11 Temmuz 1908
İstanbul –Selanik - Manastır İzmir
Üzerinde hırpani bir tulum bulunan çocuk, Beyoğlu’nun dar sokakları arasından Pera’ya kadar koşuyor, avazı çıktığı kadar bağırıyordu:
- İlave! İlave! Padişah Efendimiz hazretleri’nin emriyle basılan son ilave… Yazıyor… Padişah buyruğunu yazıyor…
Son dakika baskıları İstanbul’da çok da bilinen bir şey değildi. Herkes büyük bir merak ve heyecan içinde çocuğa yöneldi.
- Nedir bu çocuğum?
- Padişah Efendimiz Hazretleri’nin emriyle basılan bir not.
Çocuk, boynuna astığı bezden dikilmiş torbadan küçük kağıtlara basılmış notları çıkardı.
- Neden sabah baskısında yoktu?
- Gazete baskıdan çıktıktan sonra geldi. Merak etmeyin efendim, herkese yetecek akdar var.
Bir yandan da meraklı gözlerle kendisini uzaktan seyreden insanları başına toplamak için bağırıyordu.
- Yazıyor… Yazıyor…
İtalyan kesim şık bir redingot takım giymiş bir delikanlı, çocuğun dağıttığı notlardan birini eline alıp okudu. Delikanlının yüzünde, şaşkınlıkla karışık bir tebessüm belirdi. Okuduklarına inanmakta zorluk çekiyordu. Notun atında, Padişah’a ait bir imza ya da mühür yoktu. Güvenilir bir not mu acaba, diye düşündü. Ama okuduğu notun şaka kaldırır yanı yoktu. Sokaklarda “İlave! İlave!” diye bağıran çocukların sayısı artınca kendisine notu veren çocuğa iyi bir bahşiş uzattı. Çocuk hayretle redingot takım giymiş gence bakarken şefkatli bir elin saçlarında gezindiğini hissetti.
- Sağolun efendim.
- Asıl sen sağol arkadaş, elinde ne taşıdığını bir bilsen…
- Nedir efendim?
- Hürriyet efendim… Hürriyet… Hürriyet…
- Hürriyet nedir efendim?
- İyi bir şeydir arkadaş, tebessüm etmek gibi bir şeydir.
(...)
Siyah elbiseli adam, sefalet kapısında bekleyen görevliye tebessüm ederek baktı. Görevli çok da alışık olmadığı bu durum karşısında ne yapacağını bilemedi. Eli ayağına dolaşarak toparlanmaya çalıştı. Sefalet binasından Selanik’e son baskı geçiyordu. Telgraf başındakiler, dökülen harfleri dikkatlice takip ediyorlardı.
“Vezir-i mali semirim Said Paşa, Ferid Paşa kabinesinin vuku-u istifasına ve müsellem olan ehliyet ve dirayetinize binaen mesned-i sadaret uhdenize mesned-i meşibat dahi Cemaleddin Efendi uhdesine revdi edilmiştir. Memleketin bundan böyle meşrutiyetle idaresi padişah tarafından irade olunmuştur”
(İmparatorluğun Son Akşamı, s. 132, 133, 134.)
UÇAN ŞEYH; EŞREF KUŞÇUBAŞI
Selanik’te konuşlanmış olan hürriyet yanlılarının Yıldız Sarayı’na dayatmayla kabul ettirdiği meşrutiyetin ilanının temelinde yatan isimlerden Kuşçubaşı Eşref…
Sürgüne gittiği Arabistan çöllerinde Abdülhamit’e olan isyanını, Yıldız Sarayı'na mesaj vermek için Kabe’nin örtüsünü (Kisve) çalacak kadar ileriye taşıyan Kuşçubaşı Eşref, Osmanlı’nın son dönemlerinde gözü kara bir hain, Cumhuriyet’in kuruluşu ve sonrasında ise savaşçı kişiliği, teşikaltçılığı ve Arabistan çöllerine olan hakimiyetiyle bilinen ‘kahramanı’ olarak anılır.
