SUÇ
1. Suçun tanımını yapınız.
Cevap: Klasik İslamî kaynaklarda suç kavramı, biri geniş
diğeri dar olmak üzere iki farklı biçimde
tanımlanmaktadır. Suç, Allah’ın emrettiği davranışları
yerine getirmemek ya da yasakladığı davranışları yapmak
biçiminde tanımlandığında dinî, ahlâkî ve hukukî kurallara
dönük her türlü ihlâli içine alan bir kavramı
göstermektedir. Fıkhın dinî, ahlâkî ve hukukî hükümler
bütünü olarak tanımlandığını hatırladığımızda, olumlu ya
da olumsuz kesin talep (vucûb-hurmet) içeren her bir fıkhî
hükmün ihlâli suç teşkil etmektedir. Geniş anlamında
suçun kapsamına, dünyevî ya da uhrevî yaptırım
öngörülen bütün davranışlar girmektedir. Suç, geniş
anlamda kullanıldığında zenb, ism, hatîe, ma’siyet, isyan,
cerîme gibi kelimelerle ifade edilen günah kavramına denk
düşmektedir.
2. İslâm Hukukuna göre suçlar kaç kısımda
incelenmektedir?
Cevap: İslam ceza hukukunda suçlar çeşitli açılardan
tasnife tâbi tutulmuştur. Burada iki tasnif biçiminden söz
edebiliriz. Onlardan biri, suçların Kitâb ve Sünnet
tarafından doğrudan düzenlenmiş ve cezalarının belirtilmiş
olup olmamasına göre had, kısâs ve ta’zîr suçları, diğeri de
suç teşkil eden davranışın ihlâl ettiği hakkın türüne göre
Allah haklarına ve kul haklarına yönelik suçlar
biçimindeki tasniftir.
• Had, Kısâs ve Ta’zîr Suçları
• Allah Haklarına ve Kul Haklarına Yönelik Suçlar
3. Had, Kısâs ve Ta’zîr Suçları nelerdir?
Cevap: Had, kısâs ve ta’zîr kelimeleri, aslında cezaların
türünü göstermektedir. Had, kısâs ve ta’zîr suçları
denildiğinde, cezaları had, kısâs ya da ta’zîr türünde olan
suçlar kastedilmektedir. Bununla birlikte, İslam ceza
hukuku kaynaklarında had, kısâs ve ta’zîr terimleri,
cezaların yanı sıra, o cezaların ilgili olduğu suçları
belirtmek amacıyla da kullanılmaktadır. İslam ceza
hukuku doktrininde had kavramı biri geniş ve diğeri de dar
kapsamlı olmak üzere iki biçimde tanımlanmaktadır. Bir
yaklaşıma göre had, Kitâb ve Sünnet’te doğrudan
düzenlenmiş ve cezaları açıkça belirlenmiş suçları ifade
eden bir terimdir. Had kavramının geniş kapsamlı
tanımında, yalnızca bir davranışın Kitâb ve Sünnet’te suç
olarak düzenlenmiş ve cezasının belirlenmiş olması ölçüt
olarak alınmaktadır. Bu yaklaşımda kısâs suç ve cezası da,
Kitâb ve Sünnet’te düzenlendiği için had kavramının
kapsamına girmektedir. İslam hukukçularının diğer bir
kısmı ise hadkavramını daha dar kapsamlı olarak
tanımlamaktadır. Onlar, bir suçun had suçları arasında
sayılabilmesi için, Kitâb ve Sünnet’te doğrudan
düzenlenmiş ve cezasının belirlenmiş olması yanında,
Allah hakkını ihlâl eden bir suç niteliğinde olmasını da
şart koşmaktadırlar. Had kavramının dar tanımına göre,
kısâs bir had suçu olarak kabul edilemez. Çünkü kısâs
suçunda, Allah hakkı da ihlâl edilmiş olmakla beraber, kul
hakkına yönelik ihlâl daha ağırlıklıdır. Dolayısıyla İslam
ceza hukukunda suçlar, had kavramını geniş kapsamlı
olarak tanımlayan hukukçular tarafından had ve ta’zîr
biçiminde ikili; dar kapsamlı olarak tanımlayan
hukukçular tarafından ise had, kısâs ve ta’zîr biçiminde
üçlü bir tasnif içinde ele alınmaktadır. Klasik doktrinde
had suçları (cerâimu’l-hudûd) teriminin daha çok dar
anlamında kullanıldığını da belirtmemiz gerekir. Buna
göre had suçları terimi dar anlamında zina, zina iftirası
(kazf), içki içme (şürb-sükr), hırsızlık (sirkat), yol kesme
(hırâbe/kat’-i tarîk), isyan (bağy) ve dinden dönme
(irtidâd) suçlarını ifade etmektedir.
• Kısâs suçları (cinâyât/cerâimu’l-kısâs)
denildiğinde, insanın canına ve vücut
bütünlüğüne yönelik saldırı niteliği taşıyan
yasaklanmış davranışlar kastedilmektedir. Cana
ve vücut bütünlüğüne yönelik suçlar, adam
öldürme suçu ile darp, yaralama gibi müessir
fiilleri kapsamaktadır.
• Ta’zîr suçları (cerâimu’t-ta’zîr) ise, iki kısımda
ele alınabilir. Onlardan ilk kısmını, Kitâb ve
Sünnet’te yasaklanmış, fakat kendilerine
herhangi bir cezaî yaptırım öngörülmemiş
davranışlar oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle,
söz konusu davranışlar birer suç olarak ilahî irade
(Şâri’) tarafından düzenlenmiş, ancak bunların
nasıl cezalandırılacakları bildirilmemiştir. Ta’zîr
suçlarının ikinci kısmında ise Kitâb ve Sünnet’te
doğrudan düzenlenmemiş, toplumsal koşullara
göre belirlenmeleri yetkili organa bırakılmış olan
suçlar yer almaktadır. Ta’zîr suç ve/veya
cezalarını belirlemede yetkili organ, pozitif
düzeyde yasama yetkisini elinde tutan devlet
başkanıdır. Devlet başkanı, ta’zîr suç ve/veya
cezalarını belirleme yetkisini hâkimlere de
bırakabilir.
4. Allah haklarına ve kul haklarına yönelik suçların ayrımı
nedir?
Cevap: İslam hukukunun genel teorisine ilişkin (usûl-i
fıkıh) eserlerde haklar Allah ve kul hakları olmak üzere
öncelikle iki kısma ayrılarak incelenmektedir. Allah
hakları tabiriyle, kamusal (toplumsal) haklar; kul hakları
tabiriyle de özel (kişisel/bireysel) haklar kastedilmektedir.
