HÜKMÜN TANIMI VE KISIMLARI
1. Hüküm nedir?
Cevap: Hükmü, kaynağını dikkate alarak tanımlayan
kelamcı usulcülere göre hüküm, “Allah’ın, iktizâ veya
tahyîr ya da vaz‘ yönüyle mükelleflerin fiillerine ilişkin
hitâbıdır.” Hükmü, mükellefin fiilini dikkate alarak
tanımlayan Hanefî usulcülere göre ise hüküm, “Allah’ın,
iktizâ veya tahyîr ya da vaz‘ yönüyle mükelleflerin
fiillerine ilişkin hitâbının sonucudur.”
2. Kelamcı usulcüler açısından teklîfî hükmü nedir?
Cevap: Kelamcı usulcüler açısından teklîfî hükmü
“Allah’ın, mükelleften bir fiili yapmasını veya
yapmamasını istemesi ya da bir fiili yapıp yapmama
konusunda serbest bırakması ile ilgili hitâbı” olmaktadır.
3. Îcâb, nedb, kerâhe, ibâha kavramlarının anlamları nedir?
Cevap: Buna göre Şâri‘in mükelleften bir fiili yapmasını,
kesin bir şekilde istemesine ilişkin hitâbı, îcâb; yapmasını,
kesin olmayan bir şekilde istemesine ilişkin hitâbı, nedb;
yapmamasını, kesin bir şekilde istemesine ilişkin hitâbı,
tahrîm; yapmamasını, kesin olmayan şekilde istemesine
ilişkin hitâbı, kerâhe; mükellefi, yapıp yapmama
konusunda serbest bırakmasına ilişkin hitabı ise ibâha
olarak isimlendirilir.
4. Farz, Vacip, Sünnet, Mübah, Haram, Mekruh, Nafile
kavramları ne anlama gelmektedir?
Cevap: Buna göre Şâri‘in, mükelleften kesin bir şekilde
yapmasını istediği fiil farz ve vâcib; kesin olmayan bir
şekilde yapmasını istediği fiil sünnet ve nâfile; kesin bir
şekilde yapmamasını istediği fiil haram; kesin olmayan bir
şekilde yapmamasını istediği fiil mekrûh; mükellefi, yapıp
yapmamakta serbest bıraktığı fiil ise mübâh olarak
nitelendirilir.
5. Vaz’î hükmün tanımı nedir?
Cevap: Hükmün tanımda geçen “vaz‘ yönüyle” ifadesi ise
vaz‘î hükmü ifade eder. Bu durumda kelamcı usulcülere
göre vaz‘î hüküm, “Şâri‘in, bir şeyi, başka bir şey için
sebep, şart veya mâni kılması yönüyle mükelleflerin
fiillerine ilişkin hitabı”, Hanefilere göre ise Şâri‘in
iradesine bağlı olarak bir şeyin, başka bir şey için sebep,
şart veya mâni oluşturmasıdır” şeklinde tanımlayabiliriz.
6. Teklifi hükmün kısımları nelerdir?
Cevap: Teklîfî hükümlerin kısımları konusunda Hanefî
usulcüler ile diğerleri arasında bazı farklılıklar vardır.
Usulcülerin çoğunluğuna göre teklîfî hüküm îcâb, nedb,
tahrîm, kerâhe ve ibâha olmak üzere beş kısma ayrılır.
Hanefiler ise teklîfî hükümleri farz, vâcib, sünnet, nâfile,
harâm, mekrûh, mübâh olmak üzere yedi kısma ayırır.
Burada çoğunluğu teşkil eden usulcülerin teklîfî hüküm
taksimini esas alarak yeri geldiğinde Hanefiler ile bunlar
arasındaki farklılıklara değineceğiz.
