Kur’an’ın Nüzul Süreci: Vahiy
Vahiy terim olarak “Yüce Allah'ın insanlara ulaştırmak
istediği mesajlarını Peygamberlerine, alışılmışın dışında
gizli bir yolla süratli bir şekilde bildirmesidir” şeklinde
tanımlanmaktadır. Resulüllah (sav)’a ilk vahiy Hira
Mağarası’nda inmiştir.
Vahyin Keyfiyeti
Peygamberler, Allah'tan aldıkları vahiyleri insanlara tebliğ
etmekle yükümlüdürler. Bu, onların insanlarla iletişim
kurması demektir. Fakat tebliğ eden (elçi) ile kendilerine
tebliğ edilen (muhâtap) arasında iletişimin sağlanabilmesi
için şu iki şartın olması gerekir:
• Mahiyet/ontolojik olarak eşit yani, aynı seviyede
olunmalı.
• Aralarında ortak bir dil/anlaşma vasıtası
bulunmalıdır. Aksi halde iletişim gerçekleşemez.
Vahyin Çeşitleri
İslâm âlimleri vahyi, metlüv (okunan) ve gayr-i metlüv
(okunmayan) olarak ikiye ayırmışlardır. Bu hususta
Cüveynî’nin taksimi şöyledir:
• Allah Cebrâil’i, Allah şöyle şöyle yapmanı
emrediyor diye Resûlüne gönderir. Cebrâil de
Allah’ın dediklerini kavrayarak Hz. Peygamber’e
gelir ve Rabbinin söylediklerini ona iletir. Ancak
Cebrâil’in Resûlullah’a getirdiği bu ibâre,
Allah’tan aldığı ibârenin aynısı değildir. Bu, şuna
benzemektedir: Bir hükümdar elçisine, “falancaya
git, hükümdar sana, hizmet etmede gayretli ol,
ordunu sıkı bir eğitimden geçirerek savaşa hazırla”
dese, elçi de bunu, “hükümdar sana şöyle diyor:
Hizmetini hiç aksatma, en güzel bir şekilde
yapmaya çalış, askerlerin dağılmasına asla fırsat
verme, onları savaşa teşvik et” şeklinde ifade etse,
bu elçi görevini yerine getirmiş sayılır.
• Yüce Allah Cebrâil’e, “bu kitabı/metni
Peygamber’e aynen oku” diye emreder; Cebrâil de
en ufak bir değişiklik yapmadan Allah’ın kelâmını
olduğu gibi/harfiyyen Resûlullah’a indirir. Bu da
tıpkı hükümdarın elçisine yazılı bir mektup
vererek, “bunu falana oku” diye emretmesi, elçinin
de bu mektubun bir harfini bile değiştirmeden o
kişiye aynen okuması gibidir. İşte bunun birinci
kısmı hadîs/sünnet, ikinci kısmı ise Kur’ân
olmaktadır.
Vahyin geliş şekilleri
Şura suresinin 51. ayetinde vahyin üç şekilde gelebileceği
belirtilmektedir. Bunlar;
1. Allah'ın iletmek istediği mesajları peygamberinin
kalbine doğrudan bırakması/yerleştirmesi.
2. Vahyi peygamberine bir perde arkasından
bildirmesi. Hz. Mûsâ'ya ağaçtan nidâ etmesi bu tür
bir vahiy çeşididir.
3. Vahiy getirmekle görevlendirdiği bir meleği elçi
olarak göndermesi. Kur'ân bu şekilde yani, Cebrail
vâsıtası ile indirilmiştir.
Vahyin Hz. Muhammed (s.a.v)’e geliş şekilleri;
• Hz. Peygamber (sav)'in uyurken gördüğü sâdık
rüyalar ki bu rüyalara er-rü'ya's-sâdika veya errü'ya's-sâliha
denmektedir.
• Cebrail'in asli suretiyle görünerek vahiy getirmesi,
• Cebrail'in görünmeden çıngırak sesine benzer bir
sesle vahiy getirmesi,
• Hz. Peygamber (sav) Efendimize uyanık iken
meleğin görünmeksizin onun kalbine ilâhî vahyi
ilkâ etmesi,
• Cebrail'in insan suretine girerek vahiy getirmesi
şeklinde gerçekleşmiştir.
