Giriş
Evlilik, fıtrî bir ihtiyaç olup şekil ve şartları farklı olmakla
birlikte bütün toplumlarda var olan ve aile hukuku
kapsamında tüm hukuk sistemlerinin düzenledikleri bir
müessesedir. Evlilik, İslam hukukunun korumayı gözettiği
beş temel amaçtan dinin ve neslin korunmasıyla ilgili
önemli bir sözleşmedir. Müslüman toplumlarda aile
hukuku ile ilgili meseleler, mezheplerin ürettiği çözümler
doğrultusunda çözülmüştür.
Evlenmenin Unsur ve Şartları
Evlenmenin Tanımı ve Hükmü: Birçok özelliği açısından
diğer akitlerden ayrılmakla birlikte sonuçta evlilik akdi de
bir akittir. Bundan hareketle klasik dönem fakihleri
evliliği, “tarafların birbirinden cinsel yönden
yararlanmasını mümkün kılan bir akittir” şeklinde
tanımlar. Günümüz İslam hukukçuları ise evlenmeyi
“Kadın ve erkek arasında birlikteliğin helalliğini ve
yardımlaşmalarını sağlayan, her birine ait hak ve görevleri
belirleyen bir akittir” şeklinde tarif eder.
Genel anlamda evlenme, bazı İslam hukukçuları
tarafından mübah, bazıları tarafından mendup/sünnet
bazıları tarafından da farz olarak kabuledilmiştir.
Nişanlanma ve Hukukî Mahiyeti: Nişanlanma, örf ve âdet
gereği genellikle dünür gitmeden sonra evlenmeye söz
verilmesini içeren ve yüzüklerin takılması ile yapılan bir
merasimdir.
Bazı çağdaş İslam hukukçuları, nişanlanmayı, klasik
kaynaklarda hıtbe adıyla incelenen uygulamaya
benzetmektedir. Hıtbenin, toplumumuzdaki kız isteme ve
dünür gitmeye benzetilmesi daha uygundur. İslam
Hukukunda günümüzdeki anlamda bir nişanlılık
düzenlenmemiştir.
Nişanlanmanın Şartları İle İlgili Hükümler:
• Nişanlanacak taraflar arasında evlenme engelinin
bulunmaması gerekir. Evlenme engelleri, aşağıda
nikahın şartlarında ele alındığı gibidir. Bundan
sadece kocasının ölümü üzerine vefât iddeti
bekleyen kadına yapılan üstü kapalı evlilik teklifi
istisna edilmiştir (Bakara 2/235).
• İzin verinceye veya olumsuz bir şekilde
sonuçlanıncaya kadar dünür gidilmiş veya
nişanlanmış bir kıza evlenme teklifinin yapılması
yasaktır.
Nişanlılık Dönemi İle İlgili Hükümler:
• Nişanlanma, taraflara evliliğin verdiği hak ve
yetkileri vermez.
• Nişanlılık döneminde nişanlıların rahatça
görüşmelerini sağlamak amacıyla yapılan imam
nikahı veya dînî nikah adı altında yapılan nikah,
nişan bozulduğu takdirde taraflar ve aileleri
tarafından hiç yapılmamış gibi sayıldığı için
sakıncalı bir uygulamadır.
• Nişanlılar, her zaman için bu nişanı bozma
hakkına sahiptir, taraflar birbirlerini evliliğe
zorlayamaz.
Nişanın Bozulması İle İlgili Hükümler:
• Nişanlanmada mehir belirlenmiş ve kıza
verilmişse veya mehre sayılmak üzere takı gibi
şeyler verilmişse bunlar mevcut olduğu takdirde
aynen iade edilir, değilse bedeli ödenir.
• Nişanlılık döneminde tarafların birbirlerine
verdiği hediyelerde hediye hükümleri geçerlidir.
