NAZM
İki canibden ol iki müştak
İkisi bile mübtela-yı firak
Birbirine heman eriştiler
Ağlaşıp, sarmaşıp, görüştüler.
Bundan sonra Şam'a gelip, onda kalıp, Habil ve Kabil orada dünyaya gelip, yine Hindistan'a gitmişlerdir. Ömürlerinin süresi ikibin sene oldukta; hazreti Adem aleyhisselam Serendib adasında; ondan kırk yıl sonra hazreti Havva Cidde'de vefat etmişlerdir.
Bundan sonra Adem ile Havva'nın zürriyetleri yeryüzünü meskûn ve mamur etmişlerdir. Hazreti Adem aleyhisselamın neslinden ice bin kimseler nübüvvete ermişlerdir. Hazreti Adem'den altıbin sene geçtikte; Mekke-i Mükerreme'de hazreti İsmail evladından, Kureyş Kabilesinden, Haşim Oğullarından Abdullahl'ın sulbünden Muhammed Mustafa sallAllahü taâlâ aleyhi ve sellem hazretleri dünyaya gelip, kırk sene velayet zevkiyle safalar sürmüştür. Kırkbir yaşında bütün insanlara ve cinlere peygamber olup, onüç sene Mekke'de kâfirlerden cefalar görmüştür. Mekke'de mağlûp iken, Medine'ye hicret etmiştir. Hicretin onuncu senesi Mekke4ye galip gelip fethederek, yine Medine'ye gitmiştir. O seni Medine'de yaşı altmışüç yıla yetmiştir. O sene de Medine'de vefat etmiştir. Bizim Peygamberimiz sallAllahü aleyhi ve sellem odur ki: Peygamberlerin sonuncusudur, ondan sonra peygamber gelmez, şeriatı kıyamete dek bâkidir; ortadan kaldırılmaz, değiştirilmez, hükümleri bozulmaz. Hicretten bu zamana gelinceye dek ay senesine göre tarih, binyüz yetmişe, yetmiştir. (H. 1170 / M. 1756). Şu halde zamanın sonu olup, dünyanın ömrü geçip gitmiştir. Kıyamet yakın olup; edep, haya, sevgi, vefa, doğruluk ve safa yitmiş ve batmıştır. Zira ki Peygamberimiz sallAllahü taâlâ aleyhi ve sellem hazretlerinin haber verdiği kıyamet şartlarının nicesi zuhur etmiştir. (Ey Allahım! Ahirzamanın fitnesinden bizi koru. Bizi şehadet ve iman ile dünyadan çıkar; rahmetinle ey Rahman ve Rahim olan Allah!)
Dördüncü Madde
Kıyametin şartlarını, kıyametin alâmetlerini, surun üfürülüşünü, zelzele ve insanların perişanlığını, yaratıkların helakini ve göklerin harap olmasını bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, sadece muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Kıyametin şartları ve kıyametin alâmetleri iki çeşittir. Biri gizli alâmetler, biri de açık alâmetlerdir.
Gizli alâmetler: İnsandan izzet, hürmet, muhabbet, şefkat, edep, haya, cömertlik, ahde vefa, doğruluk, safa, dostluk, takva, şeriatın yürürlükten kalkması gibi. Şehirlerde mescitlerin çoğalması ve cemaatin azalması, binaların yüksek olması, elbiselerin incelmesi, kadınların ve çocukların hakimiyeti ele geçirmesi, kadınların erkekler, erkeklerin kadınlara benzemesi, homoseksüelliğin ve kadınlar arasında seviciliğin yaygınlaşması, eşyanın bereketinin azalması, akraba ziyaretinin ve şeriata uygun alış-verişin kesilmesi, kötülerin hürmet görmesi, iyilerin hakir görülmesi, cariyelerin efendilerini doğurması, kan dökülmesi, fisk ve fücurun artması ve kabirlerin süslenmesi gibi işlerdir ki, bunlara kıyametin şartları dahi derler.
Açık alâmetler: Kıyametin açık alâmetleri ondur.
1- Deccalın çıkışı.
2- Üç gece üstüste ay tutulması.
3- Üç sene boyunca yedi iklimde kıtlık olması.
4- Büyük bir dumanın her tarafı kaplaması.
5- İsa aleyhisselamın Şam'daki beyaz minare üzerine inip, Deccal'ı öldürerek, Şeriat-ı Muhammediyye ile amel etmesi.