Allah hakları tüm toplumu, kul hakları ise yalnızca belli
kişi ya da kişileri ilgilendirmektedir. İslam hukuku
kuralları yoluyla korunan haklar, Allah hakkının ya da kul
hakkının ağırlık derecesine göre,
• Sırf (hâlis) Allah hakları,
• Allah ve kul hakkı ortak, fakat Allah hakkının
üstün olduğu haklar,
• Allah ve kul hakkı ortak, fakat kul hakkının üstün
olduğu haklar,
• Sırf (hâlis) kul hakları biçiminde dört kısma
ayrılmaktadır.
5. İhlâl edilen hakkın niteliği ve ağırlık derecesi
bakımından suçlar ne şekilde tasnif edilmektedir?
Cevap:
• Sırf Allah hakkını ihlâl eden suçlar: Zina ve içki
içme suçları örnek verilebilir. Bunların
işlenmesinde başka kişilere doğrudan verilen bir
zarar bulunmamaktadır. Zina suçu işleyen
kimselerin birbirlerine verdikleri bir zarardan
değil, neslin korunması ilkesine aykırılıktan ve
evlilik kurumuna yönelik bir saldırıdan söz
edilebilir. Benzer şekilde içki içen kimse de
başka bir kişinin hakkını değil, aklın korunması
ilkesine aykırı davranarak, kamusal bir hakkı
ihlâl etmektedir. Çünkü toplum bireylerden
oluşmaktadır. Bireylerin fıtratı bozarak
kendilerini sağlıksız hale getirmeleri, toplumsal
yarar ve düzen açısından bir zarar doğurmaktadır.
• Allah ve kul hakkı ortak olup, Allah hakkının
daha ağırlıklı olarak ihlâl edildiği suçlar: Zina
iftirası (kazf) ve hırsızlık (sirkat) suçları örnek
verilebilir. Zina iftirası, kişilik; hırsızlık ise
mülkiyet haklarına yönelik suçlardır. O nedenle,
İslam ceza hukuku doktrinindeki çoğunluk
yaklaşımına göre, bu suçlarda kişisel hakların
saldırıya uğradığı açıktır. Fakat toplumun genel
ahlâk ve güvenliğine yönelik saldırı, daha büyük
bir zarar içermektedir.
• Allah ve kul hakkı ortak olup, kul hakkının daha
ağırlıklı olarak ihlâl edildiği suçlar: Bunlara kısâs
suçlarını örnek verebiliriz. Kişilerin yaşam ya da
vücut bütünlüğü haklarına yönelik suçlar,
öncelikle onlara zarar vermektedir. Kısâs suçları,
ikinci derecede, toplumsal güvenliği de
sarsmaktadır.
• Sırf kul haklarını ihlâl eden suçlar: İslam ceza
hukuk doktrininde özellikle Şâfiî hukukçularca
kabul edilen ve azınlıkta kalan bir yaklaşıma
göre, mesela zina iftirası suçu yalnızca kul
hakkını ihlâl edici niteliktedir. Bu yaklaşımda
zina iftirası suçunun Allah hakkını hiç ihlâl
etmediği ileri sürülmemekte; çok dolaylı olması
nedeniyle Allah hakkına yönelik ihlâl dikkate
alınmamaktadır.
6. İslâm hukukuna göre suçların hukuki sonuçlarına göre
tasnifini yapınız.
Cevap: Hâkimin takdir yetkisinin bulunup bulunmaması:
Had ve kısâs suçlarında cezalar tek olup, hâkimin takdir
yetkisini kullanacağı bir alt ve üst sınır aralığı söz konusu
değildir. Hâlbuki ta’zîr suçlarında hâkim cezayı suçu ve
suçluyu dikkate alarak takdir edebilir. Kanun koyucu bu
tür suçlar için alt ve üst sınır belirleyebilir.
• Şikâyete bağlı olup olmama: Allah haklarını, yani
kamusal hakları ihlâl eden had suçlarında
koğuşturma (takip) şikâyete bağlı değildir. Şu
kadar ki, zina iftirası ve hırsızlık suçlarında Allah
hakkının ihlâli ağırlıklı olmakla beraber, kul
hakkının ihlâli de söz konusu olduğu için, bu
suçların koğuşturulması da doktrindeki çoğunluk
görüşüne göre şikâyete bağlıdır. Mâlikî ve bir
kısım Hanbelî hukukçular ise, hırsızlık suçunda
da koğuşturmanın kendiliğinden (re’sen)
yapılması gerektiğini, şikâyete ihtiyaç
bulunmadığını kabul etmektedirler. Kısâs
suçlarında ağırlıklı olarak kul hakları ihlâl
edildiği için, onların koğuşturulması şikâyetin
bulunmasına bağlanmıştır. Ancak kısâs
suçlarında şikâyet edecek kimsenin ya da şikâyet
imkânının bulunmaması durumlarında,
koğuşturma devlet tarafından kendiliğinden
yapılmaktadır. Ta’zîr suçlarına gelince, Allah
hakları ihlâl edildiğinde koğuşturma
kendiliğinden yapılmakta, kul hakları ihlâl
edildiğinde ise şikâyet şartı aranmaktadır.
• Affın mümkün olup olmaması: Had suçlarında
devlet ya da mağdur konumundaki kişilerin
suçluyu affetmeleri hukukî sonuç bakımından
geçerli bir etkiye sahip değildir. Kısâs suçlarında
ise af etkilidir. Mağrudun kendisinin ya da
nitelikleri belli yakınlarının (evliyâu’ddem)
suçluyu affetme yetkileri bulunmaktadır. Kısâs
suçlarında af, cezanın tamamen kalkmasını,
türünün değişmesini ya da hafifletilmesini
sağlar. Suçlunun mağdur ya da yakınlarınca
affedilmesi, devlet tarafından ta’zîr türünde bir
ceza ile cezalandırılmasına engel değildir. Ta’zîr
suçlarında da suçlunun affedilmesi, cezanın
düşmesini sağlamaktadır. Ta’zîr suçlarında kısâs
suçlarından farklı olarak, mağdurun yanı sıra
devletin de af yetkisi bulunmaktadır.
• Hafifletici sebeplerin dikkate alınıp alınmaması:
Had ve kısâs suçlarında hafifletici sebepler dikkate
alınmamaktadır. Buna karşılık hafifletici sebepler
ta’zîr suçlarında etkilidir. Zamanaşımının etkili
olup olmaması: Zamanaşımı, ilke olarak, Allah
haklarını ihlâl eden suçlarda etkili, kul haklarını
ihlâl eden suçlarda etkili değildir. Ta’zîr suçlarında
ise, devlet başkanı tarafından belli bir zamanaşımı
süresi belirlenebilir.