• Nişanlılık evlenme mecburiyeti yüklemediği için
nişanı bozan kimsenin, sahip olduğu bir hakkı
kullandığı için nişanın bozulmasından doğan
zararı tazmin ile yükümlü tutulmasının doğru
olmayacağı söylenebilir.
Evlenme Akdinin Unsurları: Akdin unsurları taraflar, irâde
beyanı ve akdin konusu olmak üzere üç şeyden oluşur.
Evlenme akdinde taraflar, evlenecek kadın ve erkektir.
Hanefîlerin dışındaki çoğunluğa göre kadın, ne kendi
adına ne de başkası adına irade beyanında bulunamadığı
için bu anlamda nikah akdinde taraf olamaz.
İrâde beyanı, evlenecek tarafların, akde razı olduklarını
ifade eden sözleridir ki, bu sözler îcâb ve kabûl diye
isimlendirilir. İrâde beyanıyla ilgili önemli bir konu, îcâb
ve kabûlde kullanılacak kelimeler konusudur.
Her akitte irade beyanlarının yöneldiği ve akdin hükmünü
kabule elverişli bir konunun (mahal) bulunması gerekir.
Nikah akdinin konusu ise menfaat türünden bir şey olup
bu da tarafların birbirinden cinsel yönden yararlanma
imkanıdır.
Evlenme Akdinin Şartları: Bunlar in‘ikad, sıhhat, nefaz ve
lüzum şartlarıdır.
İn‘ikad Şartları: Kuruluş şartları olup bunlar akde,
hukuken varlık kazandırır. Bu şartlardan birinin yokluğu
durumunda akit bâtıl olur.
Ehliyet: Akdin taraflarının, edâ ehliyetine sahip olması
gerekir. Buna göre mümeyyiz olmayan küçüklerin ve akıl
hastalarının yaptıkları evlilikler bâtıldır.
Velayet, bir kimsenin söz ve tasarruflarının diğeri
üzerinde geçerli olması ve onun işlerini idare etmesidir.
Bu kişiye veli denir. Evlendirme hususunda velayet;
velayet-i icbar, velayet-i nedb ve velayet-i şirket olmak
üzere üçe ayrılır.
Nikahta evlendirme velayetine sahip olan veliler, veliyy-i
hâs (hususî veli) ve veliyy-i âm (umûmî veli) olmak üzere
ikiye ayrılır.
Doktrinde velayetin bu derece hakim olmasında sosyokültürel
yapının önemli ölçüde etkisinin bulunduğunu
söylemek mümkündür. Esas itibariyle velayet, eksik
ehliyetlilerin ve ehliyetsizlerin menfaatlerini korumaya
yönelik olarak kabul edilen bir müessesedir.
Meclis Birliği: Tarafların rızalarını gösteren îcâb ve
kabûlün birbirine, araya herhangi bir işin veya îcabdan
dönme anlamına gelebilecek bir davranışın girmediği aynı
toplantıda bağlanması gerekir.
Îcâb ve Kabûlün Birbirine Uygun Olması: Akdin
kurulabilmesi için îcâb ve kabûlün her yönden birbirine
uygun olması gerekir.
Evliliğin Ta‘lîkî Bir Şarta Bağlanmaması: Akit sırasında
ileri sürülen şartlar iki gruptur. Ta‘lîkî şartlar, takyîdî
şartlar.
Süreklilik: Evlilik akdinin, süre belli olsun veya olmasın,
geçici bir süre için yapılmaması şarttır. Geçici bir süre için
yapılan müt‘a nikahı, dört mezhebin hukukçularının da
içinde bulunduğu İslam hukukçularının geneline göre
bâtıldır.
Evlenme Engelinin Bulunmaması: Evlenecek erkek ile
kadın arasında şer‘î açıdan evlenmelerine engel bir
durumun olmamasıdır.
Sürekli evlenme engelleri; kan bağı, sıhriyet (evlilik) bağı
ve süt emme sebebiyle olmak üzere üç türe ayrılır.
