen ve kesin nitelikte olduğu DİE verilerine dayanan rakamlar dikkate alındığında kara eksenli bulunan sulara zararlı madde döken kuruluşlarla ilgili mevzuatın işletilemediği, gemilerle ilgili mevzuatın ise hak ve nasafete uymayacak biçimde işletildiği görülmektedir. Bu durumun en kısa süre içerisinde yapılacak yasal düzenlemelerle giderilmesi gerekmektedir.