Posta Kutusundaki Mızıka

0 Üye ve 3 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Posta Kutusundaki Mızıka
« : 24 Kasım 2008, 23:55:05 »
A.Ali Ural'ın "Posta kutusundaki mızıka" adlı kitabı,dosta yazılmış mektuplardan oluşuyor.Alışılagelmişin dışında insana çok ayrı pencerelerden bakmasını sağlayacak niteliklerdeki bu mektuplar yaşanılası mektuplar...

 asss

Sevgili Dost,

Bu mektup bir dosta yazılıyor. O halde “Sevgili Dost” diye başlamalı.
Bir postacının elinden mi, yoksa posta kutusundan mı alacaksın mektubumu bilmiyorum. birazdan takılacaksın satırlarıma. “Bana mı?” diyeceksin. Evet sana ey dost! Sana söyleyeceklerim var. kelimeler, karınca yuvası gibi kaynıyor zihnimde. İçlerinden biri kağıda düşüyor; yedi harfli: Dostluk.
“Bir dostluk kaldı!” diye bağırıyor pazarcı, tezgahındaki meyveler için. “Bir dostluk kaldı!” bir dosta yetecek kadar, demek istiyor. Az kaldı, demek istiyor. Ben önce bu cümleyi, “ dayanacak, bir dostluk kaldı” diye anlıyorum. Sonra, “ bir dostluk kaldı mı?” diye soruyorum. Pazarcı ısrarla: “Bir dostluk kaldı!” diye bağırıyor.
Bir dostluk çileği, plastik küreğiyle kese kağıdına dolduruyor pazarcı. Kese kağıdı gazeteden yapılmış. Gazetede satırlarım var.


Bu satırlarla doğruyorum hayatı. Bu satırlarla doğruyor beni hayat. Bu satırlarla doğuruyorum. Nur topu gibi bir çocuğunuz oldu, diyor müjdeci. Adını ne koyalım, diyor. Adını “dostluk” koyuyorum.
İşte Tagore’un “Avare kuşlar” ı da üstüme pike yapıyor. Biri omzuma konup fısıldıyor kulağıma: “Çiğ damlası göle dedi ki : Sen nilüfer yaprağının altındaki büyük çiğ damlasısın, ben de üstündeki küçük çiğ damlası.” Ah dostluğa bak! Kuş fısıldamaya devam ediyor: “Güneş batıya doğru kayarken, doğu karşısında sessizce durur.” Ah dostluğa bak! Kuş fısıldamaya devam ediyor: “Alaca karanlığın bu bulanıklığı altında şekiller tuhaflaşıyor; alt kısımları karanlıkta kaybolmuş kuleler ve mürekkep lekesini andıran ağaç tepeleri... Sabahın olmasını bekleyeceğim ve senin şehrini aydınlıkta görmek üzere uyanacağım.” Ah dostluğa bak!
Kuş omzumdan uçtu. Çocukken yaramazlıklarımı anneme kuşların söylemesini neden yadırgamışım bilmiyorum. Kuşlar söylüyor çünkü.


Geçen sabah senin üzüntülü olduğunu söylediler. Dokunsan ağlayacakmışsın. Dokunmamışlar. Yine de ağlamışsın; dostun gözünden akan bir damla yaşın yeryüzündeki bütün gölleri tuz gölü yaptığını bilmez gibi. Gül ki, acılaşmasın göller. Göl ki; orada demirli kayığımız.O kayıkla odama gelen kızılderili, şimdi kütüphanemin rafında. Üzerinde bir bez parçası var yalnız. Ellerini havaya kaldırmış bağırıyor; ihtiyaçlarını ne kadar azaltırsan o kadar hür olursun, diye. Demek sahip oluş değil, istiğna açıyor kilidi.Demek bunun için:


"Sabah sabah insanını denedim dünyanın
Cimrilikle dolu deriler yürüyordu
Başka bir şey görmedim
Sonra kanaat kınından bir kılıç çektim
Keskin tarafıyla onlardan
Ümitlerimi kestim"

diyor İmam Şafii.


Sevgili Dost,
Bu sözden sonra ne denebilir ki!
Belki şu denebilir:
Zarfı açmadan evvel güneşe tut ve mektubun ilk kelimelerini oku!

