Senai Demirci

0 Üye ve 6 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Halime

  • ***Sen kaldırım taşlarını dize dur önüme, ben toprağa basa basa senden uzaklaşıyorum ***
  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: İsk€nd€run
  • 2695
  • +198/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • Ve Birgün Bu Dünya Gül Bahçesine Dönecek..
“Kalbinizi Düşürmüşsünüz, Beyefendi, Kalbinizi!”
« Yanıtla #5 : 23 Şubat 2009, 00:34:28 »

Unutkandır insan. En çok da kendini unutur. İnsan yanını yitirir. Sık sık kalbini düşürür göğsünden. Vicdanına temas etmeden geçirir bir ömrü. Gönlünün gönlünü etmeden getirir yarını. Şehrin gürültüsünde, telaşların yangınında, görsel kandırmaların kuytusunda, yüzüne serince değen, senden hiç yüz çevirmeyen, boş söz ve yalan söylemeyen, unuttuğun yanlarını hatırlayan, düşürdüğün kalbini yakana yeniden takan, çiçek kokulu bir pencere önünde bekleyen, yağmur sonraları ikindilerde sıcacık tebessümeyle koyup gelen bir dost içtenliğini…

…kim istemez?

Ateşli politik cepheleşmelerde, ezici küresel gündemlerde unuttuğumuz nedir? Gündelik telaşlarda, taraflılıklara indirgenen bakışlarda yitirdiğimiz kimdir? En acımasız siyasal rakiplerin birlikte ağladığı bir görüntü yok mudur ülkemizde? İri puntolu manşetlerin, kalın harfli köşe yazılarının kalıplarını kırıp da, savunmasız ve çıplak yanlarımıza aniden dokunuveren bir, bizi kol kola getiren, herkesi birlikte kucaklayan, kucaklatan bir ortak sevincimiz yok mudur? Yeryüzünün kavgalara boğulmuş, tarafgirliklere parsellenmiş acılı yüzünde, hele de bu ülkenin coğrafyasında, o kadar çok ortak sızımız var ki, ortak hazzımız var ki? Niye kavga ediyoruz? Neyi bölüşemiyoruz?

Siyasal etiketleri bir düşürsek yakamızdan. Sayısal etkilenmeleri bir kenara koyuversek… Ortak değerlerimize eğileceğiz hüzünle.. Ortak kaygılarımızın başında kucaklaşacağız umutla. İnsanın olduğu her yerde, insan özünün unutulmadığı her zeminde bir huzur umudu vardır, sevinçlerin gök mavisi saklıdır.

Senai Demirci

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Senai Demirci
« Yanıtla #6 : 23 Şubat 2009, 00:47:54 »
Unutkandır insan. En çok da kendini unutur. İnsan yanını yitirir. Sık sık kalbini düşürür göğsünden. Vicdanına temas etmeden geçirir bir ömrü. Gönlünün gönlünü etmeden getirir yarını. Şehrin gürültüsünde, telaşların yangınında, görsel kandırmaların kuytusunda, yüzüne serince değen, senden hiç yüz çevirmeyen, boş söz ve yalan söylemeyen, unuttuğun yanlarını hatırlayan, düşürdüğün kalbini yakana yeniden takan, çiçek kokulu bir pencere önünde bekleyen, yağmur sonraları ikindilerde sıcacık tebessümeyle koyup gelen bir dost içtenliğini…

…kim istemez?

***
Yüreğine sağlık Senai demirci. alkşş
Bizimle paylaştığın için  tşkk prenses  öppp

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Aynaya Baktığında Kimi Görüyorsun?
« Yanıtla #7 : 08 Nisan 2009, 23:59:54 »
Aynaya Baktığında Kimi Görüyorsun?


Bütün zamanların en aptalca sorusunu soruyorum dostuma: "Aynaya baktığında kimi görüyorsun?" Sorunun cevabını vermeye kalkmak daha da aptalca olmalı ki, cevap vermeye yanaşmıyor. Dudak büküp, omuz silkerek, "Elbette ki kendimi..." diyor."Beni görecek değilsin ya!" diye teselli ediyorum.
"Aynada gördüğünü 'Bu benim işte!' diye tanıyorsan, bunun hiç hesap etmediğin bir bedeli var" diye ekliyorum. Yeniden omuz silkiyor, dudak büküyor. Şaşkın ama umutsuz bir ifade beliriyor yüzünde: "Nasıl yani?"