• Suçun isbatında şüphenin etkili olup olmaması:
Had ve kısâs suçları, ancak belli isbat vasıtaları
ile sâbit olur. En küçük bir şüphe bile, had ve
kısâs suçlarının kanıtlanmış sayılmasını engeller.
Ta’zîr suçlarında ise isbat vasıtaları daha geniş ve
çok sayıda olup, kimi durumlarda belli oranda bir
şüphenin varlığı suçun isbatında dikkate alınmaz.
7. Klasik İslam hukukunda suç unsurları nelerdir?
Cevap:
• Kanunî Unsur
• Maddî Unsur
• Hukuka Aykırılık
• Manevî Unsur
8. Suç unsurlarından kanuni unsur ne anlama
gelmektedir?
Cevap: Kanunî unsur, bir davranışın (fiil) kanunda suç
olarak tanımlanmış olması demektir. Kanunda
tanımlanmamış hiçbir davranış suç olarak kabul edilemez.
Kanunî unsur, kanunsuz suç olmaz ilkesine
dayanmaktadır. Buna kanunîlik ilkesi de denilmektedir.
• Ceza Hukuku Kurallarının Zaman Bakımından
Uygulanması Ceza: İslam ceza hukukunda had
ve kısâs suçlarını düzenleyen kurallar Kitâb ve
Sünnet’e dayandıkları için nâzil ya da vârid
oldukları tarihten itibaren yürürlüktedir. Onlar
konulmadan kimsenin had ya da kısâs suçundan
ötürü cezalandırılması söz konusu değildir.
Özellikle somut olay özelinde belirlenen ta’zîr
suçları bir yana bırakılırsa, yasama yoluyla tek
tek ya da toplu olarak ta’zîr suçlarını düzenleyen
kuralların ancak halka duyurulup, yürürlüğe
girdikten sonra işlenecek suçlara
uygulanabileceği ilkesine İslam ceza hukuku
doktrini ulaşmıştır. Somut olay özelinde
belirlenen ta’zîr suçlarında da yetkinin nasıl
kullanılacağının belli olması, önemli ölçüde bir
öngörülebilirlik sağlamaktadır.
• Ceza Hukuku Kurallarının Yer Bakımından
Uygulanması: İslam ceza hukuku doktrininde
ceza hukuku kurallarının yer bakımından
uygulanması meselesinde iki temel yaklaşım
açığa çıkmıştır. Ebû Hanîfe’ye göre dârulislamda
bulunan müslümanlarla gayr-i müslim
vatandaşlara (zimmîler) İslam ceza hukuku
kuralları uygulanır. Dârulharbden izinli olarak
dârulislama gelen yabancılara (müste’menler) ise
kul haklarına yönelik suçları düzenleyen kurallar
uygulanmakla birlikte, Allah haklarına yönelik
suçlara ilişkin kurallar uygulanmaz. Müslüman
ve gayr-i müslim vatandaşların dârulharbde
işledikleri suçlardan ötürü dârulislamda herhangi
bir koğuşturma yapılmaz ve ceza verilmez.
Çünkü İslam devleti dârulharbde egemenlikten
kaynaklanan yetkilerini kullanamaz. Ancak kul
haklarının ihlâlinden doğan tazminat
sorumluluğu ortadan kalkmaz. İslam
hukukçularının çoğunluğu ise dârulislamda
işlenen suçlar bakımından mülkîlik ilkesini
benimsemişlerdir. Buna göre dârulislamda
bulunan ister vatandaş isterse yabancı olsun
herkese İslam ceza hukuku kuralları uygulanır.
Dârulharbde işlenen suçlar bakımından ise
şahsîlik ilkesini geçerli saymışlardır. Dârulharbde
suç işleyen müslüman ya da gayr-i müslim
vatandaşlar dârulislama döndüklerinde İslam
ceza hukuku kurallarına göre koğuşturulup
cezalandırılırlar.
• Ceza Hukuku Kurallarının Kişiler Bakımından
Uygulanması: İslam ceza hukuku doktrininde
çoğunluk görüşü, devlet başkanının diğer kişiler
gibi, hiçbir suçtan ötürü mutlak ya da nisbî
dokunulmazlığının bulunmadığı yönündedir.
Hanefîler ise devlet başkanının Allah haklarına
yönelik suçlar bakımından dokunulmazlığa sahip
olduğunu kabul etmektedirler. Bu görüş, had
suçlarının uygulanması konusunda yetkili ve
sorumlu kimse olarak devlet başkanının, sahip
olduğu cezalandırma yetkisini kendisine karşı
kullanamayacağı gerekçesine dayandırılmaktadır.
Hanefî hukukçulara göre, devlet başkanının Allah
haklarını ihlâl eden davranışları sebebiyle cezaî
bakımdan dokunulmazlığı mevcut olmakla
birlikte, hukukî ve uhrevî (dinî) sorumluluğu
devam eder. Kul haklarına yönelik suçlar
sebebiyle ise hukukî, cezaî ve uhrevî
sorumluluğu tamdır.
9. Suçun maddi unsuru ile ne kastedilmektedir?
Cevap: Suçun maddî unsuru ile, suç olarak nitelenmeye
elverişli bir davranışın (fiil) bulunması kastedilmektedir.
Kişilerin içsel davranışları tek başlarına ceza hukukunun
konusunu teşkil etmez. Ancak dışsal bir davranışla (fiil)
beraber bulunurlarsa, onların suç olarak nitelenmesi ve
cezalandırılması mümkün olur. Suçun maddî unsuru,
yasaklanmış bir fiili yapma (olumlu) ya da yapılması
gereken bir fiili yapmaktan kaçınma (olumsuz) biçiminde
açığa çıkabilir. Ceza hukukunda fiil, hareket, netice ve
illiyet bağını birlikte ifade eden bir terimdir. Hareket,
insanın iradesini dış dünyada açığa vurduğu her türlü
davranış anlamındadır. Netice, hareket sebebiyle dış
dünyada meydana gelen değişiklik demektir. İlliyet bağı
ise, hareket ve netice arasındaki sebepsonuç ilişkisi, yani
hareketin neticeyi doğurucu niteliğidir. İlliyet bağı, cezaî
sorumluluğun temel koşuludur.