7. Vâcib kavramının ıstılahi anlamı nedir?
Cevap: Vâcib, kesin bir şekilde yapılması istenilen, terk
edilmesi halinde cezanın hak edildiği fiildir. Usulcülerin
çoğunluğuna göre hükmün dayandığı delîlin kat‘î ya da
zannî olması, bir fiilin vâcib olmasına engel değildir. Bir
fiilin vâcib oluşu, bu fiile yönelik isteğin, “yapın” şeklinde
emir kipinde gelmesinden; “size yazıldı”, “size farz
kılındı” şeklinde haber kipinden anlaşılabileceği gibi terk
edilmesi halinde ağır bir cezanın verileceğinin
bildirilmesinden de anlaşılabilir.
8. Hanefilere göre Farz-Vâcib ayrımı nasıldır?
Cevap: Hanefilere göre farz ve vâcib, yapılmasının Şâri‘
tarafından kesin olarak istenmesi noktasında birleşir.
İkisini birbirinden ayıran şey ise dayandıkları delillerin
kat‘î ya da zannî oluşudur. Buna göre farz, sübutu ve
delaleti kat‘î delille sabit olur. Kur’an ve mütevatir ya da
meşhur Sünnet’in sübutu kat‘îdir. Delaletlerinin de kat’i
olması halinde emredilen şeyin farz olduğu anlaşılır.
Vâcib ise zannî bir delil ile sabit olan fiilin hükmüdür.
Örneğin kurban kesme, vitir ve bayram namazları,
namazda Fâtihâ sûresinin okunması gibi fiillerin
hükümleri vâciptir. Çünkü bu hükümler, zan ifade eden
(kesinlik taşımayan) haber-i vâhid ile sabit olmuştur.
9. Vâcib’in kısımları nelerdir?
Cevap: Vâcib, edâ edileceği vakit açısından, miktarının
belli olup olmaması açısından, yerine getirmesi istenen
mükellef açısından ve yapılması istenen fiilin belirli olup
olmaması açısından değişik kısımlara ayrılır.
10. Eda edileceği vakit açısından Vacib’in ayrımları
nelerdir?
Cevap: Edâ edileceği vakit açısından vâcib, mutlak vâcib
ve mukayyed vâcib olmak üzere iki kısma ayrılır.
• Mutlak vâcib, Şâri‘in yapılması için belirli bir
vakit tayin etmediği vâciptir. Örneğin keffâretler,
belirli bir zaman belirtilmeden yapılmış nezirler
(adak), Ramazan orucunun kazası, mutlak vâcib
türündendir.
• Mukayyed vâcib, Şâri‘in yapılması için belirli bir
vakit tayin ettiği vâciptir. Bu tür vâcibin
yapılması için bir başlangıç ve bitiş vakti vardır.
Şayet mükellef, bu vakit içinde yerine getirmezse
vâcib kaçırılmış ve yerine getirilmemiş olur.
Örneğin namaz, oruç ve hac bu türden birer
vâciptir.
• Geniş zamanlı ( Müvessâ ) vâcib: Vâcibin
yapılması için belirlenen vakit, hem bu vâcibin
hem de bu vâcib cinsinden başka bir vâcibin
yapılmasına imkan tanıyacak genişlikte ise buna
müvessâ (geniş zamanlı) vâcib denir. Örneğin beş
vakit namaz, bu türe girer. Çünkü bir namaz
vaktinde birden fazla namaz kılmak mümkündür.
• Dar zamanlı (mudayyak ) vâcib: Vâcibin
yapılması için belirlenen vakit, sadece bu vâcibin
yapılmasına imkan tanıyor ve bu vâcib cinsinden
başka bir vâcibe yetmiyorsa buna mudayyak (dar
zamanlı) vâcib denir.
• Müşkil zamanlı vâcib: Bu, bir yönden geniş
zamanlı vâcibe, diğer yönden dar zamanlı vâcibe
benzeyen vâciptir. Hac, bu tür bir vâciptir. Şöyle
ki, yılda bir kere yapılması yönüyle hac, dar
zamanlı vâcibe; hac törenlerinin, hac mevsiminin
tamamını kapsamaması yönüyle de geniş zamanlı
vâcibe benzer.
11. Miktarının belli olup olmaması açısından Vâcib’i
tanımlayınız.
Cevap: Miktarının belli olup olmaması açısından: Bu
açıdan vâcib mukadder vâcib ve gayr-ı mukadder vâcib
kısımlarına ayrılır.
