2.4. Kur’an ve Arapça Tedris Usulü ve Takip Ettiği Yöntemler
Süleyman Efendi ders okutma metodu olarak medreselerden farklı bir metod uygulamıştır. O, bugün eğitimcilerin ısrarla uygulanmasını istediği“talebeyi faal hale getiren, uygulama metodunu”kullanmıştır. Zira bu metod daha kalıcı olmakta ve daha kısa sürede daha yüksek verim vermektedir. Medreselerde takrir metodu uygulanıyor, hoca dersi anlatıyor talebe de hocasını dinliyor ve bütün kitapları kuru kuruya ezberliyordu. Dolayısıyla beyinlere aşırı yük yükleniyor ve talebe yıllarca ders okuyordu. Süleyman Efendi ise bazı dersler hariç ezberletme yapmıyor, dersi talebenin kendisini okutturuyor ve onun eksikliklerini tamamlıyordu. Bu sayede hem talebeye değer verildiği için güven geliyor, hem de dersler uygulamalı olduğu için daha kalıcı oluyordu.
Süleyman Efendi, dersleri tercüme kitaplardan öğretmek yerine emsileden başlayarak bütün büyük ulemanın bilhassa Osmanlı medreselerinde takip edilen temel kitaplar vasıtasıyla İslamiyet’i kaynağından orijinal dili olan Arapça’dan okutmuş ve öğretmiştir. O, eser yazmak ile vakit geçirmektense, yazılı olan eserleri okutup, insan yetiştirmeyi, onlara ruh vermeyi tercih etmiştir. Osmanlı medreselerini kendine numune olarak almış ve talebelerine Osmanlı’yı misal olarak göstermiştir. Yok olmaya yüz tutan, iman, itikat ve ibadetleri tekrar yeşertip yaşartmak ve muhafaza edebilmek için İslam akaidinin ve ehl-i sünnet düşüncesinin temeli yani usul-ü dinde asil olan tahkiki, füru-u dinde asil olan taklidi öğretirken şerh-i akaidi günümüzdeki ve tarihteki sapıklıkları tanıtmış ve dalalet fırkalarına düşmekten muhafaza etmiştir.
1) Hadîkatü'l-Evliyâ; s.123-127
2) Özel Not
3) Süleyman Hilmi Tunahan, You are not allowed to view links.
Register or
Login4) Manevi Dünyamızda İz Bırakanlar, Ali Demirel,www.cevaplar.org
Süleyman Efendi, medreselerde 15-20 senede ancak okutulup öğretilen kitapları azami 3-5 senede okutmaya muvaffak olmuştur. Bunun sebebi elbette ihlaslı zahiri gayretleri yanında manevi tasarruflarıydı. Onun “Cenaba-ı Hakk’ın yüz esmasının tasarrufları bize çevrildi. Biz bunlardan ancak bir tanesini kullanıyoruz. O da talebelerimizi çabuk yetiştirmektir.” ifadeleri bu hakikati bildirmektedir.
Onun ilim öğretme hususunda talebe ile nasıl meşgul olduğunu, onlara nasıl ders anlattığını Hacı Ali Şeker şöyle anlatmaktadır:
“Bir gün Konyalı Hacı Mustafa Efendi ile Kısıklı’daki kursa gitmiştik. Efendi Hazretleri sohbet ederken bir ara talebeleri çağırdı. Nasıl ders okuttuğunu ve niçin çabuk meyveler alındığını bize şöyle gösterdi: Efendi Hazretleri gayet mülayim bir tavır ve kendine mahsus bir eda ile;
“- Oku bakayım evladım” dedi. En baştaki talebe de kitaptan ibare okumaya başladı. Ve kendi bildiği kadar mana verdi. Eksiklerini Efendi Hazretleri tamamladı. O mevzuda ilave bilgiler verdi. Sıra ikinci talebeye gelmişti. Müteakip ibareyi o da okudu. Verebildiği kadar mana verdi. Talebeye yardımcı olabilmek için bazı hatırlatıcı sorular sordu. Talebe o soruların cevabını verdikten sonra önündeki ibareyi daha kolay çözmeye başladı. Talebe bir taraftan da hocasının önünde kendi bilgilerini hatırlayarak ibareyi çözünce, iştiyaka geliyor ve daha ilerisini okumak istiyordu. Bu esnada Efendi Hazretleri’nin mülayim bir baba gibi okşayıcı sesi yetişiyordu:
“Sen oku evladım.. zamire dikkat et.. ikinci baçtan okuyacaksın.. naib-i faili unutma...”Biz bu ders okuma şekline hayran olmuştuk. O yaşıma rağmen bende ders okuma iştiyakı doğdu.”
