1. Gareis’e göre insan nasıl bir varlıktır?
Cevap: Gareis’e göre insan yaratıcısına yönelik bir
varlıktır ve böyle bir yönelişe uygun olarak
programlanmıştır.
2. İnsanın kutsal ile etkileşiminde dinlerin temel görevi
nedir?
Cevap: İnsanın kutsal ile etkileşiminde dinlerin temel
görevi, inanma ihtiyacını karşılamak ve böylece insanın
ruhunda maneviyat için ayrılmış boşluğu en uygun şekilde
doldurmaktır.
3. İnananlar, kendine özgü farklılaşmış bir dindarlık
biçimini nasıl geliştirirler?
Cevap: Yapı ve fonksiyonları itibarıyla tüm sistemli
dinler, insanın biyolojik, psikolojik ve sosyo-kültürel
ihtiyaçları için eşsiz imkânlar sunar. İnananlar bu
imkânları, kendi kişisel bilgi ve deneyimleri ölçüsünde
kullanarak kendine özgü farklılaşmış bir dindarlık biçimi
geliştirirler.
DİNDARLIĞIN BİYOLOJİK KAYNAKLARI
4. Nöroteoloji nasıl doğmuştur?
Cevap: Son yıllarda nöroloji alanında yapılan çalışmalar,
insanların davranış, duygu, tutum ve inançlarının
beyindeki karşılıklarını bulma konusunda oldukça ilerleme
kaydetmiştir. Geliştirilen beyin görüntüleme yöntemi
sayesinde, insanlar olumlu ya da olumsuz duygular
yaşadıklarında beynin hangi bölgesinin aktif olduğu tespit
edilebilmektedir. Tespitlere göre dinî ve mistik tecrübeler
yaşandığı durumlarda özellikle beynin belirli
bölgelerindeki aktivite artmaktadır. Beyninin bir bölümü
hasar görmüş kimselerin dinî yaşantılarında gözlenen
değişim, konuya dikkatleri çekmiş ve yapılan
araştırmalarda önemli bulgular elde edilmiştir. Tüm bu
çalışmalar sonucunda yeni bir yaklaşım olarak Nöroteoloji
doğmuştur.
5. Nöroteoloji’nin çalışma alanı nedir?
Cevap: Nöroteoloji’nin çalışma alanı, dinî ve mistik
yaşantıların biyolojik temelleridir.
6. “Tanrı Noktası” üzerine kimler araştırmalar
yapmışlardır?
Cevap: 1990’lı yılların başında ilk olarak nöropsikolog
M. Persinger, daha sonra 1997’de nörolog V. S.
Ramachandran ile ekibi, insan beyninde doğuştan var
olduğu öne sürülen Tanrı Noktası üzerine araştırmalar
yapmışlardır.
7. Tanrı Noktası üzerine yapılan araştırmalarda nasıl bir
sonuca varılmıştır?
Cevap: Tanrı Noktası üzerine yapılan araştırmalar da bu
ruhsal merkez, beynin şakak loblarındaki sinir bağlantıları
arasında konuşlanmıştır. Beyin görüntüleme yöntemi
(Pozitron Emüsyon Topografisi) kullanılarak yapılan
taramalara göre denekler, manevi veya dinî konularla ilgili
konuştukları her defasında, bu sinir alanları
aydınlanmıştır. İncelemelere göre, Batılılar Tanrı’dan
bahsedildiğinde, Budistler ve diğerleri ise, anlamlı
buldukları dinî sembollerle karşılaştıklarında tepki
vermişlerdir.
8. Tanrı’nın beynin sabit bir parçası olduğunu öne süren
araştırmacı kimdir ve hangi yöntemi kullanmıştır?
Cevap: Tanrı’nın beynin sabit bir parçası olduğunu öne
süren araştırmacı A. Newberg’dir. SPECT Beyin
Haritalama Yöntemini kullanmıştır.
9. SPECT yöntemi nedir?
Cevap: Tanrı tecrübesi yaşayan beynin canlı resmi olarak
nitelendirilmektedir. Bu yöntem, daha çok mistik
deneyimler sırasında beynin görüntülenmesinde kullanılır.
