Öğretmen Yetiştirmede 130 Yıllık Bir Sürecin Öyküsü: Yüksek Öğretmen Okulları*
İsa EŞME**
16 Mart 1848 Öğretmen Yetiştirmede Başlangıç
Yüksek Öğretmen Okulları, lise ve dengi okullara öğretmen yetiştiren eğitim kurumlarıdır. Okulun tarihinin, Dârülmuallimîn adlı okulun açılış tarihi olan 16 Mart 1848’e kadar uzandığı kabul edilmektedir.
1839’da Tanzimat’la başlayan batılılaşma hareketi en çok eğitime ihtiyaç gösteriyordu. Çünkü çeşitli alanlarda düşünülen köklü değişimle Türk toplumuna getirilecek yeni dünya görüşü ancak eğitim yoluyla sağlanabilirdi. Ancak dinsel kaynaklardan beslenen mevcut sistem bu işi gerçekleştirmekten çok uzaktı. Bu bakımdan eğitime; araştırıcı ve akılcı bir anlayışın kazandırılması, açılacak ve çağdaş eğitim yapacak batı modeli okullara, bu anlayışta öğretmen yetiştirilmesi gerekiyordu. 16 Mart 1848’de açılan Dârülmuallimîn bu amaçla kuruldu.
Dârülmuallimîn zaman içinde geliştirilerek, bünyesinde ilk, orta ve liselere öğretmen yetiştiren kısımları da içine alan “Dârülmuallimîn-i Âliye” adlı kuruma dönüşmüş, 1891 yılında bu kurumun içinde yer alan ‘Âli’ kısmı bugünkü lise düzeyindeki okullar olan idâdilere öğretmen yetiştiren bir yüksek okul haline getirilmiştir. Yüksek Öğretmen Okullarının asıl çekirdeği olan bu kurum, Cumhuriyete kadar sık sık yapı değiştirmiş ve 1915 yılında şekillenen yapısıyla Cumhuriyete devrolmuştur.
Cumhuriyet Dönemi: Darülmuallimîn-i Âli, Yüksek Muallim Mektebine Dönüşüyor
Cumhuriyetten önceki yapısı ile devralınan Dârülmuallimin-i Âliye’nin durumu, Cumhuriyet henüz kurulmadan, 15 Temmuz 1923 tarihinde toplanan Birinci Heyet-i İlmiye (Bilim Kurulu) toplantısında ele alınmıştır. Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılan bu çalışmalarla, “Yüksek Muallim Mektebi” adını alan okul, “Ecole Normale Superieure” adlı Fransız Yüksek Öğretmen Okulu’nu kendine model olarak almıştır.
16 Ağustos 1934 tarihinde, Yüksek Muallim Mektebi’nin, Cumhuriyet dönemindeki yapılanması başlangıç düşünülerek onuncu kuruluş yıl dönümü kutlanmıştır. Bu tarihte okulun adındaki Arapça kökenli sözcükler değiştirilerek artık okul; Yüksek Öğretmen Okulu olarak isimlendirilmiştir. Ancak okul, bir kaç on yıl daha, eski adıyla anılmaya devam edilmiştir.
1930 ve 1940’lı Yıllar
Yüksek Öğretmen Okulu 1930’lu yılların ortalarında, okulun hedefi olan Fransız Yüksek Öğretmen Okulu niteliğindeki yapıya çok yaklaşmıştır. 1930 ve 40’lı yıllarda, tıp fakülteleri dahil, üniversitelerin pek çok bölümüne sınavsız öğrenci alınırken, Yüksek Öğretmen Okulu, sınavla öğrenci alan bir-kaç okuldan biri durumundadır. Dahası, okulun bu niteliği nedeniyle, o yıllarda liselerin başarısının, Yüksek Öğretmen Okuluna sokabildikleri öğrenci sayısı ile ölçüldüğü eğitimciler tarafından hep dile getirilmiştir. Okulun bu başarısında şüphesiz öğretim kadrosunun etkisi büyük olmuştur. Lisans derslerini İstanbul Üniversitesinde gören öğrenciler, akşamları dönemin en seçkin eğitimcilerinden meslekleriyle ilgili ek dersler almışlardır. Prof.Z. Fahri Fındıkoğlu, Sadrettin Celal Antel, Prof.Cemil Bilsel, Prof.Mazhar Osman, Prof.Besim Darkot bu kadroda yer alanlardan ilk akla gelen isimlerdendir.
Yüksek Öğretmen Okulu, bir bakıma altın dönemini yaşadığı bu yıllarda, Türk Millî Eğitimine daha ileriki yılarda yön verecek mezunlar vermiştir. Arif Akçabay, Mesut Talaslıoğlu, Kamil Günel, Selman Erdem, Hasan Erk, Behçet Necatigil, Orhan Dengiz, Nuri Kodamanoğlu, Selman Erdem ve Turan Birinci bunlar arasında yer alır.
