Kalbin Sorumluluğu
“İş veya çalışma” dendi mi zihnimizde hemen
gözle görülen faaliyetler canlanır.
Yazı yazmak bir iştir.
Bu iş, el, kâğıt ve kalem üçlüsüyle ortaya çıkmıştır.
Biz bu yazıya bakarız da o yazının
insan zihninde planlandığını, ilimden,
hafızadan yardım alındığını,
edebî kabiliyetin onu şekillendirdiğini pek hatırlamayız.
Bunlar da birer iştirler,
hem de birinciden çok daha önemlidirler.
Çünkü, yazı gerçekte bunların ürünüdür,
ama açığa çıkması ve başkalarına da görünmesi için
“kalem, kağıt ve el” üçlüsü devreye girmişlerdir.
Böylece, o görünmez mana bu görünen eşya ile
kendini hissettirmeye, okutmaya başlamıştır.
“Ef’al-i ibad” (kulun fiilleri, işleri) konusunda,
insana ait işler ikiye ayrılarak incelenir;
birisi ihtiyari, diğeri ıstırarî fiiller.
Birincisinde insan o işi kendi iradesiyle icra etmiştir,
ikincisinde ise insan iradesinin her hangi bir etkisi
söz konusu olmadan, o iş ortaya çıkmıştır.
Kalem tutan elimizin faaliyeti birinciye, (ihtiyari)
saçımızın uzaması ise ikinciye bir örnektir. (ıstırarî )
İnsan, eliyle icra ettiği işlerden sorumludur,
ama saçının akından karasından sorumlu değildir.
Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulur:
“Göklerde ve yerde ne varsa Allah’a aittir.
Gönlünüzde olanı açığa vursanız da gizleseniz de
Allah sizi ondan sorguya çeker.
(Sonra) dilediğini bağışlar,
dilediğine de azap eder. Allah her şeye kadirdir.”
Bakara Suresi, 284
Fahreddin Razi hazretleri
bu ayetin tefsirinde şunları kaydeder:
“Kalbe gelen düşünceler iki kısımdır.
Bir kısmını, insan kalbine iyice yerleştirir
ve gerçekleştirmeye azmeder. Bir kısımsa,….
insanın hoşlanmadığı, fakat içinden bir türlü
söküp atamadığı şeylerdir.
İnsan birinci kısımdan sorumludur,
ikinciden değildir.”
(Tefsir-i Kebir, 6/74)
Sorumlu olduğumuz kısım için de şöyle bir açıklama getirir:
“Allahu Teala … “Allah onunla sizi hesaba çeker” buyurmuş,
fakat … “onunla sizi muaheze eder,
sorumlu tutar” buyurmamıştır. ….
Buna göre ayetin manası,
“Allah Teala kalplerde saklı ve gizli olan şeyleri bilir”
şeklinde olur .”
(s.75)
Bu ayet hakkında Elmalı Hamdi Yazır,
tefsirinde şu noktaya dikkat çeker:
“İzhar ve ihfa efal-i ihtiyariyeden oldukları için
insanların iradesi ile alakası olan amal-i zahire
ve batına dahil olup gayr-ı iradi olanlar
muhasebeden hariç kalır.”
(s.991)
Yani, açığa vurma ve saklama
insanın kendi iradesiyle icra ettiği birer fiildir.
Ameller zahirî (görünen, açıkça yapılan)
ve batınî (görünmeyen) olmak üzere ikiye ayrılır.
Bunlardan irade dışında ortaya çıkanlardan
insan sorumlu değildir;
kendi iradesiyle icra ettiklerinden ise sorumludur.
İnsan denilince ruhla bedeni birlikte hatırlarız.
Ama çok iyi biliriz ki, insanda esas olan ruhtur;
beden onun hanesi, yahut elbisesi hükmündedir.
Buna göre kulun fiilleri denilince de en önce
ruhun işleri hatırlanmalıdır. Ancak, ne ruh ve
ne de onun işleri gözle görülmediğinden
bu ifade bize öncelikle “bedenle yaptığımız faaliyetleri”
hatırlatır. Kaldı ki, bedenle yapığımız işler de
yine ruhtan gelen emirle, onun irade etmesiyle
ortaya çıkmaktadır.
Ruhumuz dilemedikçe ayaklarımız yürümez,
elimiz bir şeyi tutmaz, gözlerimiz bir tarafa yönelmezler.
Nitekim, görünen ve görünmeyen bütün faaliyetlerin
kaynağı ruhtur ve “sorumluluk” da
ancak ruh için söz konusudur;
bir şey dileme ve icra etme gücüne sahip olmayan
organlar için değil.