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Posta Kutusundaki Mızıka
« Yanıtla #1 : 24 Kasım 2008, 23:56:27 »


Sevgili Dost,
Tufandan önce hiç kimsenin gökteki nehirlerden haberi yoktu.Hiç kimse suyun ateşe dönüşebileceğini düşünmüyordu.Ve hiç kimse Nuh'un elindeki keserin ne yi biçimlendirdiğinin farkında değildi.
Felaketle kurtuluşun,bahtsızlıkla mutluluğun kadim akrabalığından söz ediyorum.Önde olup olmadığını bilmeyen rakipler gibi,ne yarışı bırakıyor,ne de galibiyet sevinci yaşıyorlar.Tokatların üzüm salkımlarına,üzüm salkımlarının tokatlara dönüştüğü bir hayatta;"insanı mutlu eden şeyler aynı zamanda onun felaketinin de kaynağı olabiliyor."

Sevgili dost;
Üzüntülerimiz,günlük hayatımızdaki ödevleri bile normal şekilde yapmamızı engelliyor.Kaderin ağına takılan balıklar,çırpına çırpına ölüyorlar.Mutluluk bir seyahat şekli olması gerekirken,bir türlü ulaşılamayan hayali istasyonlar haline geliyor.Yüzlerimiz hüznün yüzlerce elbisesinden hangisini seçeceğine bir türlü karar veremiyor.Aynı hava sıcaklığında bir gün üşürken,bir başka gün terleyebiliyoruz.Birgün kahkalarla güldüğümüz bir espriye,bir başka gün tebessüm etmekte zorlanıyoruz.Su bazen sıfır derecede donmuyor,bazen kaynamıyor yüz derecede.
O halde "bizi mutlu kılan şey şartlardan çok,ruhumuzdur."İstemekle değil,istememekle hür olan ruhumuz...


Sevgili Dost,
Hürriyet istememekse,neye çağırıyor bu reklam panolar?Bizi diğer insanlardan(ya da insanların daha az imkana sahip kısmından) farklı kılacak bir ayrıntı,nasıl oluyo da gözlerimizi ışıldatabiliyor?Pahalı paltolarla ısıtılan bedenlerimiz,acaba çıplak ruhları için nasıl bir giysi öneriyor?


Sevgili Dost,
Zift şelaleri akan bir tabloda,yıldızların yerde olmasına şaşmamalı..Şaşmamalı dansetmesine yılanların,yürümesine Hintli'nin çıplak ayaklarla ateş üstünde.Şaşmamalı camların esirlerine;şayet,hürriyet istememekse...


Sevgili dost,
Kim istemez dudak değmemiş bir pınara dayamayı ruhunu?Kim istemez meleklerle kucaklaşmayı,müjdelenmeyi cennetle?Kim istemez gökyüzünden ilahiler duymayı?


Sevgili dost,
Mektubumu yazdığım kağıttan bir kayık yapıyor ve bırakıyorum nehre.Bebek Musa'nın sepeti kadar güvenli,Nuh'un gemisi kadar yalnız,köpüklerin için de..

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Posta Kutusundaki Mızıka
« Yanıtla #2 : 24 Kasım 2008, 23:57:55 »
Sevgili Dost,

Depremin şiddeti neydi bilmiyorum;ama bildiğim,taş yığınlarının arasından iniltilerin geldiğiydi.Herkes kendi evinin,dükkanının önünde tanıdık bir ses duymayı,bildik bir el görmeyi beklerken;her evin,her dükkanın yıkıntıları arasından yükselen ses onun sesi,uzanan el onun eliydi:Yalanın...

Evet yalan,yıktığı yetmiyormuş gibi kurtarılmayı bekliyordu.Kurtarılmayı evet,hayatımızın yıkıntıları içinde bile bulunmayı haketmiyordu çünkü.Biz sokaklarda gecelerken ona bir çadır kurmalıydık.Bütün ihtiyaçlarını temin etmeli,asla sokağa çıkarmamalıydık onu.Asla!Ama o ne yapıp edip,çadırın kapısından bakmayı başardı.Çünkü elbiseleri süslü.Merhametimizi baştan çıkardı!