Vahy Esnasında Görülen Haller
Vahiy esnasında Hz. Peygamber (sav)'de şu haller
meydana gelmiştir:
• Resûlullah (sav)'ın, en soğuk günlerde bile alnının
terlemesi.
• Resûlullah (sav)'ın üzerine büyük bir ağırlığın
çökmesi.
• Resûlullah (sav)'ın yanında bazen horultuya, bazen
de arı uğultusuna benzer bir ses işitilmesi.
• Resûlullah (sav)'ın sırt üstü yatarak üzerinin
örtülmesi ve yüzünün kızarması.
• Bunlardan başka vahiy inerken Resulullah (sav)'ın
uykusu gelir, vücudu kaskatı kesilir ve ağırlaşır,
üzerine sekînet iner, gözlerini belli bir noktaya
dikerdi.
• Vahiy esnasında Hz. Peygamber (sav)'de bu olağan
dışı durumları gören müşrikler ona kâhin, şair,
mecnûn ve sara hastası demişlerdir. Ancak
Resûlullah'ta, müşrikler tarafından kendisine isnat
edilen bu tür olumsuzlukları çağrıştıracak en ufak
bir emâre bile tespit edilmemiştir.
Bu tür maksatlı iftiralarını çürüten delillerden bazıları
şunlardır:
Tıbbî olarak sabittir ki saralı, nöbet esnasında idrak ve
düşünme kabiliyetini tamamen kaybeder; gerek kendisinde
ve gerekse çevresinde olup bitenlerden haberi olmaz.
Vahiy esnasında Resûlullah ise şuur ve idrakini hiç
kaybetmemiştir.
• Saralı, hastalığı esnasında saçmalar. Vahiy
esnasında Resûlullah'ta böyle bir menfî durum
kesinlikle vâki olmamıştır.
• Saralı şiddetle titrer. Vahiy esnasında Resûlullah'ta
görülen haller arasında titreme hali yoktur.
• Saralı, nöbetten sonra bütün uzuvlarında şiddetli bir
ağrı ve bitkinlik hisseder.
• Vahiyden geldikten sonra ise Resûlullah'ta bu tür
olumsuzluklar meydana gelmemiştir.
Vahiy Katipleri
Hz. Muhammed (s.a.v.) ümmi olduğu için kendisine
indirilen vahiyleri okuma-yazma bilen sahabelere
yazdırmış ve bu kişiler vahiy katipleri olarak
adlandırılmıştır. Mekke’de ilk vahiy kâtibi Abdullah b.
Sa’d b. Ebî Sarh’tır. Medîne’de ise ilk vahiy kâtipliği
yapan kişi Übeyy b. Ka’b’tır. Ondan sonra Zeyd b. Sâbit
vahiy kâtipliği yapmıştır. Bunlardan başka vahiy
kâtiplerinin bazılarının isimleri şöyledir: Ebû Bekir, Ömer
b. el- Hattâb, Ali b. Ebî Tâlib, Osman b. Affân, Zübeyir b.
Avvâm, Halid b. Velîd, Amr İbnu’l-Âs, Huzeyfe İbnu’lYemân,
Âmir b. Füheyre, Mu’âviye, Şurahbil b. Hasene,
Muğîre b. Şu’be, Sâbit b. Kays, Muâz b. Cebel, Abdullah
b. Erkâm, Abdullah b. Zeyd, Abdullah b. Revâha, Talha b.
Ubeydillah, Sa’d b.Ebî Vakkâs, Hâlid b. Sa’îd Hanzala b.
er- Rabî’, Cehm İbnu’s-Salt, el-Huseyin en-Nemerî,
Muhammed İbnu’l- Mesleme ve Ebân b. Sa’îd. Huvaytıb
b. Abdi’l-Uzzâ,
Bu katipler vahiyleri ilk olarak ağaç yaprakları, taşlar,
kürek ve kaburga kemikleri, deri, bez ve parşömen
parçaları üzerine yazmışlardır.