"Aynaya bakabiliyorsan, 'aynaya bakabilen birisi' olarak varsın demektir. Unutmuş olabilirsin. Buraya, o aynanın karşısına kolay gelmedin. Hatırlatayım. Doğum gününden sadece bir yıl önce aynada görünen bir insan olmak gibi bir beklentin yoktu. Yıllar sonra aynada kendine bakıp 'Bu benim işte!' diyebilmeyi tasarlamış değildin. Üstelik, o sıralar kimseler tarafından var olman beklenmiyordu. Hele de insan olman hiç umulmuyordu. Adın zaten anılmıyordu. Kayda değer bir şey değildin."

"..."

"Bir bak, nereden nereye gelmişsin? Bugün, önüne ayna koyabilen, aynaya baktığında kendini 'insan' olarak tanıyabilen bir insansın. Üstelik yıllardır bu böyle.. Alışmış olabilirsin kendini aynada görmeye. Ama.. Hiç umulmadık bir sonuçla karşı karşıyasın şu anda. Hiç beklenmedik bir zafer bu. Sürprizsin sen sana. Herkesin seni unuttuğu o karanlıkta Biri seni andığı için buradasın. 'Olsan da bir olmasan da bir'din aslında. Hiç doğmasaydın, şimdi arayıp sormayacaktık bile seni. Yokluğuna yanmayacaktık. Aramızda olmayışına üzülemeyecektik. Bir zamanlar, yokluğun varlığına tercih edilebilirdi. Bak şu işe, tam tersi olmuş! Varlığın yokluğuna tercih edilmiş. Hayret! Çok şaşırmalısın, aynada kendini görebildiğine..."

"Sahi ya, hiç düşünmemiştim..."

"Dur, daha bitmedi. Aynada kendi yüzünü değil de, herkesin yüzü gibi bir yüz görebilirdin. Yani gözleri, kaşları, kirpikleri, burnu, ağzı, yanakları, çenesi, dudakları, kulakları ve saçlarıyla robotlar gibi 'prefabrik' bir yüze sahip olabilirdin. Sen yüzüne baktığında herkesin yüzünü görüyor olabilirdin. Herkes yüzüne baktığında senin yüzünü görüyor olabilirdi. Çok özenle yapılmış, çok pahalı araçlar gibi seri numaralarıyla başkalarından ayrılıyor olabilirdin. Yüzün sana 'özel' olmayabilirdi. Çok 'genel' bir yüz şablonu içinde 'sıradan' biri olabilirdin. Oysa, aynaya baktığında 'özel' birini görüyorsun. Kendini! Sana bu özel yüzü veren diyor ki, 'benim güzel kulum, bak seni ne kadar da özel yarattım. Seni kimselere benzetmedim. Kimseleri de sana benzetmem. Bu yüzü senin için sakladım, sadece sana verdim.' Duyabiliyor musun?"

"Aynaya bakınca kendim diye/bildiğim birini görüyorum. Doğru..."

"Sen herkes gibi 'sıradan' bir yüze sahip olsaydın, kimseler seni tanımayacaktı. Seni sevenler herkesi sever gibi sevecekti seni. Sen kimseye âşık olamayacaktın. Herkesin yüzü aynı çünkü. Seni kimse özlemeyecekti. Herkesinki gibi yüzün çünkü. Kimse gidişine de gelişine de aldırış etmeyecekti. Çünkü her yerde senin gibiler olacaktı. Belki de hiç sevmediğim bir katilin yüzüyle karşılaşacaktın aynaya her baktığında. Hepten nefret ettiğin bir zalimin saçlarını tarıyor olacaktın her defasında. Sen zannedilen insanların her yaptığından utanacaktın. Yerin dibine girecektin suçlular ekrana çıktığında. Ne itibarın kalacaktı ne şöhretin. Dahası, her aşamada kimliğini ispatlamak zorunda kalacaktın. 'Yo, yo, o ben değilim!' diye polisten kaçtığını düşünsene. 'Hayır, vAllahi o iğrenç işi yapacak biri değilim!' diye yalvardığını hayal etsene en sevdiklerine bile."

"... Ne diyeceğimi bilemiyorum. Acaba barkodlarla mı gezerdik her yerde? Eşimize her akşam seri numaramı göstermek zorunda mı kalırdım?"
"Doğrusu, bu kadarını hayal edemiyorum ama.. Sen yine de benim sorumu bir kez daha cevapla..."

Soruyorum: "Aynaya baktığında kimi görüyorsun?"

"Kendimi görüyorum, çok şükür..."

Omuz silkmek yerine derin bir nefes alıyor bu defa. Dudak bükmektense derin bir minnettarlıkla konuşuyor.