Şu var ki, kalbe gelen vesveselerle
kalbin kendi işlerini birbirine karıştırmamak gerekir.
Vesvese kalbin değil şeytanın fiilidir.
Onun içindir ki insan, kalbine gelen pis hatıralardan,
çirkin sözlerden sorumlu değildir.
“Kimsenin bir başkasının yükünü yüklenmeyeceği”
temel bir hükümdür,
buna göre şeytanın işini kalp yüklenemez,
yani vesveselerden kalp sorumlu olmaz.
Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenemez.
(Necm Suresi, 38)
Nur Külliyatında, vesveseye düşen hassas kişileri
rahatlatacak harika bir tespite yer verilir:
“O çirkin sözler senin kalbinin sözleri değil.
Çünkü senin kalbin ondan müteessir ve müteessiftir.”
(Sözler)
Kafamıza taş atılmışsa ve biz onun yarasından
acı duyuyorsak, bu atışı başkası yapmış demektir.
Kendi kafamızı kendi elimizle kırıp,
sonra da oturup üzülmemiz söz konusu olamaz.
Yukarıdaki güzel tespite göre,
kişi kalbine gelen kötü şeylerden rahatsızlık duyuyorsa,
bu demektir ki o sözler kalbin değil şeytanındır.
Kalbin sorumluluğunu ortaya koyan
diğer bir ayet-i kerime:
“Hakkında bilgin bulunmayan şeyin ardına düşme.
Çünkü, kulak, göz ve gönül, bunların hepsi,
yaptıklarından sorumludur.”
(İsra Suresi, 36)
Ve bu ayetteki haberi destekleyen bir başka ferman:
“Zulmedenlere meyletmeyin. Aksi halde,
size ateş dokunur.”
(Hud Suresi, 113)
İnsan kendi iradesiyle haram sözleri dinliyor ve
haram şeyleri seyrediyorsa bu fiillerden
sorumlu olduğu gibi,
kalbiyle harama meylediyor ve
zihninde onu icra etmek için planlar kuruyorsa
ruhun bu icraatlarından da sorguya çekilecektir.
“… kalbine gelen fenalığı kabul edip kararlaştırarak
hariçte vücut bulmasına çalışırsa bundan mesul olur,
velev (isterse) hariçte vücut bulmasın.”
(Hülasatül Beyan, Mehmed Vehbi, s.529)
Zulme meyil de kalbin bir fiilidir
ve ikinci ayet-i kerimede bundan sakınmamız emredilmekte,
aksi halde ateşin bize de dokunacağı haber verilmektedir.
Nur Külliyatından
Meyvenin Dördüncü meselesinde
bu konuda şöyle bir açıklama getirilir:
"Bazen bu harp boğuşmalarını merakla takip eden,
bir tarafa kalben taraftar olur.
Onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.”
İşin önemli bir yanı da şudur:
Bu risale yazıldığında
iki gayr-ı müslim ordu birbiriyle çarpışmaktadır.
Bunlardan birinin diğerine zulmetmesini
hoş görmek bile insanı sorumlu kılmaktadır.
Adalet zatında güzel olduğu gibi
zulüm de zatında çirkindir. Adil bir gayr-ı Müslim,
imansızlığından dolayı cehenneme girse bile,
orada çekeceği azap, zalim bir gayr-ı müslimin
(azabından) kinden daha az olacaktır.
Cennetteki nimet dereceleri gibi cehennemdeki
azap dereceleri de bir değildir. Aynı şekilde zalim
bir müslüman da sonunda cennete gitse bile,
zulmünün hesabını mutlaka verecektir.
Kalbin en güzel fiili iman etmek,
en çirkini ise küfrü ve şirki kabullenmektir.
Bu iki kaynaktan gelen ve sonsuz diyebileceğimiz
kadar çok “güzel ve çirkin fiiller” vardır.
Kanaat, sabır, rıza, teslim, tevekkül, tevazu,
hüsn-ü zan kalbin güzel fiilerinden olduğu gibi,
haset, kin, hırs, sabırsızlık, kibir,
su-i zan da onun kötü işlerindendir.
Bazı hassas kişileri heyecanlandıran bir noktayı
tekrar hatırlatarak yazıyı noktalayalım:
Kalbe gelen kötü hatıralar kabin işi değildir.
İrade dışında ortaya çıkan bu sonuçtan
kalp sorumlu da değildir.
Çünkü bunlar birer vesvesedirler,
vesvese ise kalbin değil şeytanın fiilidir.