• Mukadder vâcib, Şâri‘in miktarını belirlediği
vâciptir. Beş vakit namaz ve bu namazların
rekatları, zekatın miktarı bu tür vâcibe örnektir.
Kişinin bu tür vâcib ile yükümlü olması için bu
vâcibin vücub sebebinin bulunması yeterlidir.
Ayrıca bir mahkeme kararına veya borçlunun
rızasına ihtiyaç yoktur.
• Gayr-ı mukadder vâcib, Şâri‘in miktarını
belirlemediği vâciptir. Örneğin Allah yolunda
infak, misafire ikramda bulunma, zulme uğrayana
yardım etme gibi fiiller, bu tür vâcibe girer.
Kişinin, bu tür bir vâcib ile yükümlü olabilmesi,
mahkeme kararına ya da ilgili kişi veya kişilerin
rızasına bağlıdır.
12. Yerine getirmesi istenen mükellef açısından Vâcib’i
tanımlayınız.
Cevap: Mükellef açısından vâcib, aynî vâcib (farz-ı ayn)
ve kifâî vâcib (farz-ı kifâye) olmak üzere iki kısma ayrılır.
• Aynî vâcib, Şâri‘in, mükelleflerin her biri
tarafından yerine getirilmesini istediği vâciptir.
Beş vakit namaz, oruç, zekat, hac bu türe örnek
verilebilir. Aynî vâcibin sonucu şudur: Her bir
mükellefin bu vâcibi, ayrı ayrı yerine getirmesi
gerekir. Bazılarının yerine getirmesi ile
diğerlerinden sorumluluk düşmez.
• Kifâî vâcib, yapılması mükelleflerin tek tek her
birinden değil, toplumun genelinden istenildiği
vâciptir. Cenâze namazı, fetvâ ve yargı işleri,
şahitlik yapma, ilim tahsili, insanların ihtiyaç
duydukları sanatları öğrenme bu tür vâcibe örnek
verilebilir.
13. Yapılması istenen fiilin belirli olup olmaması
açısından Vacib’in ayrıldığı sınıflar nelerdir?
Cevap: Bu açıdan vâcib, muayyen vâcib ve müphem
vâcib olmak üzere ikiye ayrılır. Muayyen vâcib, Şâri‘in,
mükellefe seçim hakkı tanımaksızın yapılmasını istediği
şeyi kendisinin belirlemesidir. Namaz, oruç, hac, zekat,
gasbedilen malın geri verilmesi, satın alınan malın
bedelinin ödenmesi, bu tür vâcibe örnektir. Vâciblerin
çoğunluğu bu türdendir. Muayyen vâcibin sonucu şudur:
Mükellef, Şâri‘in kendisi için belirlediği şeyi yerine
getirmedikçe sorumluluktan kurtulamaz. Müphem vâcib
ise Şâri‘in, birkaç işten birini belirlemeyip seçilip
yapılmasını mükellefin tercihine bıraktığı vâciptir.
Mükellefin tercihine bırakıldığı için bu vâcib, aynı
zamanda muhayyer vâcib diye de isimlendirilir. Örneğin
yemin keffâreti, bu türden bir vâciptir. Yeminini bozan
kişinin ne yapacağı ile ilgili olarak Kur’an’da şöyle
denilmektedir: “Bunun keffâreti ailenize yedirdiğinizin
orta hallisinden on fakire yedirmek veya onları giydirmek
ya da bir köle azâd etmektir…” (Mâide 5/89). Buna göre
mükellef bu üç seçenekten istediği birini seçmekte
serbesttir, hangisini yaparsa keffaret borcunu ödemiş olur.
14. Mendub nedir?
Cevap: Mendub, yapılması istenilmekle birlikte terk
edilmesinden dolayı kınamanın söz konusu olmadığı
fiildir. Diğer bir ifadeyle kesin olmayan bir şekilde
yapılması istenen, yapılması terk edilmesinden daha iyi
olan fiildir.