10. E. D’Aquili beyin-inanç ilişkisiyle ilgili nasıl bir teori
ortaya atmıştır?
Cevap: E. D’Aquili, beynin farklı bölümlerinin din ile
ilgili farklı işlevler üstlendiğini iddia etmiştir. Ona göre
beynin bir noktası, din açısından büyük önem taşıyan
vahdet/birlik fikrini anlamaya odaklanmıştır. Diğer bir
noktası ise, Tanrı’nın dünyada olup bitenleri nasıl
düzenlediğini anlamakla ilgilenmektedir.
11. D. Hamer 2004 senesinde hangi çalışmayı yapmış ve
bu çalışmayla neyi bulduğunu iddia etmiştir?
Cevap: 2004 yılında konuyla ilgilenenlerden birisi olan
D. Hamer, Tanrı Geni (The God Gene) adlı çalışmasıyla
maneviyatın genini bulduğunu iddia etmiştir. Hamer,
maneviyatın böylesine etkili ve evrensel bir güç olmasını,
genetik karakterine bağlamıştır. Ona göre insanların
manevi değerlere, mutluluktan, sağlıktan ve güçten daha
fazla önem göstermeleri, maneviyatın kısmen genlerle
bağlantılı olduğuna işaret etmektedir. Hamer, manevi
davranışta, genetik karakter, biyolojik desen ve bilinç
arasındaki karmaşık örüntünün önemine dikkat çeker. Ona
göre bu karmaşık örüntü, genetik ya da çevresel
özelliklerin maneviyat üzerinde tek başına etkin
olmadığını gösterir. İnsanları manevi inanca yönelten
olgu, kişisel tecrübe ve kültürel çevre tarafından
şekillendirilen genetik yatkınlıktır. Genler, beynin çeşitli
yetenekleri ve bilincin farklı formları ile etkileşmek
suretiyle manevi tecrübeler için temel teşkil eder. H
amer’ın ifadesine göre Tanrı Geni, aslında öne sürdüğü
teorisinin son derece basitleştirilmiş şeklidir.
12. Hamer’a göre “Tanrı Geni” nedir?
Cevap: Hamer’a göre Tanrı Geni, birebir geleneksel dini
eğilimlerle ilgili olmaktan çok, insanın mistik bir güce
inanmasıyla ilgili manevi seviyesini belirleyen
biyokimyasal bir şifredir. Maneviyatı yüksek kişiler,
kendini aşarak kutsal bir yücelikle bütünleştiklerini ve o
bütünün bir parçası olduklarını hissederler. Bu hissediş
onlarda hayata daha iyimser yaklaşma imkânı sağlar.
Hamer, kendini aşkınlama ile Tanrı Geni arasında açık bir
ilişki bulunduğunu iddia eder. Ona göre bu bölgeye Tanrı
Geni ismini vermek, bilimsel olmayabilir. Ancak, insanı
yaratıcısını aramaya yönelten bir fonksiyonu
bulunduğundan dolayı hiç olmazsa Tanrı’yı Arama Geni
adı verilebilir.
DİNDARLIĞIN PSİKOLOJİK KAYNAKLARI
13. Anlam arayışı nedir?
Cevap: Anlam arayışı, düşünce, tutum ve davranışları
belirleyen en önemli güdülerden biridir. Hakikat arayışı
olarak da tanımlanır.
14. Hakikat arayışı olarak da tanımlanan anlam
arayışında insanın temel hedefi nedir?
Cevap: Bu arayışta insanın temel hedefi, hayattaki
konumunu olumlu yönde belirleyecek nihai bir anlama
kavuşmak ve böylece varlığı anlamlandırma ihtiyacını
gidermektir.
15. V.Frankl’ın düşünce ve tedavi ekolünün adı nedir?
Cevap: V.Frankl’ın düşünce ve tedavi ekolünün adı
“Logoterapi”dir.
16. Logoterapi’nin amacı nedir?
Cevap: Logoterapi’nin amacı, bir taraftan insanın en
temel ihtiyacı olan anlam arzusunu tatmin etmek suretiyle
anlamlı bir hayatın teşekkülüne yardımcı olmak, diğer
taraftan ise, modern insanı içine düştüğü çağın hastalığı
anlamsızlıktan kurtarmaktır.