Vahye Ait Bazı Terimler
El-Hadarî: Hz. Peygamber seferde ve misafirlikte
bulunmadığı zamanlarda inen vahiylerdir. Kur’ân’ın
ekserisi bu şekilde nâzil olmuştur.
Es-Seferî: Hz. Peygamber yolculukta veya savaşta
bulunduğu sırada nâzil olan vahiylerdir.
En-Nehârî: Gündüz nâzil olan vahiylerdir. Kur’ân-ı
Kerîm’in ekserisi gündüz vahyedilmiştir.
El-Leylî: Geceleyin inen vahiylerdir.
Es-Sayfî: Yaz mevsiminde nâzil olan vahiylerdir.
Eş-Şitâî: Kış mevsiminde nâzil olan vahiylerdir.
El-Firâşî: Hz. Peygamber yatağında iken nâzil olan
vahiylerdir.
El-Ardî: Hz. Peygamber yeryüzünde iken nâzil olan
vahiylerdir.
Es-Semâî: Hz. Peygamber semâda iken inen vahiylerdir.
Vahyin Yüce Allah’tan Hz. Peygamber (sav)’e iniş
aşamaları ilk olarak Levh-i Mahfuz’a, oradan Beytü’l-
İzze’ye ve oradan da Hz. Peygamber (sav)’e inmesi
şeklinde gerçekleşmiştir.
Kur’an’ın Hz. Peygamber (sav)’e bir bütün olarak değil de
parça parça indirilmesinin birçok hikmetlerinden bazıları
şunlardır:
• Eğer Kur'ân'ın tamamı birden indirilmiş olsaydı,
muhâtaplar onun bütün hükümleriyle bir anda
mükellef olacaklardı. Bu durumda, asırlardan beri
benimsemiş oldukları şirk, bâtıl inanç, edindikleri
kötü âdet ve alışkanlıklarından birden sıyrılmak
gibi zorluklarla karşı karşıya kalacaklardı.
• Eğer Kur'ân birden nâzil olmuş olsaydı, ümmî olan
Arapların onun ulvî manalarını anlamaya güçleri
yetmezdi.
• Zaman zaman meydana gelen hâdiseler sebebiyle
ortaya çıkan problemlere taze çözümler getirmiştir.
• Kur'ân' ın bir beşer kelamı değil, ilâhî bir kitap
olduğunu göstermeye vesile olmuştur. Bilindiği
gibi Kur'ân âyetleri, çeşitli sebeplere binâen farklı
yer ve zamanlarda peyderpey indirilmiş ve bu iniş
sırasına göre de tertip edilmemiştir. Böyle olmasına
rağmen Kur'ân'ın bütün âyet ve sûreleri arasında,
hepsi de aynı anda ve bir defada nâzil olmuş gibi
akıllara durgunluk verecek şekilde uyum ve
ahengin bulunması, onun bir beşer kelâmı değil,
ilâhî bir kelam olduğunun bir göstergesidir.
Kur’an’ın Mushaflaşma Süreci
Kur’ân’ın Ezberlenmesi
Kur’an’ın mushaflaşma sürecinde izlenen ilk adım
Kur’an’ın ezberlenmesi olmuştur. İlk olarak Hz.
Peygamber (sav) inen ayetleri kendisi ezberliyor ve
ardından sahabelere okuyordu. O’nu dinleyen sahabe ise
hem dinlediklerini yazıyorlar hem de yazdıkları bu
metinleri ezberliyorlardı.
Kur’ân’ın Toplanması (Cem’)
Hz. Peygamber (sav) ümmi olmakla birlikte kendisi
eğitime büyük önem veriyor ve Kur’an ayetlerinin
titizlikle yazılı hale getirilmesini önemsiyordu. Resûlullah
(sav) vahyin yazılmasına öyle bir itina gösteriyordu ki
yazılan metinleri vahiy kâtibine yüksek sesle tekrar
okutturuyor ve herhangi bir hata, eksiklik veya fazlalık
varsa hemen düzelttiriyordu. Resulullah (sav)’ın onayı
alındıktan sonra ayet metinleri yine onun emri ile
çoğaltılıyor ve muhafaza ediliyordu. Asıl nüshalar ise
Resulullah (sav)’a teslim edilerek Hane-i saadetlerinde
muhafaza ediliyordu.