15. Hanefilere göre sünnet nedir?
Cevap: Sünnet, terk edilmesi yasaklanmamakla birlikte
yapılması iyi görülen ve dinde izlenegelen bir gelenek
haline gelmiş fiillerdir. Buna ezan, cemaatle namaz kılma,
abdest alırken ağza su verme ve namazların müekked
sünnetlerini örnek verebiliriz. Bu tür sünnetler sünnet-i
hüdâ olarak isimlendirilir. Bu tür sünnetleri yapan sevab
kazanır, terk eden ise kınanır. Hz. Peygamberin, yeme,
içme ve giyim-kuşam tarzı gibi ibadet kasdıyla değil de
insan olması hasebiyle yaptığı fiiller ise sünnet-i zevâid
olarak isimlendirilir. Bu tür sünnetleri terk eden kınanmaz.
16. Haram nedir? Çeşitleri nelerdir?
Cevap: Haram, kesin bir şekilde yapılmaması istenen, terk
edilmesine sevab, yapılmasına ceza verilen fiildir. Bir
fiilin haram kılınması, “haram kılındı”, “helal değildir”,
“öldürmeyin”, “yaklaşmayın, kaçının, uzak durun” gibi
değişik şekillerde olabilir.
Yasağın, yasaklanan fiilin özü ile ilgili olup olmaması
açısından haram liaynihî (lizâtihî) haram ve ligayrihi
haram olmak üzere ikiye ayrılır:
• Liaynihî (lizâtihî) haram, özü itibariyle bir
kötülük ve zarar içermesinden dolayı
yapılmasının yasaklandığı fiildir. Adam öldürme,
zinâ, hırsızlık, murdar et satma, evlenilmesi
yasak olan yakınlar ile evlenme gibi. Liaynihî
haram olan bir fiilin sonucu, fiilin temelden gayrı
meşru sayılmasıdır. Böyle bir fiil yapıldığı
takdirde bu fiile meşru hiçbir sonuç bağlanmaz,
batıl kabul edilir. Örneğin hırsızlık, meşrû bir
mülkiyet sebebi olarak kabul edilmez. Murdar bir
etin satılmasına, meşru bir satım akdine bağlanan
sonuçlar bağlanmaz.
• Ligayrihî haram, aslında meşru olmakla birlikte
haram kılınmasını gerektiren başka bir sebepten
dolayı yapılması yasaklanan fiillerdir. Örneğin
Ramazan bayramının ilk günü, Kurban
bayramının ilk üç günü oruç tutmak böyledir.
Aslında oruç tutmak meşru bir fiildir. Fakat Şâri,
bayram günlerinde oruç tutmayı yasaklamıştır.
Ribâ içeren bir alım-satım akdi de böyledir.
Aslında alım-satım meşru bir işlemdir. Fakat ribâ
içermesi sebebiyle böyle bir alım-satım
yasaklanmıştır.
17. Hanefilere göre mekruh kaça ayrılır?
Cevap: Hanefilere göre mekruh ise tahrîmen mekruh ve
tenzîhen mekruh olmak üzere iki kısma ayrılır:
• Tahrîmen mekruh, harama yakın mekruh olup
haramda olduğu gibi yapılması kesin olarak
yasaklanmış fiildir. Ancak bu yasak, haber-i
vâhid gibi zan ifade eden bir delil ile sabit
olmuştur. Örneğin Hz. Peygamberin, “Kişi,
kendisi izin vermedikçe kardeşinin pazarlığı
üzerine pazarlıkta, evlenme teklifi üzerine
evlenme teklifinde bulunmasın” sözü, bu şekilde
bir yasağı ifade eder. Bu rivayet, haber-i vâhid
olduğu için, bununla sabit olan hüküm haram
değil, tahrîmen mekruh sayılmıştır. Tıpkı
haramda olduğu gibi bu tür fiillerden kaçınmak
gerekir. Bir fiilin tahrîmen mekruh olduğunu
inkar etmek, kişiyi küfre götürmez.
• Tenzîhen mekruh, helale yakın mekruh olup terk
edilmesi, yapılmasından daha iyidir. Hz.