Geçici evlenme engelleri, ortadan kalkması her zaman
mümkün olan evlenme engelleridir. Din farkı, iki akraba
ile birden evlenme, beşinci kadın, başkasının eşi olma, üç
kere boşama gibi.
Sıhhat Şartları: Akdin hukuken geçerlilik kazanabilmesi
için taşıması gereken şartlardır. Bu şartlardan birinin
yokluğu durumunda akit, sahih olmaz.
Şahitlerin Bulunması: Sıhhat şartlarının en önemlisi,
evlilik akdinin yapıldığı esnada iki şahidin bulunmasıdır.
Mâlikîler, nikah anında iki şahidin bulunmasını şart olarak
görmeyip Hz. Peygamberin “Nikahı, ilan ediniz” sözü
sebebiyle şart olan şeyin, evliliğin ilan edilmesi olduğu
görüşündedirler.
İkrâhın Olmaması: Hanefîlerin dışındaki çoğunluğa göre
ise mükrehin (evliliğe zorlanan kişinin) yaptığı evlilik,
sahih değildir.
Evlilikte İleri Sürülen Takyîdî Şartlar: Akdin
kurulmasından sonrası ile ilgili şartlar olup “şöyle şöyle
olmak üzere” şeklinde ileri sürülen şartlardır. Evlilik
düzenine ve akdin ruhuna aykırı olan şartlar fasit olur,
ancak, nikah akdinin sıhhatini etkilemez. Şartlar geçersiz,
evlilik geçerlidir.
Unsurları ile birlikte in‘ikad ve sıhhat şartlarını taşıyan
evlenme akdi sahih evlenme akdidir. Unsurları ya da
in‘ikad şartlarından biri eksik olan evlenme akdi bâtıl olur.
Bâtıl bir evlilik zifaf olsun olmasın evliliğe ait hiçbir
sonuç doğurmaz. Sadece Hanefîlere göre mehr-i misil
gerekir ki, buna ‘ukr denilir. Unsurları ve in‘ikad şartları
tamam olmakla birlikte sıhhat şartlarından biri eksik olan
evliliğe, fâsit evlilik denir. Örneğin şahitsiz evlilik
böyledir. Fâsit bir evlilik, zifaf (birleşme) olmamışsa
hiçbir sonuç doğurmaz.
Nefaz Şartları: Akdin yürürlüğe girmesi ve sonuçlarını
doğurması için gerekli olan şartlardır. Bu şartları
taşımayan bir evlilik akdi, askıdadır. Evlilik akdinin
yürürlük kazanmasını engelleyen durum çoğunlukla
velinin onayının gerekli olduğu durumdur. Nefaz şartlarını
taşıyan akde nâfiz, bu şartlardan birini taşımayan akde
mevkuf denir.
Lüzum (Bağlayıcılık) Şartları: Evlilik akdinin geriye
döndürülemeyecek şekilde olmasını gerektiren şartlara,
lüzum (bağlayıcılık) şartları denir. Fakat bazı durumlarda
ilgili tarafların veya velilerinin akde itiraz ederek
feshettirme hakları vardır.
Hanefîler tam ehliyetli kadına bizzat evlilik akdi yapma
hakkı tanıdıkları için denkliğin bulunmaması ve mehrin,
mehr-i misil olmaması gibi kadın aleyhine söz konusu
olabilecek zararları, veliye itiraz hakkı vererek telafi
yoluna gitmişlerdir.
Lüzûm şartlarını taşıyan evliliğe lâzım evlilik, bu
şartlardan birini taşımayan evliliğe gayr-ı lâzım evlilik
denir.
Kefâet, evlenecek taraflar arasında dinî, iktisadî ve sosyal
konum bakımından bir denkliğin varolması demektir.
İslam hukukçularının çoğunluğu, denkliğin gözetilmesi
gerektiğinde hem fikirdir.