Her ne kadar vahyedilen bütün ayetler yazılı hale
getirilmiş olsa da bu metinler bir cilt haline getirilmiş
değildi. Fakat Yemame savaşında Kur’an’ı baştan sona
ezberlemiş olan birçok Sahabenin şehit edilmesi ile
Kur’an’ın bir cilt halinde toplanması gerektiği
düşünülmüştür. Kendisi uzun süre vahiy katipliği yapmış
olan, aynı zamanda Kur’an ayetlerinin hepsini ezbere
bilen ve zekası ve güvenilirliği ile ön plana çıkan Zeyd b.
Sabit (ra) başkanlığında bir heyet kurularak Kur’an-ı
Kerim ayetleri bir cilt olarak bir araya getirilmiştir.
Hz. Peygamber (sav)in vefatından altı ay sonra başlayan
Kur’an toplama faaliyeti yaklaşık olarak bir yıl kadar
sürmüş ve toplanan bu nüshaya Mushaf adı verilmiştir.
Kur’ân’ın Çoğaltılması (İstinsâh)
Hz. Osman’ın hilafeti döneminde İslam toprakları bir
hayli genişlemiş ve Müslümanlar yeryüzünün farklı
yerlerine dağılmışlardır. Bu durumda da her şehrin ahalisi
aralarında bulunan sahabinin öğrettiği kıraat ile Kur’an’ı
öğrenmişler ve böylece şehirler arasında kıraat farkları
meydana gelmiştir. Bu durumu öğrenen Hz. Osman
Kur’an’ın çoğaltılmasını ve çoğaltılan Mushaf’ın İslam
merkezlerine dağıtılmasını sağlamıştır.
Hz. Osman, Kur'ân'ı çoğaltacak olan heyete, şu prensiplere
göre çalışmaları talimatı vermiştir:
• Çoğaltmada, Ebû Bekr (ra) döneminde toplanan
Mushaf esas alınacaktır.
• Çoğaltılacak nüshalara, Hz. Peygamber (sav)'in son
arzada okumuş olduğu bir harf alınacak, geriye
kalan altı harf alınmayacaktır.
• Bu nüshalara tilâveti neshedilmiş âyetler
yazılmayacaktır.
• Heyetteki üyeler arasında lehçe bakımından
herhangi bir ihtilaf çıkarsa, Kureyş lehçesi tercih
edilecektir.
• Birkaç Kur'ân nüshası istinsah edilerek çeşitli
beldelere gönderilecektir. Bu beldelere gönderilen
Kur'ân nüshalarına uyan diğer nüshalar aynen
kalacak, uymayanlar bunlara göre tashîh edilecek,
tashîhi mümkün olmayanların ise ya imhâsı ya da
mürekkeplerinin silinmesi sağlanacaktır.
• Sureler bu gün elimizdeki Kur’an’larda olduğu
şekilde tertip edilecektir.
• Çeşitli maksatlarla kaydedilen birtakım özel not ve
kayıtlar bu Mushaflara yazılmayacaktır.
Kur’ân’ın Harekelenmesi ve Noktalanması
Hz. Osman (ra) döneminde çoğaltılan Mushaflar, noktasız
ve harekesiz olarak yazılmıştı. Bunun nedeni ise, noktasız
ve harekesiz yazıyla Kur'ân'ı çeşitli kırâat vecihlerine göre
okuyabilmekti. Ancak hicrî birinci asrın ikinci yarısından
itibaren Arap olmayanların İslâm'a girmeleri ve bunların
Arapça'ya vâkıf olmamaları nedeniyle Kur'ân'ı yanlış
okuma hâdiselerine rastlanmaya başlanmıştır.