Sevgili Dost,

Şimdi nereden mi çıktı bu "yalan".Nereye girmedi ki?Kapıların kapalı olduğunu sanıp,pencerelerden girdi.Oysa açıktı kapılar;kollarına dokunulmayı bekliyorlardı.Kapıların kapalı olduğunu sanıp,pencerelerden çıktı.Gıpta etti hırsızlar,üstad bellediler onu.Düşürse de çuvalından bir şeyleri;o hiç yakalanmadı.
Halbuki biz onu esirimiz sanmıştık.Ta ki bir şair;adı Schiller'di;"Zinciri koparan esirlerden korkun siz,hür insanın öünde titremeye gerek yok"diyene kadar.Fakat gözlerimizi açana kadar kayboldu gözden.Spurgeon'un tabiriyle;"gerçek,çizmelerini giymekle meşgul olduğu sırada,yalan bütün dünyayı dolaştı"

Sevgili Dost,

Yalan sizin evin önünden de geçti mi?Boyu uzun muydu,kısa mı?ne giyiyordu?Düzgün mü yürüyordu yoksa bir ayağı aksıyor muydu?Susuyor muydu,yoksa ıslık mı çalıyordu?Gözleri ne renkti?Bir yere yetişecekmiş gibi hızlı hızlı mı yürüyordu,yoksa hiç acelesi yokmuş gibi yavaş yavaş mı?


Sevgili Dost,

Yalan senin kapını da çaldı mı?Ona aç/ma/dın kapıyı değil mi?Yoksa senin de mi merhametini çaldı?Yaptığı işlere kendini inandırmasaydı,bu kadar benzemezdi gerçeğe..Kendi inanmasaydı,inandıramazdı.Sanıyor musun ki aldatabilirdi,yalan yalan olsaydı..


Halbuki o yine süslü elbiselerini giymiş,kalabalığın arabaya,farelerin atlara dönüşmesini bekliyor.Acelesi var.Baloya yetişmeli!Düşürmeli iskarpinlerinden birini merdivenlerde.Büyü bozulmadan evde olmalı.Sonra prens,şehrin bütün kızlarının ayağında denemeli iskarpini.Yaklaşmalı evine...İşte geliyor!Şimdi onun ayağında deniyor iskarpini...Sen O'sun diyecek!
Ama o da ne,ayağına küçük geliyor iskarpin!O da ne;kendi ayakkabısı olmuyor ayağına!
Yalan! Neden şaşırdın?O kadar hızlı büyüyorsun ki..!

Sevgili Dost,

Aristo;"Eflatun'u severim;fakat gerçeği ona tercih ederim"derken,Cicero;"Ah büyüktür gerçeğin gücü!O insanların ustalıklarına,kurnazlıklarına,oyunlarına ve kurdukları bütün tuzaklara karşı da kendini kolayca savunabilir"diyor.Peki sen ne diyorsun?

Sevgili Dost,

Avucu ile su içen bir çocuğu gören Diyojen,maşrapasını kırmış.Maşrapaya ihtiyacı olmadığını düşünmüş o an.

Sevgili Dost,

Lütfen söyle!

Bizim yalana ihtiyacımız var mı...?


-Dost'a özel-

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Posta Kutusundaki Mızıka
« Yanıtla #3 : 24 Kasım 2008, 23:59:05 »
Sevgili Dost,

Zarfın üstüne ismini yazıp postanedeki memura  uzatıyorum.Memurda zarfı geri uzatıyor bana.Bunun üzerine yaşadığın şehrin ismini yazıyorum.Memur başını iki yana sallayıp,geri veriyor zarfı.Bu defa oturduğun semtin ismini ekliyorum.Hayret,zarf yine karşımda..Cadde ismi de yetmeyince,sokağın adını yazıyorum.Fakat,memur ısrarla kaşlarını havaya kaldırmaya devam ediyor.Bu sefer apartmanın ismini yazmak zorunda kalıyorum.Memur "numarası" diye azarlıyor beni.Apartmanın numarasını da yazıp hışımla veriyorum zarfı.Memur ayağa kalkıyor…Bir adım geri çekiliyorum."Daire numarasını da yazacaksınız!" diyor,nazikçe..Daire numarasını da yazıyor,sonra kendimden emin bir şekilde gülümseyerek uzatıyorum zarfı..Memur önce cebinden bir mendil çıkartıp alnındaki terleri siliyor.Sonra sesini kalınlaştırarak:"Pul" diyor."Pul!"


Demek yazdıklarımı sana ulaştırabilmek için küçük bir bedel ödemem gerekiyor.Elimi cebime atıp bozuk para arıyorum.Bozuğum yok.Cüzdanımdan çıkarttığım kağıt parayı uzatıyorum memura.O,kağıt parayı önce parmaklarıyla yokluyor,sonra ışığa tutuyor.Aman Allah'ım! Yüzündeki ifade değişiyor memurun.Bağırmaya başlıyor:
-"Sahte bu,sahte! Bu mektubu gönderemezsin!"
İkinci cümlede gizli bir sevinç hissediyorum.