Giderek gelişen ve yıldızı parlayan Yüksek Öğretmen Okulu, 1946 yılında kötü bir gelişme ile yüz yüze gelir. 12 Haziran 1946 tarihinde çıkarılan üniversiteler yasası, öğretim üyelerinin dışarıda görev almasını yasaklamıştır. Bu gelişme, Yüksek Öğretmen Okulu için bir dönem noktası olmuştur. Çünkü, bu yasa ile, okulda eğitimin niteliğinin artmasında önemli rolü bulunan müzakereci akademik kadronun okulla ilişkisi kesilmiştir. Okul, bu gelişmenin ardından bir öğrenci yurduna dönüşme sürecine girmiştir. Gelişen olumsuzluklar, 1949-1950 yılı başında okulun kapatılmasına kadar uzanır. Okul, 2 yıl sonra, 1 Mart 1951’de, tarihi ve görkemli bir mekan olan Çapa’daki binada eğitime yeniden başlar.
Yüksek Öğretmen Okulu, kapalı kaldığı iki yıl içinde, önemli ölçüde prestij kaybetmiştir. 1940’lı yıllarda lise mezunlarının, öğrencisi olmaya can attığı okul 1950’li yıllarda eski çekiciliğini yitirmiş, her yıl verebildiği 3-5 mezunla öğretmen ihtiyacını gidermede yetersiz bir duruma gelmiştir(Tablo 1).
Tablo 1 İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunun 50’li yıllardaki mezun sayısıYıl Mezun Sayısı
1950-1951 0
1951-1952 4
1952-1953 0
1953-1954 3
1954-1955 7
1955-1956 4
1956-1957 5
1957-1958 7
1959 -1960 24
Lise Öğretmeni yetiştiren tek kaynak durumundaki Yüksek Öğretmen Okulu’nun verdiği mezun sayısındaki gerilemenin tersine, 1950’li yıllarda, sanayileşmenin hız kazanmasıyla köyden kente göçün başlaması nedeniyle lise ve lise öğrenci sayısında önemli bir artış başlar. Öteyandan, Türkiye’de bu yıllarda mühendislik dallarının gözde meslek olmaya başlaması Yüksek Öğretmen Okulunun çekiciliğini olumsuz etkilemiş, sonuçta okul nitelikli öğrenci bulmada eski gücünü yakalayamamıştır.
Bu gelişme, dönemin eğitimcilerini, lise öğretmeni yetiştirmede yeni bir öğrenci kaynağı aramaya yöneltir.
1950’li ve 60’lı yıllarda İlköğretmen Okulları
1950’li yılların ortalarında ülke genelinde 42 öğretmen okulu bulunmaktadır. 1950’li yılların sonlarında bu sayı 52’ye yükselmiştir. Bu okulların 21’i Köy Enstitülerinin devamı niteliğinde olup eğitim süresi 6 yıldır Bu okullar, Köy Enstitülerinin kuruluş amaçlarının da bir gereği olarak tüm ülkeye neredeyse eşit aralıklarla serpiştirilmiş bir şekilde kurulmuştur. Bundan amaç, tüm ülkenin köy çocuklarına okumada fırsat eşitliği sağlamak, bu okulların ışığından ülkenin tüm köylerini aydınlatmaktır.
Köy Enstitüleri henüz yeni kapatılmıştır. Bu yüzden onların yerlerinde eğitimi sürdüren altı yıllık ilköğretmen okullarındaki eğitim geleneği Köy Enstitüsü ortamına çok yakındır. Öğrenciler, üretimde doğrudan yer almamakla birlikte, yaz döneminde bir ay süreli yaz kursları uygulamalarında, bölgenin özelliğine göre, duvar örme, arıcılık, meyvecilik, kavakçılık gibi çalışmalar içinde bulunurlar, bu çalışmalar yıl içindeki tarım derslerinde de sürdürülürdü. Ayrıca tüm öğrenciler, kendi sınıflarının temizliğini kendileri yapar, yemekhane ve çamaşırhane gibi birimlerde nöbet tutarak bu hizmetlere katkıda bulunurlardı. Onlar da tıpkı Köy Enstitülü ağabeyleri gibi birer müzik aracı çalar, sık sık yapılan eğlence gecelerinde Enstitüden kalma türkülerle halay çekerlerdi.
1958-1959 döneminde 52 ilköğretmen okulunda, %75’i köy çocuğu olmak üzere 19 835 öğrenci bulunmaktaydı.
Bu tarihlerde ilköğretmen okulları, askeri okullar gibi parasız yatılılık imkânları en geniş olan eğitim kurumları durumundaydı. Bunun sonucu olarak öğretmenlik mesleği Cumhuriyet döneminden 1960’lı yılların sonlarına kadar özellikle köy çocuklarının okuması için tek seçenektir. Gerçekte onlar başka meslekleri de çok iyi tanımamaktadırlar. Dolayısıyla her köy çocuğunun gönlünde öğretmenlik büyük bir ideal olarak yaşamaktadır. Ancak bu ideale erişilmesi o kadar kolay değildir. Çünkü her ilçe bünyesindeki köylerden ancak bir iki kişi bu okullara girebilmekteydi.