Süleyman Efendi talebelerinin ezbercilik yerine dersin özünü kavramalarına önem verirdi. İbarenin bütünü ve anlatmak isteneni anlayabilmişlerse telaffuz ve irab hatalarına kızmaz, “dumanı doğru çıksın yeter” derdi. Halkadaki bütün talebeye ibare okuturdu. Bu yüzden talebeler dersten önce derse hazırlanmış olarak gelirlerdi.
Onun en önemli eğitim metodlarından biri de sevgidir. O, talebelerine bir ana-baba şefkatiyle yaklaşıyor, onların her türlü dertleriyle dertleniyor ve çaresi için maddi-manevi elinden gelen bütün fedakarlıkları gösteriyordu.
Süleyman Efendi, bu şekilde Osmanlı’da koskoca bir müessese olan medreseyi tek başına yaşatmış ve halen talebeleri de onun bu usulünü devam ettirmektedirler. Onun vefatıyla bu hizmetlerde ve ders okutma şekillerinde aksama olmamış ve bunlar ondan alınan manevi terbiye ve feyzle sanki bugün ihdas edilmiş gibi tazeliğini ve orjinalligini korumaktadır.
2.5. Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği Federasyonu
Kur’an kursu faaliyetleri “Kur’an Kursları Federasyonu” adı altında resmi olarak yürütülmektedir. Çeşitli evrelerden sonra bu federasyon “Kurs ve Okul Talebelerine Yardım Derneği Federasyonu” adını alarak faaliyetlerine devam etmektedir. Bu federasyonun bugünkü tüzüğünde yer alan bazı maddeleri, onların faaliyetlerinin boyutunu göstermesi açısından burada kısaca zikretmek istiyoruz.
Federasyonun şu andaki tüzüğüne göre gayesi, kurs ve okul talebelerine yardim gayesiyle kurularak faaliyette bulunan bilumum üye derneklere ve bunların himaye ettikleri talebelere maddeten ve manen yardımcı olmak ve onları her bakımdan korumak, üye derneklerin faaliyetlerinde düzenli çalışmayı ve işbirliğini temin etmek, münferit olarak halline muvaffak olamadıkları meseleleri halletmede kendilerine yardımcı olmaktır.
Federasyon bu gayeyi gerçekleştirmek için aşağıda belirtilen hususlarda çalışmalar yapmaktadır:
1. Üye derneklerin mevzuata göre her türlü hak ve menfaatlerini korumak ve üyeler arasındaki sosyal dayanışma ve yardımlaşma şuurunu geliştirmek için lüzum eden çalışmaları yapmak, tedbirleri almak.
2. Üye derneklerin ve bunların ilgilendikleri talebelerin haklarını ve menfaatlerini korumak, bunlara mevzuat dahilinde daha geniş haklar ve menfaat temini için gayret göstermek
3. Millî, ananevî, örf ve adetlerimize uygun, sosyal, ahlkî, manevî, iktisdî ve kültürel hususlarda gayr-i siyasi mahiyette ilmî konferanslar, seminerler, toplantılar ve dersler tertip etmek, dergi, gazete ve broşür neşretmek suretiyle üye dernek mensuplarının ve talebelerinin kültür seviyelerinin yükselmesine yardım etmek.
