Dinimizde ve töremizde “Kadın düşmanlığı” olmadığına göre, bu anlayış bize nereden geldi dersiniz?
Şu bayıldığımız Batı’dan elbet: Düşünün ki, 16. yüzyıl Avrupa’sında dini çevrelerin yaşadığı en önemli tartışmalardan biri, “Kadınların ruhunun olup olmadığı” ile “Cennet’e gidip gidemeyecekleri” idi. Hattâ bazı üniversite hocaları, “Kadınların insan türünden olmadıklarını” ispat etmek üzere Latince tezler yazıyor, dönemin kraliyet fermanları, “Kadını dövmek için kullanılan âletlerin ucunun keskin demirden olmaması”, kadın bedeninde açılacak yaraların “makul bir cezanın sınırlarını aşmaması için zaruri olduğu” belirtiliyordu.
Kadınlara ilişkin birkaç Fransız “atasözü” de kaydedelim isterseniz…
• “Şeytanın yapamadığını kadın yapar…”
• “Kadın vücudunun üstündeki baş, şeytanın başıdır…”
• “Kadın şeytandan beterdir…”
• “Kadın bir örümcektir…”
• “Karısı olanın arısı var demektir, ne zaman sokacağı belli olmaz…”
• “Kadın zarurî bir baş belâsıdır…”
• “Horozun karşısında tavuk ötmemelidir” (Erkek karşısında, kadın susmalı).
• “Kadın takvim gibidir: Ancak bir yıl işe yarar…”
• “Kadın erkeğin sabunudur” (Kirini temizler anlamında)…
• “Kadın, dili kesilse bile susmaz…”
• “Kadınların hepsi ikiyüzlüdür…”
Özellikle Fransız atasözlerinden derledim ki, bilirsiniz, Fransızlar, kadınlar konusunda en nazik, en anlayışlı, en hoşgörülü toplum olmakla övünürler.
Zaten “Feminizm”, kadını hor gören, aşağılayan, âdeta şeytanla eşdeğer sayan böylesine yanlış bir anlayışa tepki olarak doğmuştur.
“Komşuda pişer, bize de düşer” deyişini doğrularcasına, Batı’da doğan Feminizm bize de ulaştı, bize de bulaştı. Oysa kültür kaynaklarımız kadını cennetle özdeşleştiriyor…
Kadını cennetle özdeşleştiren geleneksel anlayışımızın, “Kadın şeytan mı, insan mı?” tartışması yapan anlayıştan görüş almasına ihtiyacı var mıydı? Feminizm gibi, Batı toplumları için gerekli savunma mekanizmalarının, dindar Müslümanlar arasında yeri olmadığını düşünüyorum…
Tabii bu, İslâmiyet’i nasıl algıladığımız ve ne kadar yaşadığımızla da yakından ilgili bir konudur. İslâmiyet’i tüm unsurlarıyla kavrayabilseydik, erkeğin kadına üstünlük kurması ya da kadının erkekle savaşması gibi absürt eğilimlerimiz olmazdı.
Düşününüz ki, Resul-ü Âlişan Efendimiz (s.a.v.) kendi söküğünü diker, çoraplarını yıkar, yemeğini yapardı; bilmiyorum ama belki bulaşığa bile yardım ederdi.
Şimdi biz bunları yapmaya kalksak, adımız “kılıbık”a çıkar…
Çünkü, Peygamberimizin söz ve davranışlarını belirleyici sayan dindar Müslümanlarımız bile İslâmî değerlerde yaşamak yerine ithal yanlışlarda yaşıyor!
Kâh Hazret-i Âdem’e “Yasak Meyve”yi yemesi için kandırdığı gerekçesiyle Hazret-i Havva eleştiriliyor (ki Kur’an, ikisinin de şeytan tarafından aldatıldığını söyler), kâh ilk Müslüman’ın ve Efendimizin arkasında namaz kılan ilk cemaatin bir “kadın” (Hazret-i Hatice) olduğu görmezden geliniyor, kâh hüküm mevkiinde bulunan Kanuni Sultan Süleyman’ı beraat ettirmek için, oğlunu hayatta tutmaya çalışan Hürrem Sultan mahkûm ediliyor… Ne de olsa tarih ve din kitaplarını erkekler yazıyor!
Bence Resul-i Alişan Efendimizin Veda Hutbesi’nde billurlaşan değerlendirmeleri, bizim için en uygun zemindir: Ey İnsanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allah’tan korkmanızı tavsiye ederim… Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınların da sizin üzerinizde hakları vardır…”
Yavuz BAHADIROĞLU