6- Resul-ü Ekrem'in soyundan Mehdi çıkıp, kırk yıl adâlet üzere gidip, Hazreti İsa aleyhisselamı bulması.
7- Dâbbe-tül-Arz'ın vücuda gelmesi.
8- Ye'cüc ve Me'cüc'ün İskender seddinden çıkarak, yedi iklimi istilâ etmesi.
9- Hazreti İsa aleyhisselamın Mekke-i Mükerreme'ye gelip, buradan ahirete gitmesi; bundan sonra da Kâbe'nin yıkılması.
10- Güneşin batıdan doğup, orada dolanması.
Bu şartların ve alâmetlerin ortaya çıkmasından sonra misk ve anber kokusu gibi serin ve temiz rüzgâr esip, müminlerin ruhları bu rüzgârın tatlılığıyla çıkar. Bundan sonra Kur'an-ı Kerim'in hükümleri yeryüzünden kalkıp, halkın cümlesi cehalette kalır. Yüz yıl dahi öyle gider.
Müfessirle dahi ittifak etmişlerdir ki: Bütün bunlardan sonra Hak Taâlâ, İsrafil aleyhisselama suru üfürmekle emreder. Hemen o an surun narasının heybetinden yedi gökte ola meleklerin ve yedi yerde olan yaratıkların cümlesi, kıyamet koptu sanıp, yüzleri üzere düşüp, kendilerinden geçerler. Gökler ve yerler titreyiş ve sarsıntıyla düşüp, yıldızlar dökülür. Saçlar, sakallar ağarıp, hamileler doğurup, insanların cümlesi kendinden gidip, sarhoşlar misali kalırlar. Bu, surun ilk üfürülüşüdür ki, ondan bu heybetleri alırlar. Kırk yıl dahi bu minval üzere gider. Bundan sonra Hak Taâlâ, İsrafil aleyhisselama yine sura üfürmekle emreder. Bunun üzerine o dahi ikinci üfleyişte suru öyle güçlü üfler ki, şiddetinden bütün dağlar o demde düzlenerek yerlerinden kopup, havaya çıkıp, atılmış pamuk gibi bulut olurlar. Yedi gök, pare pare olup, yeryüzüne su gibi eriyip dökülürler. Denizlerin suyu kupkuru olup, güneş ve ayın ışığı gidip, kapkara olurlar. Cihanı karanlık kaplayıp, arş-ı âlâdan aşağıların aşağısına belki perde altına dek, her ne kadar yaratık ve melek varsa cümleten helâk olup, fena bulurlar. Ancak Allah'a yakın meleklerden sekiz melek kalırlar. Onlar; Cebrail, Mikail, Rıdvan ve Azrail'dir. Öteki dördü; arşın taşıyıcılarıdır ki, birisi İsrafildir. Bundan sonra Azrail aleyhisselam, o yedi meleğin dahi ruhlarını kabzeder. En son kendi ruhunu kabzederken bir çığlık atar ki, narasının sadası gökleri geçip, yerlere gider.
Şu halde her can, ölümü tadıp, yok olur. İki âlemde bir kimse kalmayıp, ancak Celal ve ikram sahibi olan Allah Taâlâ kalır. Bu âlem, harap, boş, tenha virane gibi, kırk yıl daha bu durum üzere kalır. Ve kimse olmadığından yine kendisi: "Her şeye galip olan tek Allah'ın!" (40/16) deyip, kendi kendisine cevap eder.
Beşinci Madde
Surun üçüncü üfürülüşünü, ölülerin diriltilişini, cesetlerin haşrini, amel defterlerini, hesabı, mizanı, sırat köprüsünü, arafı özet olarak bildirir.