10. Hukuka aykırılık ilkesi nedir?
Cevap: Hukuka aykırılık, yapılan davranışın ceza hukuku
kuralında tanımlanan suç tipine uygun olması yanında,
ayrıca tüm hukuk düzeni ile çelişki halinde bulunmasını
ifade eder. Çünkü kimi zaman bir davranış ceza hukuku
kuralındaki suç tanımına uyduğu halde, hukuk
düzenindeki başka bir kural onun hukuka uygun olduğunu
öngörebilir. Bir davranışı suç olmaktan çıkartan, hukuk
düzenince tanımlanmış sebepler bulunabilir. Bunlara
hukuka uygunluk sebepleri denilmektedir. Öyleyse
hukuka aykırılık, davranışın ceza hukuku kuralında
tanımlanan suç tipine uygun düşmesi yanında, bir hukuka
uygunluk sebebinin de bulunmaması durumunda açığa
çıkmaktadır. İslam ceza hukukunda hukuka uygunluk
sebeplerini şu şekilde açıklayabiliriz:
• Hakkın Kullanılması: Hakkın kullanılması ile,
ceza hukukunun suç saydığı bir davranışın
yapılmasının, hukuk düzeninin bir diğer kuralı
tarafından fâilin hakkı olarak düzenlenmesi
kastedilmektedir. Mesela İslam hukukuna göre
anne ve babanın çocuğunu te’dip hakkı vardır.
Bu hak, anne ya da babanın çocuğunu uygun
ölçüler dâhilinde dövebilme yetkisini de içerir.
Te’dip hakkı sınırlarını aşmamak koşuluyla,
dövme sonucunda öngörülmeyen bir zararın
açığa çıkması hali, suç olarak kabul edilmez.
Çünkü te’dip hakkı bir hukuka uygunluk
sebebidir.
• Görevin Yerine Getirilmesi: Görevin yerine
getirilmesi (îfâ), hukuk kuralının hükmünü ya da
yetkili merciin emrini icrâ etmek biçiminde açığa
çıkar. Hükmün ya da emrin yerine getirilmesi,
ceza hukuku kuralındaki tanımına uysa bile, suç
olarak kabul edilmez. Mesela bir hekimin
hastanın vücuduna tıbbî müdahelesi, ceza
kuralında tanımlanmış adam yaralama suçuna
uymakla birlikte, hukuk düzenindeki başka bir
kural tarafından bir hukuka uygunluk sebebi
olarak öngörülmüştür.
• Meşru Müdafaa: Meşru müdafaa, bir kişinin
kendisine ya da üçüncü bir kişiye ait hakka
yönelmiş haksız bir saldırıyı ortadan kaldırmak
amacıyla saldırgana karşı gerçekleştirdiği
savunma hareketleridir. Meşru müdafaa hali, ceza
hukuku kuralında suç olarak tanımlanmış olan
hareketleri suç olmaktan çıkartır. İslam ceza
hukukunda meşru müdafaa, cana, ırza ve mala
karşı yapılan saldırılara yönelik savunmaları içine
alır. Meşru müdafaanın geçerlilik koşulları,
devlet organlarından yardım istemenin mümkün
olmaması ve saldırıyı önlemek için orantılı güç
kullanılması, savunmanın yeni bir saldırıya
dönüşmemiş olmasıdır.
• Zorunluluk Hali: Zorunluluk (zaruret, ıztırar)
hali, bir kişinin bilerek neden olmadığı bir hayatî
tehlikeden kendisini ya da başkasını kurtarmak
amacıyla suç teşkil eden davranışta bulunması
demektir. Zorunluluk hali, ceza hukuku kuralında
suç olarak tanımlanmış olan davranışı suç
olmaktan çıkartır. Mesela susuzluktan ölme
tehlikesi içinde bulunan kimsenin içki içmesi bir
suç değildir. Zorunluluk halinin davranışı suç
olmaktan çıkartabilmesi için, ölüm tehlikesinin
bulunması, tehlikeden başka bir yolla
kurtulmanın imkânsız olması, zorunluluk
miktarının aşılmaması, başkasının zorunluluk
halinde (muztar halde) bırakılmaması ya da
ölümüne sebep olunmaması gerekir.
11. Manevi unsur nedir?
Cevap: Ceza hukuku kuralında tanımlanan ve hukuka
aykırılık teşkil eden davranışın yapılmış olması, fâili
sorumlu tutmak için yeterli değildir. Davranışın aynı
zamanda fâil tarafından kusurlu bir biçimde
gerçekleştirilmiş olması gerekir. Fâilin kusurlu
sayılabilmesi için, kusur yeteneğine (isnad yeteneği/cezaî
ehliyet) sahip olması, bu yeteneği ortadan kaldıran veya
azaltan bir halin bulunmaması yanında, hukuka aykırı
davranışı kendi iradesiyle yapmış olması gerekmektedir.
Buna suçun manevî unsuru, sübjektif unsuru ya da
kusurluluk denilmektedir.
• İslam ceza hukukuna göre kusur yeteneğinin bir
kişide bulunması, onun temyiz kudretine (ayırt
etme gücü) sahip ve ergenlik çağına ulaşmış (âkil
ve bâliğ) olmasına bağlıdır. Buna göre,
mümeyyiz ve ergen olan kimselerin kusur
yeteneği bulunduğu için onlar işledikleri
suçlardan tüm sonuçlarıyla sorumludurlar.
Mümeyyiz küçükler ve gayr-i mümeyyiz kişiler
had suçları bakımından kusur yeteneğine sahip
olmamakla birlikte, kul haklarına yönelik
suçların mâlî sonuçlarından sorumlu tutulurlar.
Mesela adam öldürme suçunda, mümeyyiz
küçüklerle gayr-i mümeyyiz kişilere kısâs cezası
uygulanmadığı halde, onlar bir tür tazminat olan
diyetten sorumludurlar. Mümeyyiz küçükler
doğru ve yanlışı kavrayabildikleri için yalnızca
ta’zîr suçlarından sorumlu tutulurlar. Ancak onlar
sınırlı bir kusur yeteneğine sahip kabul
edildiklerinden, ceza, eğitim amaçlı olarak
verilebilir. Mümeyyiz olmayanların ta’zîr suçları
bakımından da kusur yetenekleri
bulunmamaktadır.
• Kusur, kişinin iradesinin suç teşkil eden
davranışa yönelmesi demektir. Kusur, İslam ceza
hukukunda önce kasıt ve hata olmak üzere iki
kısma ayrılmaktadır. İradenin suça yönelmesinin
dereceleri olarak kasıt ve hatadan her biri de
kendi içinde ikiye ayrılır. Buna göre, İslam ceza
hukuku doktrininde kusur, kasıt (amd), kasıt
benzeri (şibh-i amd), hata ve hata benzeri (mâ
cerâ mecrâ’l-hata’) kısımlarına ayrılmaktadır.