17. Logoterapi’ye göre insan içine düştüğü anlamsızlıktan
nasıl kurtulabilir?
Cevap: Logoterapi'ye göre insanda doğuştan var olan
anlam arzusu, onu en acımasız ve en korkutucu şartlar
altında bile sarılabileceği bir değere, bir amaca veya
hedefe yöneltebilir. Ancak, anlam arzusu engellendiği ve
engelin çözümlenmediği durumlarda insan, anlamsızlığa
düşer. İçine düştüğü anlamsızlıktan ancak anlam arzusuna
yeniden işlerlik kazandırmakla kurtulabilir.
18. Din insana nasıl hizmet eder?
Cevap: Hemen her alanda doyurucu cevaplar veren değer
sistemiyle din, sahip olduğu anlam imkânlarıyla insanın
arayışlarına hizmet eder. En temel işlevlerinden biri olarak
din, kültür veya ideolojilerin açıklamaktan aciz kaldığı
zihinsel ya da ruhsal pek çok konuda, bilgi kaynakları
sunar. Semboller sistemi olarak din, insanın yaşadığı
dünyayı daha iyi anlayabilmesine yardım eder. İnsan
psikolojisinin temel ihtiyaçlarına yönelik bu kuşatıcı
karşılıklarıyla dinî inanç, bir başka şekilde
cevaplanamayacak gibi gözüken varlık nedeni ve hayat ile
ilgili pek çok soruyu cevaplamakla zihni ve ruhu
rahatlatır. Diğer taraftan din, zihnin aşmakta zorluk çektiği
mantık-ötesi sorulara hazır cevaplar sunmakla onu
gereksiz detaylardan ve kısırdöngülerden korur.
19. Ölüm korkusu nasıl tanımlanabilir?
Cevap: Ölüm korkusu, birbirinden farklı korku ve kaygı
türlerini bünyesinde barındıran karmaşık ve büyük ölçüde
belirsiz bir duygusal yapı olarak tanımlanabilir.
20. Ölüm korkusunu hangi korku türlerinin oluşturduğu
söylenebilir?
Cevap: Ölüm korkusunu oluşturduğu tespit edilen korku
türleri şu şekilde sıralanabilir:
1. Belirsizlik korkusu
2. Bedeni kaybetme korkusu
3. Acı duyma korkusu
4. Yalnızlık korkusu
5. Yakınlarını kaybetme korkusu
6. Denetimi kaybetme korkusu
7. Kimlik duygusunu kaybetme korkusu
8. Gerileme korkusu.
21. Freud ve onun takipçileri ölüm ötesiyle ilgili inançları
nasıl yorumlamaktadır?
Cevap: Freud ve onun takipçilerine göre ölüm ötesiyle
ilgili inançlar, dünyada yüz yüze gelinen sıkıntı ve
engellemeler karşısında teselli bulmak amacıyla insanın
uydurduğu hayali tatmin kaynaklarıdır.
22. Jung ve onu izleyenler ölüm ötesiyle ilgili inançları
nasıl yorumlamaktadır?
Cevap: Jung ve onu izleyenler, ölüm ötesi bir hayata
inanmanın insan için kaçınılmaz zorunlu bir yöneliş
olduğu üzerinde birleşmişlerdir. Bu görüşte olanlara göre
ölümden sonra yeniden dirilişi ve sonsuz bir hayatın
varlığını haber veren dinin en önemli fonksiyonlarından
birisi, inananların ölüm kaygısını gidererek sonsuzluk
duygusunu tatmin etmesidir.
23. Yapılan araştırmalara göre dindarlık ile ölüm,
ölümsüzlük arzusu, sonsuzluk duygusu arasında nasıl bir
ilişki vardır?
Cevap: Yapılan araştırmalara göre dindarlık ile ölüm,
ölümsüzlük arzusu, sonsuzluk duygusu arasında;
1. Bu araştırmaların bir kısmına göre bu
değişkenlerle dindarlık arasında olumsuz bir
ilişki vardır; yani ölüm korkusu dinden
uzaklaştırmaktadır. İnsanlar sonsuzluk
duygularını, dinin dışında başka tecrübelerle
doyurmaktadırlar.