Harb okulunun son sınıfındayken ‘Jön Türkler'le ilişkisi yüzünden Abdülhamit tarafından Hicaz'a sürgün gönderilen Kuşçubaşı Eşref, Sultan Abdüllaziz'in kuşçubaşısı Çerkez Mustafa Nuri Bey'in oğludur…
Abdülhamit'e karşı giriştiği isyan hareketi sırasında tüm Arabistan'ı dolaşıp yerel şeyhlerle dostluk kuran Eşref Kuşçubaşı’, çölde yaşayan bedevi kabileleri, her an her yerde ortaya çıktığı için kendisine “Şeyh-it Tuyyur “ yani “Uçan Şeyh” adını takmıştır.
HÜRRİYET ATEŞİ VE TEŞKİLAT-I MAHSUSA
Kanına kadar işlemiş olan asilikle Abdülhamit’i tahttan indirmek için verdiği amansız mücadelenin anlatıldığı TİMAŞ Yayınları’ndan Hakan Kağan imzasıyla çıkan, “İmparatorluğun Son Akşamı” isimli ‘tarih romanı’, Eşref Kuşçubaşı’nı kişiliğini en ince detaylarına kadar tanıtan bir eser…
Kendi içinde yanan hürriyet ateşinin, İtalyanlar'ın koltuğunun altına almak için uğraştığı Arapların içinde alevlenmesi amacıyla çok ciddi çalışmalar yapan ama daha sonra, rejim aleyhtarlığının dış güçlerin el altından yürüttüğü çalışmalarla bölücülüğe dönüştüğünü fark edip, resmi anlamdaki ilk Türk gizli servisi olan Teşkilat-ı Mahsusa’nın kurucusudur Kuşçubaşı Eşref…
EŞREF KABE'NİN ÖRTÜSÜNÜ NEDEN ÇALMIŞTI?
Abdülhamit tarafından sürgüne gönderildiği Hicaz'da rahat durmayan gözaltından kurtulup, çölde yaşayan bedevileri teşkilatlandıran Eşref Kuşçubaşı, Yıldız Sarayı'nı ve tüm İmparatorluğu dehşete düşüren en büyük icraatını Kabe'nin örtüsünü taşıyan kervana saldırarak ve arife günü Kabe'ye serilecek olan örtüye el koyarak yapar. Mısır'dan getirilen Kisve'yi onu taşıyan Kutlu Kafile'den gece baskınıyla alan Eşref, bu hareketiyle, "Sultan Abdülhamit’e karşı mücadele edilmez" fikrinin kırılmasına da sebep olur. Bu olay, Hicaz'da büyük bir yankı uyandırdığı gibi, Selanik ve Manastır'da teşkilatlanan hürriyet yanlıları ve komitacılar tarafından zaferle karşılanır...
MUSTAFA KEMAL KÖR OLUYORDU!
Kitapta sadece Eşref Kuşçubaşı değil, Abdülhamit’in yönetimini 33 yıl idare ettiği Osmanlı İmparatorluğu’nun; Meşrutiyet’in ilanı, 31 Mart Olayı, Trablusgarp Savaşı, Babıâli Baskını, Balkanlarda kaybedilen topraklar ve Garbî Trakya Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Teşkilat-ı Mahsusa’nın faaliyetleri ve Arabistan çöllerinde yaşanan amansız mücadelelerle Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüştüğü süreç sürükleyici kolay anlaşılır bir dille ele alınmış.
Kuşçubaşı’nın da dahil olduğu tüm bu olayları sayfalardan sıyrılıp bir çırpıda beyaz perdeye akacakmış gibi kaleme alan Hakan Kağan, Osmanlı’nın yıkılıp parçalanması için, Fransa, Selanik, İngiltere ve İzmir’de yapılan lobi faaliyetlerini derinlemesine aktarıyor kitabında.
Kitapta ayrıca genç bir subay olan Mustafa Kemal’in halı tüccarı kılığında Mısır'a gidişini, Arabistan çöllerinde vatansever bedevilerle birlikte İtalyanlara verilen amansız mücadelede üstlendiği kritik rolü, Enver Paşa ile cephede olsa da girdiği çekişmeyi ve geçirdiği kör olma tehlikesini de okuyacaksınız…