Hanefî hukukçular ise, kısâs suçları bakımından
sebebiyet verme (tesebbüb) biçiminde beşinci bir
kısımdan daha söz ederler.
CEZA
12. Ceza nedir?
Cevap: Kelime olarak ceza, karşılık anlamına
gelmektedir. Terim olarak ise ceza, ceza hukuku
kurallarınca suç olarak tanımlanan davranışların yapılması
halinde, yargısal bir karara bağlı olarak ve belli amaçlar
gözetilerek devlet tarafından suçluya uygulanan maddî
yaptırım demektir. İslam ceza hukukunda ceza kavramı
ukûbet terimi ile ifade edilmektedir.
13. Ceza ilkeleri nelerdir?
Cevap:
• Kanunîlik İlkesi: Cezalarda kanunîlik ilkesi, ceza
hukuku kurallarınca düzenlenmeyen hiçbir
cezanın verilemeyeceği anlamındadır. İlke,
kanunsuz ceza olmaz biçiminde ifade edilir. Bir
davranışın suç sayılabilmesi için ceza hukuku
kuralında tanımlanmış olması gerektiği gibi, bir
yaptırımın ceza olarak nitelenebilmesi için de
aynı şekilde tanımlanmış olması gerekmektedir.
• Şahsîlik İlkesi: Şahsîlik (kişisellik) ilkesi, cezanın
ancak suçu işleyen kimseye verilebileceğini
öngören bir ilkedir. Evrensel hukuk düşüncesi
bakımından oldukça geç bir dönemde ulaşılan
şahsîlik ilkesi, İslam ceza hukukunda
başlangıçtan itibaren yerleşik bir ilke olarak
mevcuttur. İslam, Câhiliye hukukunun kolektif
sorumluluk anlayışını reddetmiş, suçlarda
sübjektif (şahsî/kişisel) sorumluluk ilkesini
yerleştirmiştir.
• Genellik ilkesi, cezaların tüm kişilere aynı
şekilde uygulanması anlamındadır. İslam ceza
hukukunda gayr-i müslimlere ve kölelere bir
kısım cezalar, çoğunlukla onların lehine olmak
üzere, farklı uygulanabilmektedir. Bu durum,
onların statülerinden kaynaklanmaktadır. Fakat
önemli olan husus, İslam ceza hukukunda
cezaların aynı statüdeki kişilere eşit şekilde
uygulanması ilkesidir.
14. İslâm ceza hukukuna göre cezalar ne şekilde tasnif
edilmektedir?
Cevap: İslam ceza hukukunda cezalar çeşitli açılardan
tasnife tâbi tutulmaktadır. Biz burada aralarındaki ilişkiye
ve uygulanma biçimine göre cezaları iki kısımda
incelemeyi yeterli görüyoruz:
• Aralarındaki İlişkiye Göre Cezalar: İslam ceza
hukukunda cezalar aralarındaki ilişkiye göre aslî,
bedelî, tâbi ve tamamlayıcı olmak üzere dört
kısma ayrılmaktadır. Aslî cezalar, suç için asıl
olarak kararlaştırılan kısâs, el kesme ve recm gibi
cezalardır. Bedelî cezalar, aslî cezaların hukukî
bir sebeple uygulanamadığı durumlarda onların
yerine geçen cezalardır. Kısâs cezası
uygulanamadığında diyet ve herhangi bir had
cezası uygulanamadığında da ta’zîr cezasının
verilmesi, bedelî ceza niteliğindedir. Tâbi
cezalar, aslî cezaya hükmedilmesiyle suçlunun
doğrudan katlandığı ve ayrıca hükmedilmesine
gerek olmaksızın kesinleşen cezalardır.Mûrisini
öldüren kâtilin mirastan mahrum kalması ya da
zina iftirasında bulunan kimsenin şahitlik
ehliyetini kaybetmesi tâbi bir ceza olup, bunlara
ayrıca hükmedilmesi gerekmez. Tamamlayıcı
cezalar ise aslî cezanın yargı kararıyla
kesinleşmesinden sonra ona dayalı olarak verilen
ve hâkim tarafından ayrıca hükmedilmesi
gereken cezalardır. Hanefî hukukçulara göre zina
suçunda hâkimin gerekli görmesi halinde aslî
cezaya ilave olarak mahkûmun hapsedilmesi gibi.
• Uygulanma Biçimine Göre Cezalar: İslam ceza
hukukunda cezalar uygulanma biçimine göre de
bedenî, ruhî, hürriyeti bağlayıcı ve mâlî olmak
üzere dört kısımda tasnif edilmektedir. Bedenî
cezalara ölüm, el kesme ve sopa cezaları örnek
verilebilir. Ruhî cezalar kınama, teşhir etme, öğüt
verme gibi suçluya psikolojik olarak acı veren
cezalardır. Hürriyeti bağlayıcı cezalarla hapis
cezaları kastedilmektedir. İslam hukukçularından
bir kısmı sürgün cezalarının hapis cezası
biçiminde uygulanabileceğini kabul
etmektedirler. İslam hukukunda uzun süreli hapis
cezaları benimsenmemiştir. Mâlî cezaların para
ve müsadere biçiminde iki türde uygulandığı
görülmektedir. Diyet bir tazminat olarak
değerlendirilirse, had ve kısâs suçları için mâlî
ceza öngörülmüş değildir. Ta’zîr suçlarında para
cezalarının uygulanmasına İslam hukukçularının
çoğunluğu olumsuz yaklaşmış olmakla birlikte,
tarihsel süreç boyunca kanunnamelerde sıkça
düzenlenmiştir. Müsadere niteliğindeki mâlî
cezalara ise Hz. Peygamber’in ve Hz. Ömer’in
uygulamalarında rastlanmaktadır. Hz.
Peygamber’in zekâtını vermeyen kimsenin
malının yarısına ve Hz. Ömer’in de hileli mal
satan kimselerin mallarına el koyduğuna dair
bilgiler mevcuttur. Müsadere sonraki dönemlerde
de mâlî bir ceza olarak uygulanmıştır.
15. Cezaları düşüren sebepler nelerdir?
Cevap: İslam ceza hukukunda cezalar çeşitli sebeplere
bağlı olarak düşmektedir. Ancak her bir sebep bütün
cezalar bakımından düşürücü bir etkiye sahip değildir. Bir
sebep, bir veya birden fazla cezaya özgü olabilir.
• Mağdurun Rızası: Mağdurun rızası, kişinin, ceza
hukuku kuralında suç olarak tanımlanmış olan
davranışın kendisine karşı yapılmasına rıza
göstermesi anlamındadır. İslam ceza hukukunda
kimi hukukçular mağdurun rızasının kısâs
suçlarında etkili olduğunu kabul etmektedirler.