2. Bir kısım araştırmalara göre ölüm korkusu ve
sonsuzluk duygusu ile dindarlık arasında anlamlı
bir ilişki yoktur. Bu çerçevede olmak üzere
özellikle Batı’da yapılan pek çok araştırma, ölüm
korkusu ve sonsuzluk duygusunun tek başına
tutarlı bir dinî inanç ya da ahiret inancı
doğuracak bir etkiye sahip olmadığını
göstermiştir. Asıl ilginç olan, Tanrı’nın varlığına
inanan bir kısım dindarların yeniden diriliş,
hesaba çekilme, cehennemde ceza görme gibi
bazı dinî inançlara karşı ciddi şüphe ve hatta
inkâr eğilimi taşımalarıdır.
3. Diğer bir kısım araştırmalara göre ise, söz konusu
değişkenler ile dindarlık arasında olumlu bir
ilişki vardır; yani ölüm korkusu ve sonsuzluk
duygusu dine yaklaştırmaktadır. Bu yöndeki
bulgular, özellikle tutarlı, içten ve farklılaşmış bir
dindarlık geliştirenlerde en üst düzeydedir.
24. Engellenme nedir?
Cevap: İnsanın bir ihtiyacını, istek ya da arzusunu
karşılamak üzere harekete geçtiği sırada gerek kendi
içinden, gerekse dışardan kaynaklanan çeşitli nedenlerden
dolayı hedefine ulaşamaması durumuna engellenme denir.
25. Engellenme durumunda insanda ne gibi değişimler
görülür?
Cevap: Engellenme durumunda insanda gerginlik artar;
öfke, korku, kaygı, sıkıntı ve çaresizlik duygusu ortaya
çıkar. Engellenen birey, içinde bulunduğu zor durumdan
kurtulmak için çözümler ve tatmin yolları arar. Özellikle
insan gücünü aşan engellemeler karşısında dinî inanç ve
değerler güçlü telafi işlevi görürler.
26. Freud ve Marx gibi din karşıtı kişiler bireyin
dindarlığını nasıl nitelemişlerdir?
Cevap: Freud ve Marx gibi din karşıtı kişiler bireyin
dindarlığını yalnızca çaresizlik durumlarına indirgerler.
Onlara göre bir bütün olarak din, esasen yolunu şaşırmış
bir insanî arzu, aslı esası olmayan gerçek dışı bir hayal,
yanılsama veya sapmadan ibarettir. Dinî tutum ve
davranışlar onlar açısından acziyet ve tatminsizlikten
doğan hastalıklı yapılardır.
27. İnsanları ilahî yardım talebine yönelten kaynaklar
nelerdir?
Cevap: Sebep oldukları engellenme ve çaresizlik
duyguları nedeniyle insanları ilahî yardım talebine
yönelten başlıca iki kaynaktan bahsedilebilir. Bunlardan
biri, deprem, sel, kuraklık, hastalık gibi insanın üstesinden
gelemediği için engellendiği tabiat ve dünya olaylarıdır.
Diğeri ise, statü, saygınlık, özgüven kaybı; başkalarıyla
ilişki ve iletişim güçlüğü; iş ve meslek sorunları gibi yine
insanın tek başına kolaylıkla aşamayacağı sosyal
mahrumiyetlerdir.
28. Engellenmenin yoğun olduğu durumlarda din ile
insan arasındaki ilişki nasıldır?
Cevap: Çeşitli dönemlerde bilim adamları tarafından
gerçekleştirilen araştırmalar, çaresizlik ve
mahrumiyetlerin özellikle yoksul olanları dinî davranışa
yönelterek dindar bir kişiliğin oluşumuna katkı sağladığını
ortaya koymuştur. Din, dünya ötesi amaç ve hedefler
göstererek; çektiklerine karşı çeşitli telafi ve mükâfatlar
vaat ederek engellenmiş insana, güven aşılar; gerilimini
dengeleyerek rahatlamasını sağlar. Araştırmalara göre
insanlar, beklenmedik felaketlerle, savaş, hastalık ve ölüm
tehlikesiyle karşılaştıklarında dua ve ibadetlere daha fazla
özen göstermekte ve daha fazla devam etmektedirler.
