İslâm dîninin hükümlerinin tatbik edilmediği ülke, islâm ülkesinin siyâsî hâkimiyet sınırları dışında kalan yer, siyâsî ekonomik ve sosyal düzenlemelerin İslâm dîninin hükümlerine göre yapılmadığı ülke.
Dârülharbde yasama, yürütme ve yargı yetkileri Müslümânların elinde değildir. Dârülharb terimi Müslüman olmayan ülkelerin hepsini ifâde eder. Bu sebeple o ülkede yaşayan insanların Müslüman olup olmaması önemli değildir.
Darülharb olan bir ülke belli şartlarda İslâm ülkesine dönüşür. Birincisi; dârülharb olan ülke halkının tamamen Müslüman olmasıdır. Bu durumda İslâmiyetin hükümlerine göre yapılan kanunlar yürürlüğe girer, dolayısıyla bu ülke darülharb olmaktan çıkıp İslâm ülkesi olur. İkincisi de Müslümanların dârülharb olan ülkeyi feth ederek İslâm hükümlerini yürürlüğe koymasıdır. Halkının çoğunluğu Müslüman olmasa bile İslâm hâkimiyetinin tanındığı, siyâsî, hukûkî, ekonomik ve idârî düzenlemelerin İslâm dîninin hükümlerine göre yapıldığı bir ülke dârülharb olmaktan çıkıp İslâm ülkesi olur.
İslâm ülkesiyle harb (savaş) durumunda olan ülke bu duruma son vererek barış antlaşması yaparsa dârüssulh (barış ülkesi) olarak adlandırılır. Bu andlaşma geçici olabileceği gibi devamlı da olabilir. Bu andlaşmanın devamlı olabilmesi için barış ülkesi halkının İslâm devletine cizye ve haraç ödemeyi kabul etmesi lâzımdır.
İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’ye göre bir yerin dârülharb olması için; dârülharb olan bir memleketle sınır olması, içerisinde İslâmiyetin hükümlerinden başka küfür ahkamının icrâ edilmesi, daha önceki emân (güven) andlaşmalarına bağlı olan bir Müslüman ve zimmînin kalmamış olması lâzımdır. İmâmeyne yâni İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmam-ı Muhammed’e göre; herhangi bir İslâm beldesinde küfür ahkâmı icrâ edilmeye başlandığı, küfür ehli bir hükümdarın istilâsına uğradığı takdirde o belde dârülharb hâline gelir. Hükümdarı harbî yâni müslüman olmayan herhangi bir ülke dârülislâm olan bir memlekete bitişik olsa dahi dârülharb olur.
Bir İslâm ülkesinde bulunan zimmîler yani İslâm devletinin himâyesindeki gayr-i müslim vatandaşlar, İslâm hükûmetine isyân edip bâzı İslâm şehirlerini istîlâ etseler ve Müslümanlarla harb etmeye teşebbüs etseler bu insanların yerleştiği yerler dârülharb olur.
Kendilerine Müslüman dedikleri halde harama helâl diyen, güneşe tapan, İblise (şeytana) tâzim (hürmet) eden, İslâm hükûmetine isyân edip bulundukları yerde, başkalarıyla birlikte İslâmiyetin dışındaki hükümleri uygulayan kimselerin bulundukları yer darülharb olur. İslâm askeri bunlarla harb eder, harbîlere uygulanan hükümler uygulanır.
Dârülharbde İslâmın vekârını, şerefini korumak ve fitneden sakınmak Müslümanlara vaciptir. Düşman ordusu kuvvetli ise sulh yapmak, mal vermek bile câiz olur. Mürtedler (dinden dönenler) kuvvetli olup şehirleri alırlar ve oraları dârülharb olursa hükümetin zarûret hâlinde onlarla da sulh yapması câiz olur.
Dârülharbde îmâna gelen kimsenin farzı, haramı işitince, dârülislâmda îmâna gelen veya bâliğ olan kimsenin o anda farzları yapması, haramlardan kaçınması lâzım olur. Dârülharbde îmâna gelen kimse, farz olduğunu işitinceye kadar kılmadığı namazları kazâ etmez.
Dârülharbde bulunan Müslümanların işlerini, İslâmiyetin hükümlerine uygun yapması, İslâm dîninin emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınması lâzımdır.