Onlara göre hem kısâs cezası hem de diyet
düşmektedir. Diğer bazılarına göre ise mağdurun
rızası kısâs cezasını düşürmekle birlikte, diyeti
düşürmemektedir. Üçüncü bir görüş de,
mağdurun rızasının hem kısâs cezasının hem de
diyetin düşmesinde etkili olmadığını
benimsemektedir. Mağdurun rızasının yaralama
suçlarında cezayı düşürdüğü ve ta’zîr cezalarını
ise düşürmediği konusunda görüş birliği
mevcuttur.
• Suçlunun Ölümü: Suçlunun ölümü, onun şahsıyla
ilgili (bedenî, ruhî ve hürriyeti bağlayıcı) cezaları
doğal olarak düşürmektedir. Diyet ve mâlî
cezalar ise suçlunun ölümü ile düşmez. Çünkü
diyet ve mâlî cezalar suçlunun şahsı ile değil, mal
varlığı ile ilgilidir. Buna karşılık Ebû Hanîfe
diyetin ve mâlî cezaların da düşeceği
görüşündedir.
• Suçlunun Tevbesi: İslam ceza hukukunda
suçlunun tevbesinin yol kesme suçunun cezasını
düşürdüğü konusunda görüş birliği vardır. Yol
kesme suçunu işleyen kimse yakalanmadan önce
tevbe ederse had cezası düşer. Diğer had
cezalarının tevbe ile düşüp düşmeyeceği
hususunda, yukarıda da açıkladığımız üzere,
görüş ayrılığı bulunmaktadır. Kul haklarıyla ilgili
suçların cezaları ise tevbe ile düşmez.
• Sulh: Tarafların anlaşması anlamında sulh,
yalnızca kısâs cezasını ve diyeti düşürür. Diğer
cezalar bakımından sulh, herhangi bir etkiye
sahip değildir.
• Af: Affın, ilke olarak, had cezaları üzerinde bir
etkisi söz konusu değildir. Şu kadar ki, hırsızlık
ve zina iftirası suçları aynı zamanda kul haklarına
yönelik olduğundan, af, onların cezaları
bakımından kısmen etkilidir. Kısâs, diyet ve
ta’zîr suçlarında ise af, cezayı düşürücü bir sebep
niteliğindedir. Kısâs ya da diyetin affedilmesi,
aynı suç gerekçesiyle devletin verdiği ta’zîr
cezasını düşürmez. Ta’zîr cezasının devlet
başkanı tarafından affedilmesi, mağdurun hakkını
ortadan kaldırmaz.
• Zamanaşımı: Ceza hukuku doktrininde
zamanaşımının kısâs cezası ve diyet bakımından
herhangi bir etkisinin bulunmadığı, ta’zîr cezaları
bakımından ise cezayı düşürücü bir sebep niteliği
taşıdığı konusunda ittifak edilmiştir.
Zamanaşımının had cezalarına etkisi hususunda
doktrinde iki ayrı görüş açığa çıkmıştır.
Çoğunluk had cezalarının zamanaşımı ile
düşmeyeceği görüşündedir. Hanefî hukukçular
ise iffete iftira suçunun cezası hariç, diğer had
cezalarının zamanaşımıyla düşeceği görüşünü
benimsemişlerdir.
SUÇLAR VE CEZALARI
16. Zina suçunun cezası nedir?
Cevap: Ebû Hanîfe yalnızca bir kadın ve erkek arasında
olan cinsel ilişki türünü zina suçu olarak tanımladığı
halde, çoğunluk erkekle erkek, kadınla kadın arasında
olanlar da dâhil, meşru ilişki dışındaki her tür cinsel
ilişkiyi zinasuçu olarak kabul etmektedir. Ayrıca İslam
ceza hukukunda evli kimsenin işlediği zina suçuyla, bekâr
bir kimsenin işlediği zina suçu cezalandırma bakımından
ayrılmıştır. Evli kimse tabiri, suçu işlediği sırada fiilen
evli olan kimse değil, sahih bir nikah akdi ile evlenmiş ve
evliliğinde cinsel ilişki gerçekleşmiş kimse anlamındadır.
Evli kimselerin işledikleri zina suçunun cezası recm, yani
taşlanarak öldürülmedir. Bekâr kimselerin zina suçunu
işlemeleri halinde ise onlara yüz celde (sopa) vurulur (Nûr
24/2). Hanefîler dışındaki çoğunluğa göre zina suçunu
işleyen bekâr kimseye ayrıca bir yıl sürgün cezası verilir.
Hanefîler bir yıllık sürgün cezasının zina haddi
kapsamında olmadığını, ta’zîr niteliğinde olduğunu kabul
ederler. Ayrıca Hanefî ve Mâlikîlere göre sürgün cezası,
suçlunun hapsedilmesi suretiyle uygulanır. Şu kadar ki,
Hanefîler suçlunun yaşadığı yerde, mâlîkîler ise başka bir
yerde hapsedilmesi gerektiği kanaatindedirler. Diğer
hukukçular ise sürgün cezasını, kişinin yaşadığı yerden
başka bir yere gönderilmesi ve orada ikâmete zorunlu
tutulması olarak tanımlamaktadırlar.
17. Zina iftirasının suçu ve cezası nedir?
Cevap: Zina iftirası (kazf), bir kişiye zina ettiği ithamında
bulunmak ya da kişinin nesebini inkâr etmek
anlamındadır. Zina iftirası suçunun oluşması için ona özgü
üç unsurun bulunması gerekmektedir. Birincisi zina ithamı
yapmak ve nesebi inkâr etmektir. Çoğunluk, suçun
oluşabilmesi için söz konusu ithamın açık (sarîh) bir
şekilde yapılması gerektiği kanaatindedir. Mâlikî
hukukçular ise kapalı şekilde (ta’rîz yoluyla) yapılan
ithamla da zina iftirası suçunun teşekkül edeceğini kabul
etmektedirler. Ayrıca bir kişinin eşcinsel olduğu ithamında
bulunmak da eşcinselliği zina suçu kapsamında gören
hukukçulara göre zina iftirası suçunu oluşturur. İkinci
unsur, zina iftirasına uğrayanmağdurun muhsan olmasıdır.