Senâi Demirci

Çevrimdışı sultane

  • Her sözüm...Her kelamım yüreğimden alıntıdır!
  • ****
  • Join Date: Ağu 2008
  • Yer: pc başından ...
  • 514
  • +43/-0
  • Cinsiyet: Bayan
Senai Demirci
« Yanıtla #8 : 17 Nisan 2009, 09:36:40 »
SUYUN YEDİRENGİ


SENAİ DEMİRCİ







SU HAYATIMIZDIR


Su cansızdır olabilir ama can susuz olamaz. Canlı olan herşeyin kaderi su üzerine yazılmıştır. Nerede can varsa orada bir su arayışı vardır. Madde sanki suyun dudağından emer gibidir hayatı. Hayat ateşi, önce suyun duru ayinesine düşer, öylece görünür olur. Onun içindir ki, bir canlıya baktığımızda yarıdan fazla suyu görürüz aslında. Her canlı bedeni su üzerine yazılmış yazı gibidir. Öyle ki yüreğimizin yüreğinde her an bir su şelalesinin ritmik akışını duyarız, beynimizin çeperlerinde suya yazan bir kalemin vuruşlarını ağırlarız. Şah damarımızdadır su. Şah damarımızdır su. Su kanımızdır. Su, yüreğimizde ‘can suyu’muzdur. Su hayatımızdır. “Ab-ı hayatımız”dır. Su, Muhyi’den ihya dokunuşu, Hayy’den diriliş nefhasıdır.





SU YAKINIMIZDIR


Tohumlar bir damla suyun dokunuşu ile uyanır. İnsan günışığına suyun dokunuşu ile uzanır. Su bizi bize yakınlaştırır, eşyayı birbirine yakın eyler. Su varoluşumuzun ele avuca gelmez ilmeği gibidir. Suyun aktığı yerde, suyun coştuğu yerde, suyun uğradığı yere yakın durur hayat; suya tutunur ve yeşeriverir, canlanır ve neşelenir. Suyun yokluğu eşyayı birbirine uzak eyler, canlıları tarif edilmez bir ayrılığa düşürür, bitimsiz bir boşluğa iter. Su yakınlıktır. Tüm dağılmışlıklar suyun billur dokunuşunda kristalleşir, tüm uzaklıklar suyun serin yüzünde son bulur. Su varlığın tanıdık sahili, buluşmaların şeffaf gülü, birleşmelerin tanıdık köprüsüdür. Su sahilimiz, gülümüz, köprümüzdür. Yakınlığı “aramızdan su sızmıyor” diye tarife kalkanlar, aramızda su olmasaydı bütün yakınlıkların, birleşmelerin ve buluşmaların eriyeceğini hatırlamalı.. Su, Mahbub’dan yakınlık müjdesi, Vedud’dan dostluk habercidir .


SU RENGİMİZDİR


Renksizdir su ancak tüm renklerin boyalarını ödünç aldığı da sudur. Suyun olmadığı bir dünyada rengin elbette sözü edilemez. Gülün alı, yaprağın yeşili, göğün mavisi.. hepsi suyun yüzünde gerçekleşir. Suların çekildiği yerde renkler ölür. Su varoluşun rengi ve ahengidir. Tüm renkler su üzerine yazılmış gibidir. Rengahengimizdir su... Su, Mülevvin’den gözümüze gökkuşağı, Musavvir’den gönlümüze ahenk boyasıdır
.



SU SURETİMİZDİR


Su biçimsizdir ancak biçimlerin biçimlendiği kalıptır. Suyun olmadığı yerde bozulma, çürüme, pörsüme, erime başlar. Su hiç biçime girmese de, eşyanın biçimlenmesinde ve suretlerin güzelleşmesinde vazgeçilmezdir. Su, girdiği her kabın biçimini alırken, kalıbımızı giyinmeye hazırlanır, kalbimizi okşamaya koşar. Yüzümüzün güzelliği suyun gezinişiyledir, gözümüzün nuru suyun yoklayışıyladır, kalbimizin kalbi suyun akışıyladır, kalıbımızın kalıbı suyun suretiyledir. Su, Cemil’den güzellik dokunuşu, Latif’ten estetik okşayışıdır.



SU LEZZETİMİZDİR


Tadı tuzu yoktur, ancak hayatın tadı tuzu suyla gelir. Tuz suda kıvama erişir, şeker suda tadını bulur. Hayatın tüm lezzetleri suyla gerçekleşir, suyla hissedilir hale gelir. Hiç bir lezzet suya uğramadan gelmez damağımıza.. Dudağımıza kurulmuş sofra, dilimize sunulmuş çeşni gibidir su. Her nimet bu sofraya uğrar, her lezzet bu çeşniye katılır. Eşsiz baharatımız, vazgeçilmez katığımızdır su. Su, Rezzak’tan dilimize çeşni lütfu, Rahman’dan cismimize tat sunağıdır.



