Önce İngilizce söylemeyi denedim:
"Egg" dedim. Hiçbir tepki alamadım. Sonra sırayla Fransizca "oeuf", Almanca "ei",
Latince "ovum" ve son olarak da anadilim Macarca "tojas" dedim.
Yine hiçbir şey anlaşılmadı. Yalnızca meraklı bakışlarla karşılaştım.
Kahvaltı için yumurtamı nasıl isteyebilirdim? Birden aklıma güzel bir fikir geldi.
Bir kağıda yumurta resmi çizdim. Sonuç şaşırtıcıydı.
"Si, si," dedi garson mutlu bir biçimde. "Patete!"
İtalyanca "patates" demişti. Başımı "Hayır" anlamında salladım ve hemen yumurtanın altına bir yumurta kabı çizdim.
"Si, si" dedi garson yüzünde geniş bir gülümsemeyle. "Konyak."
Başımı ve ellerimi "Hayır" anlamında sallayarak yeni bir biçim çizmeye başladım.
Yumurtlayan bir tavuk resmiydi bu.
"Si, si" dedi garson heyecanla. "Pollo"
"Pollo", İtalyanca’da "tavuk" demekti.
O an vazgeçtim. Bana bir "colazione", yani kahvaltı getirmesini söyledim.
Beş dakika sonra kahve, tereyağ, marmelat ve ekmek ile haşlanmış yumurta getirdi.
Otelin klasik kahvaltısıydı, bu...
Albert Vajda'dan
Olayları kendi akışına bırakmak, bize herşeye hemen müdahale etmeme alışkanlığı kazandırır. Böylece, sorunlara hemen karışıp, belki de hiç istemediğimiz bir duruma düşmektense, bir adım geride durup, neler olacağını izleyebiliriz.
Allen Klein /Mizahın İyileştirici Gücü
Çeviri: Sibel Karayusuf