Ey aziz, malûm olsun ki, müfessirler ve muhaddisler ittifak etmişlerdir ki: Hak Taâlâ, yeryüzünü şiddetli bir rüzgâr ile dümdüz edip, Şam sahrasının hizasında mahşer yerini yüzbin yeryüzü kadar geniş eder. Arş altındaki hayat denizinden kırk gün devamlı olarak insan menisi gibi bu dünyaya yağmur iner. Bütün yeryüzü deniz gibi doldukta; çamur tabakasında toprak olan insan ve hayvan bedenlerinin tümü, o yağmuru çekip, bütün parçaları bir yere gelip, her ceset evvelki görünümünde olup, yeryüzünde bakla gibi biter. Her beden, kendi olgunluğuna yeter. Sonra Hak Taâlâ, en son ölen sekiz meleği diriltip, İsrafil aleyhisselama: "Suru üfle!" diye emreder. O dahi, üçüncü üfleyişi öyle zarif ve lâtif üfler ki, surun içinde sakin olan ruhlar, o demde ufuklara yayılıp, her can kendi kafesini bulur. Nasıl ki, koyun sürüsü içinde her kuzu kendi anasını bilir; bunun gibi her can kendi cismini bilip ve bulup onunla kalır. İlk ve son yaratıklar, melekler, huriler, insanlar, cinler, şeytanlar, deniz hayvanları ve her hayvanları, bütün haşereler, kıyametin bir anında tamamen ruh bulurlar ve mahşer yerine her taraftan toplanırlar. Peygamberlere, velilere, âlimlere ve salihlere cennetten elbiseler ve buraklar gelip; giyip ve binip, arşın gölgesine gidip, minber ve kürsüler üzerinde rahat ve selametle otururlar. Geri kalan yaratıkların cümlesi, aç, susuz, başları açık, çıplak, yalınayak yürüyerek, düşe kalka arasat meydanına gelip, mahşer yerinde haşrolurlar. Sıklaşıp, ayak üzerinde dururlar. Tepelerine güneş, bir mil miktarı yakın olup, hararetten çok ter dökerler. Kimi topuğuna, kimi dizine, kimi göğsüne, kimi boğazına dek ter içinde kalırlar. Niceleri ter denizinde gömülürler.
Cehennemi, yeraltından mahşer meydanına yetmişbin saf zebaniler getirirler. Mahşer halknı, halka gibi kuşatırlar. Mahşer halkı, ellibin yıl kadar hesabı beklemekle o halde sıkıntı içinde kalırlar. Dünyada, Kiramen kâtibin; yazdığı amel defterlerini sahiplerine verirler. Müminlee ve itaatli olanlara sağdan, kâfirlere ve bozgunculara soldan verirleri. Hak Taâlâ, bütün yaratıklarına orada vasıtasız kelam söyler. Kıyametin bir anında hepsinin hesabını görüp; kimine hitap, kimine itap eyler. Hak Taâlâ, mazlumun hakkını zâlimden alıp, zâlimin hasenâtı varsa mazluma verir; yoksa, mazlumun günahlarını zâlime yükler. Hesaptan sonra hayvanları toprak eder. Kâfirer, hayvanlara gıpta edip, keşke biz de toprak olaydık, derler.
Mahşer yerinde, iki direk üzerinde, bir büyük terazi kurulur ki, her bir direğinin uzunluğu beşyüz yıllık yoldur. Her kefesi yeryüzü kadar boldur. Bu terazi ile mahşer gününde iyilikleri ve kötülükleri ölçerler. İyilikleri ağır gelenler cennete, kötülükleri ağır gelenler cehenneme giderler. Meğer ki, Hak Taâlâ keremiyle kulunu affeyleye veya peygamberlerden, veya velilerden, veya âlimlerden, veya salihlerden şefaat erişe: Eğer imanla vefat eylemiş ise... Zira ki dünyadan imansız gidenlere cennet, mağfiret ve şefaat olmaz ve hiç bir şekilde cehennemden kurtuluş bulmaz. Eğer iman ile gidip, günahları ağır gelip, mağfiret veya şefaat erişmedi ise; o, günahı kadar cehennemde yanıp, ondan sonra cennete gider. Zerre kadar iman ile giden elbette cehennemden çıkıp huzura erer.
Sırat köprüsü, kıldan ince kılıçtan keskindir. Uzunluğu üçbin yıllık yoldur. Bin yıl yokuş, bin yıl düz, bin yıl iniş yoldur. O, cehennem üzerine kurulup, mahşer halkının cümlesi onun üzerinden geçip giderler. Kimi şimşek gibi, kimi ok gibi, kimi seğirtir at gibi, geçerler. Kimi günahlarını yüklenmiş yürür, kimi cehenneme düşüp yanar. Cehennem ise feryat eder ki: "Ey mümin! Tez geç ki hakikatte senin nurun, benim ateşimi söndürmüştür." Şu halde müminler selametle sıratı geçerler. Kevser havuzundan içerler. Onda yıkanıp, ayıp ve noksanlarını tekmil ederler. Cennete girip, herkes mertebesince makamını bulur. Ebediyyen onda zevk ve safa ile kalır. Zira ki cennetlikler, çeşitli nimetlerden zevk alırlar. Mevla'ya kavuşmakla mest ve hayran olurlar. Gözler görmeyip, kulaklar işitmeyip, hatırlara gelmeyen devletler bulurlar.