Bir kimsenin muhsan olması, tam ehliyetli, müslüman, hür
ve olması anlamındadır. Zina iftirası suçunun üçüncü
unsuru ise suç kastının bulunmasıdır. Suç kastı için, zina
iftirasında bulunan kimsenin yaptığı ithamın doğru
olmadığını biliyor olması yeterlidir. Onun da ölçüsü,
iddiasını kanıtlayamamasıdır. Zina iftirası suçu, had
suçlarından olmakla birlikte, kul hakkını ihlâl niteliği de
taşıdığı için koğuşturulmasının şikâyete bağlı olduğu
ittifakla kabul edilmiştir. Bununla birlikte, Hanefî ve
Mâlikî hukukçular Allah hakkının ihlâlini daha ağır
gördüklerinden suçun sâbit olmasından sonra mağdurun
suçluyu affetme hakkının bulunmadığını savunmuşlardır.
Şâfiî ve Hanbelî hukukçulara göre ise, zina iftirası
suçunda kul hakkının ihlâli daha ağırdır. Bu itibarla onlar,
had cezası uygulanıncaya kadar mağdurun affetme
hakkının bulunduğunu benimsemişlerdir. Zina iftirası
suçunu işleyen kimseye ceza olarak seksen celde
(sopa)vurulması öngörülmüştür (Nûr 24/4). Ayrıca zina
iftirası suçunu işleyen kimsenin, çoğunluğa göre tevbe
edinceye kadar, Hanefîlere göre ise tevbe e tse bile ebedî
olarak şâhitliği kabul edilmez.
18. İçki içme suçu ve cezası nedir?
Cevap: İslam’da sarhoşluk veren tüm içecekler haram
kılınmış, bunların içilmesine cezaî yaptırım bağlanmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de geçen hamr kelimesini Hanefîler şarap,
çoğunluk ise sarhoşluk veren her türlü içki biçiminde
anlamaktadır. Bu itibarla Hanefîlerin yaklaşımı ile
çoğunluk doktrinleri arasında içki içme suçunun tanımı
hususunda farklılık açığa çıkmıştır. Hanefîler içki içme
suçunu şarap içme (şürb) ve sarhoşluk suçu (sükr) olmak
üzere iki kısımda tanımlamaktadırlar. Şarabın (hamr)
Kur’ân-ı Kerîm’de doğrudan yasaklanması (Mâide 5/90-
91) nedeniyle Hanefîler, ondan az ya da çok içilmesini
içki içme (şürb) suçunun oluşumu için yeterli
görmektedirler. İçki içmenin had mi yoksa ta’zîr suçu mu
kabul edileceği İslam ceza hukuku doktrininde
tartışmalıdır. Benzer şekilde cezasının kırk celde (sopa) mi
yoksa seksen celde mi olduğu hususunda da görüş ayrılığı
bulunmaktadır. İçki içme suçunun cezasını kırk celde
kabul edenler (Şâfiî hukukçular) Hz. Peygamber’den gelen
rivayetlere, seksen celde kabul edenler (Hanefî, Mâlîkî ve
Hanbelî hukukçular) de Hz. Ömer zamanında gerçekleşen
sahâbe icmâına dayanmaktadırlar.
19. Hırsızlık suçu ve cezası nedir?
Cevap: Hırsızlık suçu, koruma (hırz) altında bulunan
başkasına ait belli değerde bir malın sahiplenilmek
amacıyla gizlice alınması demektir. Buna göre hırsızlık
suçunun meydana gelmesi için çalınan şeyin mal niteliği
taşıması ve belli değerde olması gerekmektedir. Bir diğer
unsur, malın başkasına ait olmasıdır. Malın bir kısmının
suçu işleyen kimseye ait olması ya da böyle bir şüphenin
bulunması had cezasını gerektiren hırsızlık suçunun
oluşumuna engeldir. Malın, çalındıktan sonra hırsızın
mülkiyetine geçmesi Mâlikîlere göre suçun oluşumuna
etki etmez. Çoğunluk ise, çalındıktan sonra malın
mülkiyetinin hırsıza intikal etmesini suçun teşekkülü
bakımından bir engel kabul etmektedir. Şu kadar ki,
bunun, hangi aşamadan önce olması gerektiği konusunda
görüş ayrılığı bulunmaktadır. Mülkiyetin, koğuşturma
başlamadan, hüküm verilmeden ya da ceza uygulanmadan
önce hırsıza geçmesini esas alan hukukçular vardır. Ayrıca
babanın çocuğunun malını çalması, kimsenin
mülkiyetinde olmayan malların gizlice alınması ve devlet
hazinesine ait bir malın çalınması da had cezası gerektiren
hırsızlık suçunu oluşturmaz. Çünkü bunlarda hırsız
açısından mülkiyet şüphesi vardır. Hırsızlık suçunun
üçüncü unsuru malın gizlice alınmış olmasıdır. Bu unsur,
hırsızlığı gasptan, âriyet (ödünç) veya vedia (emanet)
olarak alınan malın iade edilmemesi fiillerinden
ayırmaktadır. Hırsızlık suçunun dördüncü bir unsuru ise,
çalınan malın koruma (hırz) altında bulunmasıdır. Malın
koruma altında olması, sahibinin izni olmadan girilemeyen
bir yerde bulunması anlamındadır. Hırsızlık suçunda kul
hakkının ihlâli de söz konusu olduğu için hukukçuların
bazıları koğuşturma için şikâyeti şart koşmaktadırlar.
Diğerleri ise hırsızlığın bir had suçu olmasını gerekçe
göstererek koğuşturulmasının şikâyete bağlı olmadığını
benimsemişlerdir. Hırsızlık suçunun cezası, sağ elin b
ilekten kesilmesi biçimindedir (Mâide 5/38).
20. Yol kesme suçu ve cezası endir?
Cevap: Yol kesme suçu, kişi veya kişilerin silah veya
kuvvet kullanarak yerleşim yerlerinde veya yerleşim
yerleri dışında insanları korkutma, öldürme, mallarını
alma (soygun ve yağma) ya da yol kesme biçiminde açığa
çıkan suçtur. Yol kesme suçunun cezası, işlenen suçun
ağırlığına göre belirlenmektedir. Yol kesme suçu öldürme
ve mal alma olmaksızın yalnızca insanların korkutulması,
yalnızca mal alma, yalnızca adam öldürme ya da hem mal
alma hem de adam öldürme biçimlerinde teşekkül edebilir.
Kur’ân-ı Kerîm’de yol kesme suçu için ölüm, asılma
(salb), el ve ayağın çaprazlama kesilmesi ve sürgün
cezaları öngörülmüştür (Mâide 5/33).
21. İsyan suçu ve cezası nedir?