Sevgili Dost,

İşte eline geçmeyen son mektubumun hikayesi bu.Postanedeki memur haklıydı.Çünkü Sokrates'in;"Hiç bilmemek eksik bilmekten yeğdir" sözünü bilmese de,eksik bir adresle gönderilen mektubun yerine ulaşamayacağını çok iyi biliyordu.


Sevgili Dost,

Hayat,bilgi istediği gibi bedel de istiyor.Ekmeği tanıman yetmiyor,onu sofrana götürebilmek için bedel de ödüyorsun.Postanedeki memurun "pul!" diye feryat etmesi boşuna değil…Hayat bedel istiyor…


Sevgili Dost,

Postanedeki memur,kağıt parayı ışığa tutarak"sahte" olduğunu anladı.Sen nasıl ayıracaksın sahteyle gerçeği.Acaba nasıldır sahtesi basılamayacak dostluğun resmi..?


Sevgili Dost,


İnsan bir bakışla ne görebilir..?

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Posta Kutusundaki Mızıka
« Yanıtla #4 : 24 Kasım 2008, 23:59:59 »
Sevgili Dost,

Her defasında bu iki kelimeyle başlıyorum mektubuma.Çünkü bu iki kelimeden herbiri,gücünü diğerinden alıyor.Sevgili olunmadan dost,dost olunmadan sevgili olunmuyor.Eğer bir ruh beraberliğiyse dostluk,iki ruhu bir kılan nedir?Nedir birleşik kaplardaki su seviyesinin sırrı?Demek,"dost insanın bir ikinci kendisidir".

-Kim o?
-Senim!
Böyle bir diyalogda kapının varlığından kim söz  edebilir?

Sevgili Dost,

Herkesin seviyormuş gibi yaptığı;ancak sevginin ne olduğunu pek az kimsenin bildiği bir zamanda yaşıyoruz.Belki de bütün zamanlar böyleydi.İmama Şafii'ye:

"O kadar insanla dostluk kurdum ki
Ellerim dolu sanıyordum
Başıma bir bela geldiğin de
Kimseye acımayan zamandan şiddetliydi
Dostlarımın ihaneti.."

Dedirten hangi duygularsa,ondan yüzyıllar önce yaşayan Hesiodos'a:

"sevme beni sözlerle,şuurlu ol
Hem de duy içinden
Seversen beni eğer,samimi olmalı duygun
Ya sev ta içten
Ya tamamen bırak"
dedirten de aynı duygulardı.

Sevgili Dost,

Sevginin sözden fiile geçmesi midir yoksa dostluk?Gerçek sevgi bir insanın "ben" sınırlarını aşıp,bir başka insanın hayatından da sorumlu olmasını düşünmesi midir?"Birbirini sevenler birbirlerine duydukları sevgi nispetinde diğerinin iyiliğini ister." diyen Aristo'dan,"sevmek sevilen kişinin en iyi taraflarını desteklemek,keşfetmek ve teşvik etmek demektir." diyen Alain'e kadar birçok filozofun sevgiyi,sevilenin gelişiminden duyulan "haz" olarak algılaması bize yardımcı olabilir mi?bu gelişimin faydacılıktan çok feragatle mümkün olacağını düşünmek bir anahtar verebilir mi elimize?Anahtar varsa kapının arkasında ya da önünde olmanın ne önemi var!
Sevgili Dost,

Aristo'nun tabiriyle;"Birbirlerine hoş ve faydalı görünmedikleri gün birbirlerini artık sevmeyen" dotlarla ne işimiz var bizim..
Bizim Peygamberi ısırmasın diye ayağını yılan deliğinin üstüne kapatan Ebu Bekir'imiz,suikastı haber alınca peygamberin yatağına yatan Ali'miz var.Son yudum suyu birbirlerine gönderip susuz şehit olan sahabilerimiz var bizim.Bizim "İman etmedikçe cennete giremezsiniz,birbirinizi sevmedikçe iman etmiş olmazsınız","Sizden biriniz kendisi için sevdiğini müslüman kardeşi için de sevmedikçe (istemedikçe) gerçek mü'min olamaz"," Size aranızdaki sevgiyi arttıracak bir şey söyleyayim mi,selamlaşınız","Hediyeleşin ki aranızdaki sevgi artsın" diyen bir peygamberimiz var! "Sevelim,sevilelim,dünya kimseye kalmaz"diyen yunusumuz,düşmanın attığı taştan değil,dostun attığı gülden incinen Hallac'ı Mansur'umuz var.

Sevgili Dost,

Dostluk gündüz görünmez;o ateş böceği gibi yalnız geceleyin parlar..