Engellenmenin yoğun olduğu böylesi durumlarda
dindarlar, Tanrı’nın umulmadık güçlü müdahalelerine
büyük bir önem vermektedirler.
29. Sosyal mahrumiyetlerin olduğu durumlarda
insanların dine yönelişi nasıldır?
Cevap: Benzer bir eğilim, sosyal mahrumiyetler
karşısında da söz konusudur. Yaşadığı toplum içerisinde
bireysel kimliğini tehdit eden çeşitli engellerle karşılaşan,
ekonomik ve sosyal statüsünü kaybedenler; kendilerini
toplumdan soyutlanmış kimsesiz kalmış hissedenler, doğal
olarak sosyal destek bulacaklarına inandıkları hedeflere
yönelebilirler. Bu noktada özellikle dinî gruplar, cemaat
ve tarikatlar, besledikleri birliktelik ve kardeşlik ruhuyla
sosyal destek arayanlar için eşsiz ortamlar sunar. Dinî
gruplar, sağladıkları maddi ve manevi imkânlarla bir
taraftan toplumda haksızlığa ya da başarısızlığa uğramış
insanla dayanışmaya yönlendirirken, diğer taraftan da
onlara kaybettikleri sosyal statüyü, aidiyet duygusunu ve
sosyal kimlik algısını yeniden kazandırabilir. Böylece
grup içinde sürüp giden değerler sistemi içselleştirilerek
yeni bir dindarlık şekli gelişebilir.
30. Zihnin ancak dinin yardımıyla çözebileceği temel
problemleri, kaç ana grupta toplamak mümkündür?
Bunlar nelerdir?
Cevap: Zihnin ancak dinin yardımıyla çözebileceği temel
problemleri, beş ana grupta toplamak mümkün
görünmektedir. Bunlar:
1. Evrenin ve dünyanın yaratılışı; hayatın anlam ve
amacı gibi mantıksal çözümü olmayan sorular
2. Acı tecrübeler, doğal felaketler, ölüm gibi
hayatın zorlayıcı ve olumsuz görünen yönleri
3. Haksızlık, adaletsizlik, başarısızlık, fakirlik gibi
bireysel ya da toplumsal engellenme ve
mahrumiyet şekilleri
4. Şuur, yaratıcılık, estetik ve mistik tecrübeler gibi
bilimin henüz açıklayamadığı tabii süreçler
5. Zihinsel boyutta ele alınan kimlik problemleri ve
hayat felsefesi.
31. Suç ve din arasında nasıl bir ilişki vardır?
Cevap: Suçun dindeki karşılığı günahtır. Vicdanın
mahkûmiyetini ifade eden suçluluk duygusunun dindeki
karşılığı günahkârlık duygusu; vicdanî mahkemenin
karşılığı ise, ilahî mahkemedir. Dinin emirlerine uymadığı
ya da yasaklarını çiğnediği zaman, dindarda günahkârlık
duygusu doğar ve neticede kendini ilahî mahkemede
mahkûm edilmiş hisseder. Doğal olarak o da,
mahkûmiyetten doğan gerilimden kurtulabilmek için dinî
telafi arayışlarına girer. Bu durumda suçluluk ve
günahkârlık duyguları dine yönelten kaynaklar arasında
sayılabilir. Nitekim yapılan pek çok araştırma sonucunda,
bu kabulü doğrulayacak bulgular otaya çıkmıştır. Dinî
inanç ve değerler, suçluluk ve günahkârlık duygularının
yaşanmasına yol açtığı kadar, bu duyguların kıskacında
vicdanı sızlayan kimseler için de telâfi ve teselli kaynağı
oluşturmakta, böylece çift yönlü bir güdüsel etkinlikte
bulunmaktadır.
DİNDARLIĞIN SOSYAL VE KÜLTÜREL KAYNAKLARI
32. İnsanın din ile tanışıklığı nasıl gerçekleşir?
Cevap: Bebeklik döneminden itibaren birey, toplumun
kültür özellikleriyle tanışır ve onları içselleştirerek
zamanla toplumun bir üyesi olur. Din, kültürü düzenleyen
ve şekillendiren en önemli kurumların başında gelir.