4. Üye derneklerden ihtiyacı olanlara, kendi imkanları elverdiği ölçüde, menkul ve gayri menkuller de dahil olmak üzere her türlü mal ve para yardımı yapmak.
5. Yukarıda sayılan hususların tahakkuku için gayri menkul mal edinmek, bina inşa ettirmek ve mezkur binaları ve müştemilatını hizmete açmak, bina ve daire kiralamak.
6. Binaların muhafazası için icap eden bakımı ve tamiratı yapmak.
7. Vakıf mevzuatına uygun olarak federasyonun gayesine uygun vakıf kurmak.
Görüldüğü gibi talebe yurdu faaliyetleri bugün resmiyet yönünden de ciddi esaslara oturtulmuş ve herhangi bir resmi engele mahal bırakmadan hizmete devam etmektedir. Bu topluluğun maddi ve manevi ruh mimarı olan Süleyman Efendi hakkında M. Necati Bursalı şöyle bir tespitte bulunmaktadır: “Süleyman Efendinin en büyük hususiyetlerinden biri de şüphesiz ki Allah’ın kelamı olan Kur’an-i Kerim’e ettiği hizmetlerdir. Allah demenin bile yasak edildiği o karanlık günlerde bu işi başarabilmek için insanda Uhud Dağı gibi yürek olması gerek. Büyük insanların çileleri de büyük olur. Süleyman Efendi de pek çok ezalar, cefalar çekmiştir.
O, hiçbir zulüm ve cefadan yılmadı. Kur’an caddesinde ömür arabasını son nefesine kadar sürdü.”
Süleyman Efendi büyük bir mücadele ve dava ruhuna sahipti. Onu, muasırlarında nadiren rastlanan bir aksiyon insanı olarak müşahede ediyoruz. Hatta sadece kendilerine değil, ondan feyz almış, rahle-i tedrisinde bulunmuş nice talebelerinde dahi günümüzde ayni hasleti müşahede ediyoruz. Onun aksiyon cephesini ifade etmesi bakımından talebelerine söylediği şu sözleri burada aynen zikretmek istiyorum: “Biz, ömrümüzde bir defa olsun sırtımızı yaslayıp rahat oturmadık, huzur-u İlhî’de böyle bir kaydımız yoktur. Allah (c.c) ve Rasulü buna şahittir. Aklınızı başınıza alın.”
Buradan da anlaşıldığına göre Süleyman Efendi, gecesi ve gündüzüyle bütün ömrünü Ümmet-i Muhammed’e hizmet için tahsis etmiştir. O, “aklinizi başınıza alin” derken fani olan bu dünyada yapılacak en iyi işin Allah’ın dinine ve kitabına hizmet olduğunu, ümmet-i Muhammed’i hidayete erdirmek olduğunu tembih etmekte ve bu uğurda da talebelerinin gece-gündüz çalışmalarını, zevk ü sefa peşinde koşmamalarını istemektedir.
Yine vazifelerinin ne olduğunu evlatlarına hatırlatan ve ömür boyu hizmet düsturları olan bir sözünü talebelerinden Mehmet Bozkır şöyle anlatmaktadır:
“Evlatlarım! Bugün insanların pek çokları vadilerden akan sel gibi cehenneme doğru hızla akmaktadırlar. Nasıl ki bir afet olur, dağda derede sel ne bulursa alıp götürürse; dinsizlik, ahlaksızlık ve cehalet de insanları böylesine cehenneme götürüyor. İnsanlar bu selden kendilerine lazım olanları kurtarmak için nasıl çırpınırlarsa; biz ve benim evlatlarım, ilim ve cihadla cehenneme gitmekte olan bu insanlardan elimizden geldiği kadar kurtarmaya çalışacağız.”