Denkliğin bulunmasından dolayı eşlerin arasını ayırmak
hâkimin hükmüne bağlıdır. Denkliğin bulunmadığı bir
evliliğe velinin ses çıkarmayıp susması itiraz hakkını
düşürmez. Hanefîlere göre denklik soyda, Müslüman
oluşta, dindarlıkta, hürriyette, servette ve sanatta olmak
üzere altı noktada aranır.
Evlenmenin Hukukî Sonuçları
Geçerli bir evlilik akdinin doğurduğu belli başlı sonuçlar
şunlardır:
Mehir: Erkeğin evlenirken kadına verdiği veya vermeyi
taahhüt ettiği malî değeri olan bir şeydir. Kur’an’da
mehrin kadına içten gelen bir bağış olarak verilmesi
emredilmiştir (Nisâ 4/24). Mehir, evlenen kadının hakkıdır
ve kadın aldığı mehir ile çeyiz yapmaya zorlanamaz.
Mehir, evlilik akdinin şartı değil sonucudur.
Eğer mehrin miktarı evlilik sırasında belirlenmiş ise buna
mehr-i müsemmâ belirlenmemişse mehr-i misil denir.
Peşin verilen mehre mehr-i muaccel, sonra verilmek üzere
kararlaştırılan mehre mehr-i müeccel denir. Sahih bir
nikah mehri gerektirir.
Halvet-i sahîha, eşlerin kimsenin göremeyeceği ve ansızın
gelemeyeceği bir yerde baş başa kalmalarıdır.
Mehir belirlenmeksizin ya da mehir olmamak şartıyla
evlenen kadına mufavvıda denilir.
Müt‘a, kişinin gelir seviyesine göre mehr-i mislin yarısını
geçmemek üzere ayrıldığı eşine verdiği mal ya da para
cinsinden bir hediyedir.
Nafaka: Başkasının yaşamasını sağlamak için kişinin
yüklendiği masraflar anlamına gelir. Nafaka ile yükümlü
olan kocadır.
Kadın zengin bile olsa nafaka yine kocaya aittir.
Kadının nafakaya hak kazanabilmesi için şu şartlar gereklidir:
1. Evlilik akdinin sahih bir şekilde yapılmış olması
gerekir.
2. Kadının evliliğe hazır bir fizikî olgunluğa sahip
olması gerekir.
3. Kadın, kocasının istifade edeceği bir durum ve
yerde olmalıdır.
Bu malî yükümlülükleri dışında koca, hanımına karşı iyi
davranmak ve onunla iyi geçinmekle yükümlüdür.
Evliliğin Sona Ermesi
Evliliğin sona ermesi konusunda geçmişten günümüze
uygulanan üç sistem mevcuttur. Serbest boşama sistemi;
ölüm hariç, evlilik hiçbir şekilde sona eremez” şeklinde
ifade edilen adem-i zeval sistemi ve belli sebeplere dayalı
olarak mahkeme tarafından evliliği sona erdirme
sistemidir.
İslam dininde sebepsiz yere boşama hoş görülmemiş ve
Hz. Peygamber tarafından “Allah katında helallerin en
sevimsizi boşamadır” şeklinde nitelendirilmiştir.
İslam hukukunda evliliğin sona ermesinin talak ve fesih
olmak üzere temelde iki yolu vardır.
Fesih: Akit sırasında veya sonradan meydana gelen bir
eksiklik veya bozukluk sebebiyle evliliğin sona
erdirilmesidir. Fesih ile talak arasında mahiyet ve
sonuçları bakımından bazı farklar vardır.
1. Fesih, evlilik birliğine derhal son verirken talakta
bu gerçekleşen talakın türüne göre değişiklik
gösterir.
2. Fesih, talak sayılmadığı için kocanın sahip
olduğu üç talak hakkını eksiltmez.
3. Zifaftan önce fesih yoluyla ayrılmalarda mehir
gerekmez.