Çocuğun kültürle tanışması, aynı zamanda din ile
tanışması anlamına gelir. Bu tanışıklık, bir taraftan model
aldığı kişilerin etkisiyle; bir taraftan toplumdaki dinî
kurumlarla olan etkileşimiyle ve son olarak da eğitim
yoluyla gerçekleşir.
33. Model alma yoluyla öğrenme nedir?
Cevap: Her insanın kişilik gelişiminde, özellikle taklit
ettiği veya benzemeye çalıştığı belirli özdeşim örnekleri
ve davranış modelleri vardır. Bunlar;
1. Başta anne baba olmak üzere aile üyeleri
2. Yakın arkadaşlar
3. İlgi alanına göre din, bilim, sanat, spor ve eğlence
dünyasından sevilen ve sayılan bireylerdir.
İnsanın kişilik ve kimliği, büyük ölçüde seçtiği modellerin
görüş ve davranışlarından etkilenerek oluşur. Buna model
alma yoluyla öğrenme denir.
34. İnsanların çocukluk dönemlerinde, model ile öğrenme
yoluyla dinî kavramlar, söz ve uygulamalar nasıl pekişir?
Cevap: Çocuk en yakını olarak anne-babasının söz ya da
davranışlarını merakla izler ve çoğu zaman acemice
tekrarlamaya çalışır. Bilindiği üzere çocuğun bu taklit
çabaları, ebeveynlerin hoşuna gider ve sevgi gösterileriyle
ödüllendirilir. Zamanla bunun farkına varan çocuk takdir
ve onay kazanmak için dinî davranışlar da dâhil taklitlerini
sıklaştırır ve daha özenli davranır. Böylece dinî kavram,
söz ve uygulamalar yaygınlık kazanarak pekişir.
Araştırmalara göre, çocuğun bulunduğu bir ortamda
ibadetlerin yerine getirilmesi; çeşitli ödüllerle ibadetlere
katılmaya özendirilmesi, dindarlığının temellenmesinde
model davranışlar olarak büyük bir rol oynamaktadır. Bu
noktada dikkat çekilen başlıca husus, namaz kılma, dua
etme ya da Kur’an okuma gibi ibadetler yerine getirilirken
bunların beğenilen, takdir edilen iyi bir davranış biçimi
olarak yüceltilen davranışlar halinde ortaya konmasıdır.
35. İnsanların ilkokul ve ergenlik dönemlerinde model ile
öğrenme yöntemi nasıl işler?
Cevap: Artan yaşla birlikte çocuğun anne-babasından
bağımsızlaşıp arkadaş gruplarına yönelmesi, model
anlayışında da farklılaşmalara yol açar. Çocuğun özdeşim
örnekleri değişir. Anne-babanın model etkisi güç
kaybeder, yeni modeller güç kazanır. İlkokul yıllarında
başta arkadaşlar olmak üzere, öğretmenler, medyada sıkça
gündeme gelen çeşitli meslekten ünlüler, yeni özdeşim
örneklerini teşkil edebilir. Araştırmalara göre ergenlik
döneminde en güçlü model, akranlardır. Bu dönemin
ayırıcı özelliği olarak ergenin biyolojik, psikolojik ve
sosyal hayatında kritik değişmeler gündeme gelir. Ergen,
çocuk ile yetişkinlik arasında sıkışmış bir psikoloji yaşar.
Her konuda zihnini meşgul eden soruları vardır ve bu
nedenle ciddi bir rehberlik ihtiyacı duyar. Sorunlarını
genellikle akranlarıyla paylaşır. Onlardan bilgi almaya
çalışır. Bu dönemin ayırıcı niteliklerinden bir diğeri,
ergenin etrafındaki çeşitliliğin farkına varmasıdır. Bu fark
ediş, onu kendi kabullerinin doğru olup olmadığıyla ilgili
sorgulamaya yöneltir. Bu arada dinî kabullerini de
sorgular. İşte bu noktada dinî modeller yeniden önem
kazanır. Yapılan bir araştırmaya göre özellikle çocukluk
döneminde olumlu bir dinî gelişim yaşayanlar, ergenlik
döneminde, en fazla dinî açıdan güvendikleri modellere
yönelmektedirler. Bu yönelişin amacı, sadece ergenin
açıklayamadığı metafizik sorulara cevap bulmak ya da
dinî sorunlara çözüm aramak değil; aynı zamanda belirli
bir kimlik yapısı ve hayat görüşü geliştirmede uygun
davranış kalıpları bulmak amacını da taşımaktadır.