Cennetle cehennemin arasında kale duvarı misali burç ve mazgalları yüksek bir büyük sur vardır ki, yüksekliği beşyüz yıllık mesafedir. Genişliği nihayetsiz, yapısı renkli cevherlere süslüdür. Ona araf adı verirler. Deliler, müşriklerin çocukları onun üzerinde kalırlar. Cennet semtine bakıp, oradakileri nimetlenmiş gördükte; arzu ile mahzun olurlar. Cehennem semtine bakıp, oradakileri azapta gördükçe, kendi selametleriyle mesrur ve şükredici olurlar. Araftakiler, bir rivayette ebediyyen onda karar edip, kâh mahzun, kâh sevinç ile kalırlar. (Ey Allahım! Ey günahları örtücü! Bizi cehennem ateşinden koru. Bizi, iyilerle beraber cennete koy, âhirette cemalini görmeyi nasip eyle. Seçilmiş Habib'inin hürmetine bizi orada karar kıldır. Amin. Ey affedici!)
Tenbih
Unutulmamalı ki, buraya gelinceye değin yazılan satırların cümlesi, dini işlerden olmakla; bunların hepsini kesin tasdik ve iman ile inanmak, hepimize çok mühim ve çok gereklidir. Zira ki, bunlar din işlerinden, din usulündendir. Bunları, aklî delillerle kıyas etmek caiz değildir. Zira ki, insan aklı, bunları idrak etmekten yoksun ve âcizdir.
Ancak bizim en yüksek arzumuz olan Mevla'ya kavuşmak için kudretinin büyüklüğünü fikretmeye ve düşünmeye işaret ve müjde olan Kur'an âyetleri ve Peygamber hadisleri ölçüsünce; âlemin tasviri, bu miktarca açıklama ile bunda yetinilmiştir. Lâkin âlimlerin ileri gelenlerinden ve velilerin büyüklerinden olan araştırıcıların lideri, tedkikçilerin senedi Mevlana Seyyid Şerif (Allah'ın rahmeti onun üzerine olsun) hazretleri: "Astronomi ilmi, göklerin ve yerin yaratılışını düşünenler için en büyük Sanatkâr olan Allah'ı tanımakta ne güzel yardımcıdır!" buyurduğu için ve bütün ilimleri kendisinde toplayan, bitmeyen feyz kaynağı İmam-ı Gazali (Allah'ın rahmeti ona olsun) hazretleri: "Astronomi ve anatomi ilimlerini bilmeyen, Allah'ı tanımakta acze düşer," buyurup, anatomi ve astronomi bilginlerini duyurduğu için bir miktar âlemin astronomik yapısından ve bir miktar insan anatomisinden dahi yazılıp, açıklanmak münasip görülmüştür. Ta ki, mütalaasıyla acze düşme durumundan uzaklaşıp, cehalet zindanından çıkasın. İlim ve hikmet mahfeline girip, bilginler zümresine giresin. Hikmetin özüne hulül edip, hakikatın zirvesine yükselesin. Eşyanın hakikatına vâkıf olup, mânânın inceliklerini bilesin. Cihanın sırlarına muttali olup, âlemin durumlarını olduğu gibi bilesin. Kendini tanıma olgunluğuna erip, ondan Allah'ı tanıma devletini bulasın.
(Ey vacib'ül-vücud olan Allah'ım! Ey hayırlar verici! Rahmetinin nurlarını üzerimize saç! Seni kemaliyle tanımakta bize kolaylık ver. Sen münezzehsin ey Allah'ım! Senin öğrettiğinden başkasını biz bilemeyiz, senin anlattığından başkasını anlayamayız. Senin ilham ettiğinden başka marifetimiz yoktur. Sen, alimsin, hakimsin, vecedsin, kerimsin, raufsun, rahimsin. Amin! Ey rahmetiyle yardımcı, ey bağışlayıcıların en bağışlayıcısı!)