4. Talak, genel olarak hâkimin hükmüne bağlı
değilken, fesih bu açıdan ikiye ayrılır.
Talak: Belli sözler ile evlilik bağını çözmek ve ortadan
kaldırmaktır ve İslam hukukunda evlilik birliğini sona
erdirmenin en yaygın yoludur.
Talakta Kullanılan Sözler ve Talakın Sayısı: Sarîh sözler,
söylendiğinde kendisiyle boşamanın kastedildiğinin açıkça
anlaşıldığı sözlerdir. Örneğin “Sen boşsun”, “Seni
boşadım” gibi sözler açık sözlerdir. Kinayeli sözler ise
hem boşama anlamına gelebilecek hem de başka bir
anlama gelebilecek türden sözlerdir.
Kocanın sahip olduğu boşama hakkı üçtür. Talak, ister
ric‘î olsun ister bâin olsun ilk ikisinde belirli şartlarla geri
dönme imkanı vardır (Bakara 2/229).
Üçüncü boşamayla meydana gelen ayrılığa beynûnet-i
kübrâ (büyük ayrılık) denir. Üçüncü talak olmayan bâin
talak ile meydana gelen ayrılığa ise beynûnet-i suğra
(küçük ayrılık) denir.
Talakın Çeşitleri: Talak, dönülebilir olup olmamasına göre
ric‘î ve bâin talak, sünnete uygun olup olmamasına göre
de sünnî ve bid‘î talak kısımlarına ayrılır.
Ric‘î talak, yeniden nikah ve mehire gerek olmaksızın
kocaya, boşadığı eşine dönme imkanı veren talaktır. Ric‘î
talakta koca, iddet süresinde eşine dönmezse bâin talaka
dönüşür.
Bâin talak, yeni bir akit ve yeni bir mehir ile evlenmedikçe
kocaya, boşadığı eşine dönme imkanı vermeyen talaktır.
Koca, ölüm hastalığında eşini rızası olmaksızın boşamış
ise İslam hukukçularının çoğunluğuna göre bu boşama
bâin de olsa mirasçılığa engel değildir.
Hz. Peygamberin tavsiyelerine uygun olarak yapılan
boşamaya, sünnî talak denir. Hanefîler sünnî talakı, ahsen
talak ve hasen talak olmak üzere ikiye ayırır. Ahsen talak
(en güzel boşama), kadını, cinsel ilişkinin olmadığı bir
temizlik döneminde bir kere boşamak ve iddeti bitinceye
kadar beklemektir. Hasen talak (güzel boşama) ise kadını,
üç temizlik döneminde her dönemde bir talak vermek
suretiyle üç kere boşamaktır.
Bid‘î talak, sünnete aykırı olan boşamadır.
Talakın Şartları: Boşayan kimsenin kocanın, kendisi
olması gerekir. Kocanın, boşama hakkını hanımına
vermesi, kocanın boşama hakkını ortadan kaldırmaz.
Boşayan kocanın tam ehliyetli olması, akıllı ve bülûğa
ermiş olması gerekir. Eksik ehliyetlileri ve bazı şartlarda
ehliyetsizleri velileri evlendirebilirse de bunların eşlerini
onlar adına boşayamaz. Evli olan veya ric‘î talak iddeti
bekleyen kadın hakkında talakın geçerli olduğunda görüş
birliği vardır.
Talakta Şahit Bulundurma: İslam hukukçularının büyük
çoğunluğuna göre boşamanın gerçekleşmesi için şahitler
huzurunda olması şart değildir.
Muhâlea (Hul’): Aralarında anlaştıkları bir bedel
karşılığında kadının, kocayı, kendisini boşamaya razı
etmesidir (Bakara 2/229). Kural olarak evlilik akdinde
mehir olabilecek her türlü mal, hul‘ bedeli olarak
kararlaştırılabilir. Muhâlea, Hanefîlere ve Mâlikîlere göre
bir bâin talaktır.