36. Din ile kültür arasında nasıl bir bağlantı mevcuttur?
Cevap: Din, kültürü oluşturan, zenginleştiren ve koruyan
önemli bir öğedir. Dinin en büyük işlevi, kültürü tutarlı ve
güçlü bir sistem etrafında bütünleştirmesidir. Esasen din,
kültürün içinde bir parça değil, onu aşan ve organize eden
çok daha güçlü bir değerler sistemidir. Öyle ki, din birçok
milli kültürü birbirine bağlayabilir ve bütünleştirebilir. Her
kültür, inanılan dinin izlerini taşır. Kültürün ayrılmaz bir
öğesi olan din, diğer kültür öğeleri üzerinde büyük bir
etkiye sahiptir. Hepsinin yapısında dinin izleri mevcuttur.
Bu izleri somut olarak, ibadethanelerde, tarihi eserlerde ya
da sanat eserleri üzerinde süsleme ve işleme olarak
görmek mümkündür. Bunlar bazen resimler, bazen de
yazılar halinde aktarılır. Aynı şekilde dinin soyut ya da
manevi izleri de; dinî ve edebî törenlerde, örf ve
ananelerde kutsal metinleri okuma, ilahiler, dualar
şeklinde icra edilen uygulamalar olarak görülebilir.
37. Aile içi eğitim dini duyguların şekillenmesine nasıl
etki eder?
Cevap: Aile kurumu, dindarlığın eğitim boyutu
konusunda da en önemli kurum niteliğini taşımaktadır.
Aile eğitimi çerçevesinde çocuk daha çok pasif-alıcı tarafı,
anne baba ise aktif-verici tarafı temsil eder. Dolayısıyla
aile içi eğitim, psikolojik hazırlık itibarıyla çocuğun en
kolay şekillendiği eğitim sürecini teşkil eder. Bu
çerçevede çocuğun dinî duygu, düşünce ve tutumlarının
büyük bir kısmı, anne-babanın dinî tercihlerine bağlı
şekillenir. Ebette, söz konusu dinî yapıların karmaşık ve
kararsız ya da düzenli ve tutarlı olması, anne-babanın
çocuklarına aktardıkları dinî içeriklerin düzenli ve tutarlı
olup olmamasına bağlıdır. Doğal olarak çocuğun
dindarlığı, sahip olduğu dinî-ahlakî birikiminin kişiliği
üzerindeki bir yansıması olacaktır.
38. Yaygın ve örgün eğitim kurumlarında verilen dinî
eğitimin, dindarlık adına önemli işlevleri nelerdir?
Cevap: Gerek yaygın ve gerekse örgün eğitim
kurumlarında verilen dinî eğitimin, dindarlık adına
temelde iki önemli işlevinden bahsedilebilir: Her şeyden
önce bu kurumlarda verilen din eğitimi, aile çevresi ve
diğer dinî kurumlardan aktarılan önceki dinî birikimin
doğruluğunu ve yeterliliğini test etme imkânı verir. Diğer
taraftan ise, daha yeni, güncel dinî bilgi ve deneyimlerin
kazanılması noktasında önemli imkân ve fırsatlar sağlar.
Eğitim süreci; çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık
dönemlerinde yoğunluğu değişmekle birlikte kesintiye
uğramayan bir süreçtir. Dolayısıyla birey, ihtiyaç duyduğu
her dönemde dinî öğretim ve eğitim alma imkânına
sahiptir. Ülkemizde yapılan araştırmalara göre
yetişkinlerin önemli bir bölümü, başta TV olmak üzere,
radyo, CD, DVD, gazete, dergi gibi kitle-iletişim
araçlarından yararlanarak dinî bilgi ve deneyimlerini
artırmaktadırlar. Diğer bir bölümü ise, Diyanet İşlerine
Başkanlığına bağlı din hizmetlerinden ya da özel vakıf,
dernek ve cemaat etkinliklerinde doğrudan yararlanmayı
yeğlemektedir.