SU ŞİİRİMİZDİR


Su sadedir, ancak karmaşanın buluştuğu yerdir. Su çoktur, ancak eşsizdir. Kolay elde edilebilir gibidir ancak tek bir damlası bile taklit edilmez bir cevherdir. Bir şiir gibi, sade ama bi’tanedir, “sehl-i mümteni” söyleyişi gibi basitlik içinde kainatın en karmaşık ilişkilerini anlatır gibidir. Sadelik ve güzellik suda buluşmuşlar ve orada öylece beraber kalmış gibidirler. Şiir söze su verip onu çelikleştirmek ise, su da sözün kılıç gibi keskin ve elle tutulur halidir. Su şiiri anlatmaya yeter belki, ama henüz hiçbir şiir suyu anlatabilmiş değildir. Oysa, su kâinattaki her olayın kafiyesi, varlığın gözümüz önünde akıp duran şiirinin doyumsuz nakaratıdır. Su kainatın konuşmasının ahengi, varoluşumuzun şiirli üslubudur. Su Mütekellim-i Ezelî’den dudağımıza dökülmüş cismanî bir şiir, Rahman-ı Rahim’den yüreğimize indirilmiş müşfik bir sözdür.
 

SU HERŞEYİMİZDİR


Su hiçbirşeye benzemez ama herşeye de benzer. Herkese yakındır, herkesledir. Herşeyin yanındadır ve herşeyin özüne girer, herşeyin yüreğine sokulur, herşeyin cisminde bekler.. Bununla birlikte herşeyden ayrı kalır, ayrık durur. Hiçbir şey suyu bulandırmaz; hiçbirşeyin kiri onun duruluğuna dokunmaz. Yine su olarak kalır, bozunmaz, dağılmaz, özünü bulandırmaz. Herşeyin yanında durur, ancak herşeyden duru kalır su. İnsan yüreğini her an yokladığı gibi, gökleri dolaşıp el değmedik coğrafyalara uğrar. İşte böylesine herşeydir su. Herkesle ortaklık kurmaya hazırdır ancak bi’tanedir. Herbirimizin yanında ancak herbirimiz için özeldir. Su, Ehad’den boynumuza dolanmış eşsiz incidir, Samed’den gözümüze takılmış paha biçilmez pırlantadır.
[/color]

Çevrimdışı Leb-i Damla

  • La taknetû..!
  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: Sadabad
  • 2529
  • +270/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • UMUT Dünyası mı, UNUT Dünyası mı?
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Hadi hırsızlık öğrenelim!...Senai Demirci.
« Yanıtla #9 : 03 Ekim 2009, 00:26:41 »
Hadi hırsızlık öğrenelim!

“İyi bir mürşit gönül hırsızıdır.”

Geçenlerde bir dostum iyi bir mürşidi böylece tarif edince, uzun bir süre hırsızlık yöntemleri üzerinde düşünmek zorunda kaldım.

Özellikle 'hırsızlık' diye vurgulamıştı sözün sahibi.

İnsanları doğruya yöneltmek için, kalplerine hakkın sevgisini koymak için gönüllerini çalmak gerekiyordu,

gönüllerini habersiz almak gerekiyordu,

gönüllerine habersiz girmek gerekiyordu…

Düşündüm ki, hırsızların kullandığı bütün yöntemler; iyi bir dostluk için de, sevimli ve sevgili bir eş olmak için de işe yarayabilir.

Aklıma gelen bütün hırsızlık yöntemlerini sıralıyorum aşağıya…

Bakalım siz hangilerine cesaret edeceksiniz?

Kapı kapalıysa vazgeçmeyeceksin. Özellikle hırsızlara karşı kapılar kapalı tutulur, kilit üstüne kilit vurulur, değil mi?

Dostu olmak istediğin insan, sevgisini kazanmak istediğin ve sevgini ifade etmek istediğin eşin, gönlünün kapılarını bir hırsıza karşı kapattığı kadar sıkı sıkıya kapatmış olabilir mi? Elbette ki hayır!

Biraz aralıktır kapı, hatta anahtarı üzerinde yahut kasıtlı olarak paspasın altına konulmuştur. Ama senin içeri girmeye niyetin yoksa, kapıya en büyük kilit vurulmuş demektir. Açmak istemediğin yahut hiç görmediğin kapıdan daha sıkı kapanmış kapı yoktur.