<>Peki günümüzde sayıları üç binlerle ifade edilen ve dünyanın her köşesine yayılmış olan bu talebe yurtlarının (Kur’an kurslarının) maddi ihtiyaçları nasıl karşılanıyor? Bazılarının tabiriyle değirmenin suyu nereden geliyor?
Vaktiyle kimileri “Bunlar Mussolini’den para yardımı alıyorlar” demişler hatta bu mevzuda Alanya’da mahkemeye verilmişler. Günlerce süren asılsız dava beraat ile neticelenmiştir.
Süleyman Efendi cemaati, halka hizmeti Hak’a hizmet olarak telakki etmişler ve maddi finansı da zekat ve öşür müessesini ihya ederek halktan temin etmişlerdir. Zekat ve mahsulün zekatı olan öşür Allah’ın kullarına bir emridir. Süleyman Efendi bu husus üzerinde ısrarla durmuştur. Ayni hassasiyeti bugün talebeleri de göstermektedir. Talebeleri mahsullerin öşrünü İslam’da emredildiği şekliyle hesaplayıp gerekli olan yerlere vermekte ve diğer Müslümanların da öşürlerini vermelerine vesile olmaktadırlar. Bu şekilde bu kurslar zekat, öşür ve yardımsever zenginlerin yardımlarıyla finanse edilmektedir. 2.6. Cezayir Müslümanları İçin Ettiği Dua ve Kütahya-Bursa Hadiseleri
Süleyman Efendi dünyadaki bütün Müslümanların derdini kendine dert edinmişti. 1956’da Cezayir Müslümanları Fransızlara karşı istiklal mücadelesi verirken Türkiye hükümeti beynelmilel mahfillerde Fransızları desteklemiş ve Milletler Cemiyeti’ndeki oylamanın Cezayirliler aleyhine neticelenmesinde etkili olmuştu. İslam dünyasında Türkiye’ye olan itimadın, yıllarca sürecek şekilde, kaybedilmesine sebep olan bu politika on binlerce müslümanin kanının Fransızlarca akıtılmasına da alet olmuştu.Cezayirli kardeşlerimizin sızısını içinde duyan Süleyman Efendi, dayanamamış, vaazlarda “Cezayirli kardeşlerimize hiç olmazsa dua edelim!” sözleriyle gönlünün feryadını aksettirmiştir. Bu dua üzerine defaatle ifadesi alınmıştır.
1956’larda tekrar baskı ortamı oluşmaya başlamıştı. Zira rejimin sadece partisi değişmiş, zihniyeti değişmemişti. Hükümet kendi kuyusunu kazarak Müslümanlara nefes aldirmamaya başlamıştı. Küfrün en ağır zulümleri yine en ağır vazifeyi yüklenene geldi: Bursa’da düzmece Mehdi hadisesi olarak bildiğimiz tertip...
Namaz kılmasını bile bilmeyen bir takım kişiler, akşam vakti Ulu Camiye geldiler. Ertesi gün Cuma namazında hutbe esnasında hadise çıkartıp, müdahale edenlere de saldırdılar. Yakalandıkları vakit, tertip gereği kendilerini Süleyman Efendinin gönderdiğini iddia ettiler.
Bunun üzerine Süleyman Efendi, 59 gün Kütahya Hapishanesinde tutuldu. Lakin o, orada bile Kur’an-ı Kerim’e hizmetten geri kalmayıp nice mahkumların hidayetlerine vesile oldu. Mahkemede
Süleyman Efendi tarafından gönderildiklerini iddia eden kimseler, Süleyman Efendinin “hazirundan hangisi olduğu”nu bilemediler ve hakim tarafından kovuldular. Süleyman Efendi beraat etti ama 59 günlük hapsin telafisi mümkün değildi...
Hapisten çıkınca “Efendim, rahatsızsınız biraz dinlenin” diyenlere: “Tekeri patlayan şoför, tamir bitince kaybettiği vakti kazanmak için daha hızlı gider. biz de bu iki aylık kaybı daha fazla çalışıp kapatalım” buyurmuşlardır. (4)