Cumhuriyetle çatışan hiçbir ideoloji ve tarikat gölgesine yer verilmeyen bir yatılı okul ortamında verilen eğitimle, Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyetin erdemleri işlenir, yurtseverlik duygusu aşılanırdı. Özellikle Köy Enstitülerinin devamı niteliğindeki 6 yıllık ilköğretmen okullarında öğrenciler okullarının şehirden uzak oluşu nedeniyle 6 yıl boyunca ve yılın 10 ayında, tüm zamanlarını öğrencilerine ayıran seçkin öğretmenlerinin denetiminde eğitim görürlerdi.
52 öğretmen okulunda eğitim gören; üstün meslek motivasyonu kazandırılmış, yetenekli daha da önemlisi öğretmenlik mesleğinin erdemleri küçük yaşlarda kavratılmış büyük, heyecanlı bu gür kaynak Yüksek Öğretmen Okullarına yeni bir öğrenci kaynağı olabilirler miydi?
Yeni Modelin Doğuşu: Köy Çocuklarına Üniversite Kapıları Açılıyor
İlköğretmen okulu öğrencilerinin Yüksek Öğretmen Okuluna gönderilebilmeleri, dolayısıyla üniversiteye girebilmeleri için önemli bir engel bulunmaktaydı. O dönemde ilköğretmen okulu öğrencileri lise mezunu sayılmadıkları için üniversite sınavlarına girememekteydi. O halde bu kaynaktan nasıl yararlanılacaktı? Önce lisenin bitirilmesi ve olgunluk sınavının verilmesi gerekiyordu. Bu sorun nasıl çözümlenecekti? Tüm bu olumsuzluklara rağmen, lise öğretmeni yetiştirmede bu dinamik kaynak göz ardı edilemezdi
1950’li yılların ortalarında, Millî Eğitim Bakanlığının üst kademelerinde bu kaynağı çok iyi bilen eğitimciler bulunmaktaydı.Bu kaynaktan mutlaka yararlanılacaktı. Objektif ve belirleyici sınavlarla ilköğretmen okullarında eğitim gören ve üstün bir meslek motivasyonu kazandırılmış olan bu çocuklar, Yüksek Öğretmen Okullarına yönlendirilebilirlerdi.
Model Kimler Tarafından ve Nasıl Gündeme Getirildi?
Peki bu modeli ilk kez kim düşünmüştü? İlgililere kim önermişti? Modelin sahibi kimdi?
Modelin sahibi, İstanbul Yüksek Öğretmen Okulunu 1945 yılında bitiren, 1950’li yılların ortalarından itibaren Millî Eğitim Bakanlığı’nda Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi olarak görev alan Nuri Kodamanoğlu adlı genç bir eğitimciydi. 1960-1964 yılları arasında iki kez Millî Eğitim Bakanlığı müsteşarı olan ve 1965’te İsmet Paşa’nın teklifi ile kontenjan milletvekili olarak meclise giren Nuri Kodamanoğlu bu modeli, dönemin siyasi iktidarına nasıl benimsetmişti? Bu tarihi gelişmeyi o şöyle özetliyor:
“Kasım 1951’de Bakanlığın erkânı arasına şube müdürü olarak girdim. 1956’da Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi oldum. Yüksek Öğretmenli olan iki arkadaşa modeli anlattım. Bunlar, Millî Eğitim Bakanı Tevfik İleri’nin Özel Kalem Müdürü Cahit Okurer ve sonradan Müsteşar da olan Talim ve Terbiye Kurulu Üyesi Hikmet İlaydın’dı.
Cahit Okurer siyasi eğilimi ve pozisyonu nedeniyle Bakana yakındı ve benim teklifimin Demokrat Parti için değerini hemen kavradı. 1956 sonu veya 1957 başında, Cahit Bey’den ayrı olarak bu konuyu Bakan Tevfik İleri’ye açtım. O zamanki Müsteşar Osman Faruk Verimer Yüksek Öğretmenli değildi ancak bize yandaş oldu. DP’nin Köy Enstitülerine bir alerjileri vardı – ki bu onlar için bir ayıptır- ancak yine de Bakan olayı benimsedi. Ben Bakan’a; “Efendim, Köy Enstitüleri yoluyla köy çocukları orta öğretime kavuşturulmuşlar ve eğitimin kalkındırılmasına dahil edilmişlerdir. Siz de bu proje ile köy çocuklarını üniversiteye dahil edeceksiniz ve siz de Millî Eğitimde hayırla yad edileceksiniz” diyerek sayın Bakanı ikna etmeye çalıştım.”