İşte tam bu noktada bir hırsız edası takınmalısın, yarı açık bırakılmış, anahtarı üzerinde unutulmuş kapıları bile açmaya niyetli olacaksın. Özellikle sıkı sıkıya kapatılmış çelik kapıların ardında mühim bir şeylerin saklı olduğuna inandıracaksın kendini.

Eve kimsecikler yokken gireceksin. İyi bir hırsız evin tenhalaşmasını bekler. Sen de, el ayak çekilince, herkesin uykusu derinleştiğinde yahut evdekiler tatile çıktığında, usulca sokulmalısın gönül evinden içeriye.

Onu herkesin terk ettiği zamanda tercih etmelisin. Herkes onu fark etmeyecek kadar uykudayken gönül evine dalmalısın. Herkesin evde olduğu zamanlarda hırsızlık yapamazsın. Kimse yokken sen var olmalısın.

Hiç umulmadık zamanları kollayacaksın. Bazen hırsızlık yapmak için evin tenha olmasını beklemen de gerekmez. Riskli olmakla birlikte, usta hırsızların tercih ettiği bir yöntemdir bu. Zira bu sırada ev daha korunaksızdır, kapı ve pencereler açıktır.

Böyle zamanlarda, kimse hırsız beklemez; tıkırtılara kulak vermez. Herkesin büyük heyecanla beklediği mühim maç saatleri, ya da büyük bir merakla beklenen dizinin başladığı saatler, becerilerini özel olarak göstermek isteyen hırsızlar için bulunmaz fırsattır. Bu gibi zamanlarda, çoğunlukla evin dışında duran araba, teyp, bisiklet, yeni ayakkabı gibi şeyler hedeflenir. Bununla birlikte, fırsat bulunursa, evin içine de girilebilir.

Böyle bir hırsızlık için çoğunluğun yaşadığı hayat tarzından farklı yaşaman gerekir. Hemen herkesin TV seyrettiği saatte “iş”te olman, herkesin karşısında saatlerini tükettiği eğlencelere burun kıvırıyor olman gerekir. Gönül hırsızlığı da bu inceliği gerektirir.

Herkesin yaptığını yapmaman, herkesin yapmadığını yapman gerekir. Herkesten farklı durman fevkalade mühimdir. Çoklarının öne koyduğunu sen arkaya atmalısın.

Çoklarının tercih ettiğini terk ediyor olmalısın. Yani, biraz “garip” yaşamalısın. Kur’ân’ın “bilmezler”, “farkında değiller”, “akıl etmezler” dediği çoklardan değil de, “azlar”dan olmalısın.

İçeride sessiz olacaksın; parmaklarının ucunda dolaşacaksın. Hırsız öyle bağıra bağıra girmez eve, zile basmaz, kapıyı tıklatmaz. “Ben geliyorum” demeden gelir. İçeride ise kimseye duyurmadan dolaşmak zorundadır. Yoksa gizli köşeleri, mücevher kutusunu, para kasasını bulamadan yakalanır.

Sen de gönlün içine, gönlün sahibine fark ettirmeden gireceksin. İçeride onun nefsini uyandıran, hevasını ayağa kaldıran, şeytanını paniklettiren işler yapmayacaksın.

Sözünü, hırsızın ayaklarının ucunda dolaşması gibi, hece hece tartarak söyleyeceksin. Kelimelerin hem çıtırtısız olacak hem de seni gitmen gereken yere bir an önce ulaştıracak kadar net olacak. Fazladan ve gürültüyle konuşma ki, evden kovulmayasın.

Yükte hafif, pahada ağır şeyler arayacaksın. Hırsız taşıyabileceği şeyleri yüklenir. Boş yere yük almaz üzerine. İçeri girmenin riskine değer şeyler alarak gider.

Sen de bir gönlün odacıklarına girdiğinde, gönül sahibinin de unuttuğu kıymetli şeyleri görmelisin. Elinde olanların, sandığa sakladıklarının değerini bilmelisin.

Onların eksikliği ile ne kadar çok kaybetmiş olabileceğini ona öğretmelisin.

Kendini ev sahibi zannedip, yükte ağır şeylere gönül veren muhatabını, pahada ağır şeyler konusunda uyaracaksın.

Bir hırsızın bakış açısıyla bakacaksın dünya nimetlerine, ötelere taşıyabileceğin pahada ağır şeyleri göreceksin, herkesin burada yığdığı yükte ağır şeyleri önemsemeyeceksin.

Sen kıymetli şeyleri omzuna yüklendiğinde o bunları öğrenmiş olacak nasılsa?

Senai Demirci