Tefrik (Kazâî Boşama): Kadının, istemediği bir evlilikten
kurtulmasının diğer bir yolu da belli sebeplerin bulunması
halinde hâkime başvurmak suretiyle ayrılmayı istemesidir.
Bu talep üzerine hâkimin ayrılığa hükmetmesine tefrik
denir.
Hastalık ve Kusur Sebebiyle Tefrik: Tefriki gerektiren
hastalık ve kusur iki türlüdür: Birincisi, erkekte bulunan
iktidarsızlık gibi cinsel ilişkiye engel bir kusur ve
hastalığın bulunmasıdır. İkincisi, cüzzam gibi karşı tarafta
tiksinti uyandıran veya bulaşıcı bir hastalığın
bulunmasıdır.
Hanefîlere göre erkeğin boşama hakkı olduğu için bu tür
kusurlar erkek için değil, kadın için tefrik sebebidir.
Diğerlerine göre ise her ikisi için de tefrik sebebidir. Bu
tefrik bir bâin talak sayılır.
Kocanın Kaybolması Sebebiyle Tefrik: Kayıplıkta iki
durum söz konusudur. Birincisi, kocanın kaybolup
kendisinden haber alınamaması, ölü mü diri mi olduğunun
bilinmemesidir. Bu şekilde olan kimseye mefkûd denir.
İkincisi, hayatta olduğu bilinmekle birlikte evine
gelmeyen kimsedir. Buna da gâib denir. Bu ayrılık,
Mâlikîlere göre bir bâin talak, Hanbelîlere göre ise
fesihtir.
Nafakayı Temin Etmemek Sebebiyle Tefrik: Kocanın
nafakayı temin edememesi iki şekilde olur. Ya imkanı
olduğu halde temin etmiyordur ya da imkanı olmadığı için
temin edemiyordur.
Fena Muamele ve Geçimsizlik Sebebiyle Tefrik: Fena
muamele ve geçimsizlik her iki taraftan söz konusu
olabilecek bir durumdur. Böyle bir durumda Kur’an’da iki
taraftan birer hakem seçilerek tarafların aralarının
düzeltilmesi tavsiye edilmiştir (Nisâ 4/33-34). Hanefîler
ve Şâfiîler ile Mâlikîler arasındaki fark, hakemlerin
konumu ile ilgilidir. Hanefîlere ve Şâfiîlere göre koca,
hakemlere vekalet vermemişse hakemler, talaka
hükmedemez. Mâlikîlere göre ise vekil konumundadırlar
ve talaka hükmedebilirler.
Îlâ Sebebiyle Tefrik: Îlâ, bir kimsenin dört ay veya daha
fazla hanımına yaklaşmayacağına Allah’ın adını anarak
yemin etmesi veya yaklaşmamayı ağır bir ibadete
bağlamasıdır.
Liân Sebebiyle Tefrik: Erkek, eşinin zina ettiğini veya
doğan çocuğun zinâ mahsulü olduğunu iddia eder ve bunu
da dört şahit ile ispat edemezse hâkim önünde eşiyle
karşılıklı olarak özel bir şekilde yeminleşir (Nûr 24/6-8).
Buna liân veya mülâane denir. Liânın asıl amacı, kocanın
karısının zinâ ettiğini tespit ettirmek veya zinâdan doğan
çocuğun kendisine nispet edilmesini önlemektir. Evliliğin
sona ermesi ise liânın zorunlu bir sonucudur. Liânın
konusu, zinâdan doğan çocuğun nesebinin reddedilmesi
ise çocuğun koca ile nesep bağı kesilir.
Evliliğin Sona Ermesinin Sonuçları
İddet: Talak, fesih ve ölüm gibi bir sebeple evliliği sona
eren kadının, başkası ile evlenebilecek hale gelmesi için
beklemesi gereken süredir. İddet, kadının hamile olup
olmadığının tespiti, vefat eden kocanın hatırasına saygı
gösterilmesi, ric‘î talakta kocaya eşine geri dönme
fırsatının tanınması gibi maksatlara yönelik olarak
emredilmiştir. İddet bekleyen kişi, esas itibariyle kadındır.