Cevap: İsyan suçu, silah gücüne sahip bir topluluğun
meşru devlet başkanına karşı, kendilerince geçerli bir
sebebi öne sürerek, onu devirmek amacıyla ayaklanmaları
biçiminde tanımlanabilir. İsyan suçunun unsurlarından biri
isyanın meşru devlet başkanına karşı yapılmış olmasıdır.
İslam hukukçuları meşruiyetini kaybeden devlet başkanını
devirmek için silahlı isyanın gerekip gerekmediği (vâcib
olup olmadığı) konusunda görüş ayrılığına düşmüşlerdir.
Bununla birlikte, meşruiyetini kaybeden devlet başkanına
karşı gerçekleşen ayaklanmaları isyan suçu kapsamında
görmemektedirler. İsyan suçunun ikinci unsuru, suçun
silah gücüne sahip bir topluluk tarafından işlenmiş
olmasıdır. İsyan suçunun cezasına gelince, isyanın bir
parçası olmayan ve isyan nedeniyle işlenmemiş olan
hırsızlık, içki içme, zina gibi suçlar âdî suçlar gibi
cezalandırılır. İsyan esnasında, isyan halinin bir gereği
olarak işlenen devletin askerlerini öldürmek, bölgeleri
işgal etmek, halkın malına mülküne el koymak, vergi
toplamak gibi suçlar ise ayrı ayrı cezalandırılmayıp, bir
bütün olarak isyan suçunu teşkil eder. İsyan suçunu
işleyenlerle savaşılır ve onlar savaş esnasında
öldürülebilir.
22. Dinden dönme suçu ve cezası nedir?
Cevap: Dinden dönme, bir müslümanın dinini terk etmesi
demektir. Dinden dönme suçunda bir kimsenin İslam’dan
çıkması asıl olup, başka bir dine girip girmemesinin önemi
yoktur. İslam hukukçularının çoğunluğu Hz.
Peygember’in “Kim dinini değiştirirse onu öldürün” (elBuhârî,
Cihâd 149) biçimindeki sözüne dayanarak, kadın
ya da erkek olsun İslam’ı terk eden her bir kimseye ölüm
cezası verileceği kanaatindedirler. Hanefî hukukçular ise
dinden dönme suçunu bir had suçu değil, savaş suçu
olarak gördüklerinden yalnızca dinden dönme suçunu
işleyen erkeklerin öldürüleceğini, kadınların ise tevbe edip
dine dönünceye kadar hapsedileceğini benimsemişlerdir.
Hanefîlere göre kadınların, erkeklerin aksine, savaşma
yetenekleri bulunmamaktadır. Ceza uygulanmadan önce
suç işleyen kişi tevbe edip İslam’a dönmeye davet edilir,
İslam’a ilişkin şüphe ve itirazları açıklanıp giderilmeye
çalışılır.
23. Kısas suçları ve cezaları nelerdir?
Cevap: Kısâs suçları ve cezaları İslam hukuku
kaynaklarında genellikle cinâyât başlıklı bölümde
incelenir. Kısâs suçları cana ve vücut bütünlüğüne yönelik
suçlardır. Bu itibarla kısâs suçları adam öldürme ve
müessir fiiller olarak iki kısımda ele alınmalıdır.
24. Adam öldürmenin cezası nedir?
Cevap: Kasıtla adam öldürme (amden katl) suçunun
cezası kısâstır (Bakara 2/178-179; İsrâ 17/33). Kısâs,
suçlunun öldürülmesi (idam edilmesi) demektir. Kısâs
suçları kul haklarına yönelik suçlar olduğu için öldürülen
kimsenin (maktûl) yakınları (evliyâu’d-dem/mirasçılar)
isterlerse kâtili diyet karşılığı ya da karşılıksız olarak
affedebilirler (Bakara 2/178). Kasıtla adam öldürme
suçlarında diyet bedelî bir yaptırımdır. Öldürülen
kimsenin yakınlarından biri bile, kısâs talep etme
hakkından vazgeçerse, kâtile kısâs uygulanamaz.
Hanefîlere göre kâtil ve öldürülen kimse arasında
müslümanzimmî, kadın-erkek ya da hür-köle ayırımı kısâs
uygulaması bakımından bir farklılık oluşturmaz. Mesela
bir müslüman bir zimmîyi öldürürse, ona karşılık kısâs
edilir. Kasıtla adam öldürme dışında kalan adam öldürme
suçlarının hiçbirinde kısâs cezası uygulanmaz (Nisâ 4/92).
25. Müessir fiiller ve cezaları nelerdir?
Cevap: Müessir fiiller tabiriyle, vücut bütünlüğüne
yönelik ölüme yol açmayan vurmak, yaralamak, kırmak,
kesmek gibi acı veren her türlü fiil kastedilmektedir. İslam
ceza hukukunda müessir fiillerin ya kasten ya da hatâen
işlenebileceği kabul edilmiştir. Müessir fiillerin kasten
işlenmesi, kişinin bir başkasının vücut bütünlüğüne saldırı
niteliği taşıyan fiili bilerek ve isteyerek yapmasıdır.
Kasten yapılan müessir fiillerin cezası da kısâstır (Mâide
5/45). Kısâsın uygulanabilmesi için işlenen müessir fiille
ceza arasında tam bir denkliğin sağlanması gereklidir.
Denkliğin sağlanamadığı durumlarda ya da mağdurun
talep etmemesi halinde kısâs cezası düşer, fâilin diyet
ödemesi gerekir. Ayrıca ta’zîr cezası da verilir. Hatâen
işlenen müessir fiillerde ise, fiil bilerek yapılmakla
birlikte, vücut bütünlüğüne dönük bir saldırı kastı
bulunmamaktadır. Hatâen işlenen müessir fiillerin
yaptırımı da diyettir.
26. Tazir suçları ve cezaları nelerdir?
Cevap: Ta’zîr suçları, yukarıda da açıkladığımız gibi, iki
grupta tasnif edilebilir. İlk grupta, Kitâb ve Sünnet’te suç
olarak düzenlenmiş, fakat cezaî yaptırım öngörülmemiş
davranışlar yer almaktadır. Unsurları oluşmadığı için had
ya da kısâs cezası verilemeyen suçlar da bu kapsamda
değerlendirilebilir. İkinci grupta ise, toplumsal yaşamın
gereklerine göre belirlenmeleri yetkili organa bırakılmış
olan suçlar bulunmaktadır. Yetkili organ, İslam hukukuna
göre devlet başkanıdır. Devlet başkanı yetkisini, hâkimler
aracılığı ile de kullanabilir. Buna göre birinci gruptaki
suçlar bakımından yalnızca cezaları, ikinci gruptaki suçlar
bakımından ise, hem suçları hem de onların cezalarını
yetkili organ belirlemektedir.