Bunun üzerine rivayete göre Ebû'l-Esved ed-Dü'elî
Abdu'l-Kays'dan olan bir kâtibe, "bir eline Mushaf'ı, diğer
eline de mürekkep renginden farklı olan bir boya al, bir
harfi fetha okuduğumu duyunca onun tam üstüne, kesre
okuduğumda altına, ötre okuduğumda önüne veya ortasına
birer nokta, tenvinli okuduğumda ise iki nokta koy"
şeklinde talimat verdikten sonra Kur'ân'ı yavaş yavaş
okumaya başladı. O okudukça kâtip de noktaları
koyuyordu. Noktalanması tamamlanan sayfayı kâtip Ebû'lEsved
ed-Dü'elî'ye veriyor, o da bu sayfayı kontrol
ettikten sonra devam ediyorlardı. Bu iş, Kur'ân'ın
noktalanması bitinceye kadar devam etmiştir.
Ebû'l-Esved ed-Dü'elî'nin koyduğu bu noktalar hareke
yerine konan noktalardır. İlgili kaynaklara göre bu
noktalar tarihte ilk defa Ebû'l-Esved ed-Dü'elî tarafından
îcâd edilmiştir. Sonra Kur'ân'a, yazılış şekilleri birbirine
benzeyen harfleri birbirinden ayırmak için noktalar
konmuştur. Mevcut bilgilere göre bunun tarihi, mîlâdî 267
yılına kadar geriye gitmektedir. Daha sonra Halil b.
Ahmed Kur'ân'a, bugünkü harekeleri koymuştur.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, hareke yerine konan
noktalarla, şekilleri birbirine benzeyen harfleri birbirinden
ayırmak için konan noktalarda farklı renkte mürekkep
kullanılmıştır. Şekilleri birbirine benzeyen harfleri
birbirinden ayırmak için konan noktalar siyah, hareke
yerine kullanılan noktalar ise önceleri kırmızı, sonraları
sarı ve yeşil, nadiren de mavi renk mürekkeple konmuştur.
Böylece, okuyuşta en ufak bir karışıklık meydana gelmesi
önlenmiştir.
Resmü’l-Mushaf (Mushafın Yazısı)
Resmü’l-Mushaf’ı, “Kur’ân’ın kelimelerinin ve harflerinin
yazılışında Osman b. Affân’ın tasvip ve tercih ettiği imlâ
şekil ve tarzı” diye tanımlamak mümkündür. Buna Resm-i
Osmânî de denmektedir. Hz. Osman döneminde Mushaf
çoğaltılırken bu günkü yazım kurallarından farklı bir yazı
stili kullanılmıştır. Bu farklılıklardan bazıları şunlardır:
• Hazif yapılması. Yani kelimeden harf düşürülmesi
demektir. Meselâ “yâ eyyühâ/ ياأيها “ ibaresini
yazarken, ye harfinden sonra elifi yazmamak gibi.
• Fazladan harf ilave edilmesi. Meselâ çoğul ya da
çoğul hükmünde olan kelimelerin sonunda bulunan
vavdan sonra elif ilave etmek gibi.
• Bedel. Yani bir harfin yerine başka bir harfin
yazılması. Meselâ salât ve zekât kelimelerinde
olduğu gibi.
• Fasl ve vasl. Vasl, kelimenin son harfinin, onu
takip eden kelimenin baş harfiyle kaynaştırılması
şeklindeِ ” مَّما ” kelimelerininِ ” م ْن َما ” .demektir
bitiştirilerek yazılması gibi. Fasl ise tam tersine,
kelimenin son harfinin, onu takip eden kelimenin
ilk harfiyle kaynaştırılmaması demektir. Meselâألا ”
َ ْن لا ” kelimelerinin” ellâ/
أ “ şeklinde ayrı olarak
yazılması gibi.
• İki kırâata da elverişli olacak şekilde yazma. Bir
kelime iki kırâat şekliyle okunabiliyorsa, o kelime
iki kırâata göre de okunacak şekilde yazılmıştır.
Meselâ “ ملك “ kelimesinin birden fazla okunuş
şekli vardır. Bu kelime, “ ملك “ şeklinde yazılırsa,
hem “ ملك “ ve hem de “ م olarak 24 ” الك
okunabilir. Dolayısı ile söz konusu kelime Osmânî
Mushaf’ta, “ ملك “ olarak iki kırâata göre de
okunacak şekilde yazılmıştır. (Ersöz, 1996).