Fakat bazı durumlarda erkeğin de iddet beklemesi
gerekebilir. Kadının durumuna göre iddette değişik süreler
tespit edilmiştir.
1. Hayız veya temizlik süresi ile iddet
2. Doğuma bağlı iddet
3. Zamana bağlı iddet: Kocaları vefat eden ve
hamile de olmayan kadınların iddeti 4 ay 10
gündür (Bakara 2/234).
İddet Nafakası: Hanefîlere göre ric‘î talak ve bâin talak ve
bazı istisnalarla birlikte fesihten dolayı iddet bekleyen
kadının yiyecek, giyecek ve mesken gibi ihtiyaçları
kocasına aittir. İslam hukukçuları, vefat iddeti bekleyen
kadına hiçbir şekilde nafaka gerekmediği görüşündedirler.
Bu durumda kadın ya tekrar evlenerek evlilik nafakasına
kavuşacak ya da nafakası, velayet sistemi gereği velisi
tarafından karşılanacaktır.
Miras: İslam hukukunda mirasçılığın kan bağı ve evlilik
bağı olmak temelde üzere iki sebebi vardır.
Nesep: Nesep, çocuğun anne-babasıyla olan kan bağını
ifade eder. Çocuğun, doğduğu kadın ile nesep bağı sabit
olduğu için herhangi bir ispat vasıtasına ihtiyaç duyulmaz.
Bu daha çok baba açısından söz konusu olan bir
durumdur.
Çocuğun babası ile nesep bağının tespiti için üç yol vardır:
Birincisi, sahih evlilikte nesebin sabit olmasıdır. İslam
hukukçularına göre hamilelik süresinin asgari sınırı altı
aydır.
İkincisi, fasit evlilikte ve evlilik şüphesi ile birleşmede
nesebin sabit olmasıdır. Fasit bir evlilikte nesebin sabit
olması için akit yeterli değildir, fiilî birleşme şartı aranır.
Üçüncüsü, ikrar ile nesebin sabit olmasıdır. Nesep, bir
kimsenin birinin kendi çocuğu veya babası olduğunu ikrar
etmesi, kabul etmesiyle de sabit olur.
İslam hukukunda evlatlık müessesesi yoktur. Kimsesiz
çocukların alınıp büyütülmesi iyi görülmüşse de evlat
edinen ile evlatlık arasında mirasçılık hükümleri cereyan
etmez ve evlenme engeli söz konusu olmaz.
Çocuğun Emzirilmesi: Çocuğun emzirilmesi, bakım ve
terbiyesi içinde yer almakla birlikte öneminden dolayı
İslam hukukunda “Radâ” başlığı altında ayrıca
düzenlenmiştir. İslam hukukçularının çoğunluğu annenin,
çocuğunu emzirmeye hem dinen hem de hukuken mecbur
olduğu görüşündedir. Emzirme süresi, İslam
hukukçularının çoğunluğuna göre iki yıldır (Bakara
2/233).
Çocuğun Bakım ve Terbiyesi: İslam hukukunda küçüklerin
şahıs ve mallarında velayet söz konusu olduğu gibi
terbiyesinde de söz konusudur. Çocukların bakım ve
terbiyesi İslam hukukunda “Hıdâne” (Hadâne) başlığı
altında incelenir.
Çocuk, belli yaşa kadar bakım ve terbiyesi için öncelikle
anneye verilir. Çocuğun bakım ve terbiyesini üstlenen
kişinin hür, akıllı, bülûğa ermiş, çocuk bakabilecek ve
çocuğun hayatını, sağlığını ve ahlakını koruyacak biri
olması gerekir.