Peygamberin “Soğan veya sarımsak yiyen kişi
mescidimize gelmesin, evinde otursun” sözü, bu
tür bir mekruha örnektir. Bu tür bir fiili işleyen
kişi, ceza ve kınanmayı hak etmez, ancak faziletli
davranmayı terk etmiş sayılır.
18. Azîmet ve Ruhsat ne anlama gelmektedir?
Cevap:
• Azîmet, kulların özürlerine bağlı olmaksızın
genel geçer olmak üzere ilkten konulmuş aslî
hükümdür. Bu anlamda yukarıda belirtilen teklîfî
hükümler, azîmet kapsamına girer.
• Ruhsat, kulların özürlerine bağlı olarak ve geçici
olmak üzere konulmuş istisnâî hükümlerdir.
19. Hanefilere göre ruhsat hükümlerini açıklayınız.
Cevap: Hanefilere göre ruhsat hükümleri dört tür olup
bunların ilk ikisi gerçek anlamda ruhsat diğer ikisi ise
mecâzî anlamda ruhsat olarak isimlendirilir.
• Birinci tür: Bir fiilin haramlık sebebinin ve
haramlık hükmünün devam etmesine rağmen
mübah sayılması: Örneğin ölüm ve bir organın
yok edilmesi tehdidi ile Allah’ı inkâra zorlanan
bir kimse, kalben imanını korumak şartıyla sözlü
olarak inkâr edebilir. Mükellef bunu yapmayıp
azîmete göre hareket ederek ölmeyi de seçebilir.
Nitekim Hz. Peygamber, müşriklerin şiddetli
işkencesine maruz kalan ve sözlü olarak inkâr
eden Ammâr b. Yâsir’e tekrar işkence yaparlarsa
aynı şeyi yapmasını söylemiştir.
• İkinci tür: Bir fiilin haramlık sebebinin
bulunduğu halde haramlık hükmünün kaldırılarak
mübah kılınması: Örneğin yolcu için tanınan oruç
tutmama ruhsatı, bu türdendir. Şöyleki Ramazan
ayında bulunduğu için yolcunun oruç tutmayı
terk etmesi haramdır. Fakat “Sizden kim hasta
olur veya yolculuk halinde bulunursa tutamadığı
günler sayısınca başka günlerde tutsun” (Bakara
2/184) ayeti sebebiyle bu haramlık hükmü
kaldırılarak yolcu ve hastanın oruç
tutmayabileceği ifade edilmiştir.
• Üçüncü tür: Bir fiilin haramlık sebebinin ve
haramlık hükmünün kaldırılarak mübah
kılınması: Örneğin ölüm tehdidi altında ya da
açlık ve susuzluktan ölme tehlikesi ile karşı
karşıya kalan kişinin yenilmesi ve içilmesi haram
olan şeyleri yiyip içmesi bu türden bir ruhsattır.
• Dördüncü tür: Önceki şeriatlerdeki bazı ağır
hükümlerin bizden kaldırılmış olması: Örneğin
namazın ibâdethane dışında bir yerde
kılınmaması, malın dörtte birini zekat verme,
ganimetlerin haram olması gibi önceki şeriatlerde
bulunan bazı ağır hükümler, bizim için ya
kaldırılmış ya da hafifletilmiştir. Bu da bir önceki
kısım gibi mecazen ruhsat olarak isimlendirilir.
Çünkü kaldırılan hükümlere göre hareket etme
imkânı yoktur.
20. Edâ, kazâ ve iâde nedir?
Cevap: Edâ, kazâ ve iâde, mukayyed vâcibin, vakti içinde
yapılıp yapılmaması ve rükün ve şartlarına uygun olarak
yapılıp yapılmaması açısından yapılmış bir ayırımdır.
Buna göre mukayyed vâcibin, kendisi için belirlenen vakit
içerisinde rükün ve şartlarına uygun olarak ilk defa yerine
getirilmesine edâ, vakti çıktıktan sonra yerine
getirilmesine kazâ, bir özür veya kusur sebebiyle eksik bir
şekilde yapıldıktan sonra vakti içinde yeniden tam bir
şekilde yapılmasına iâde denir.
21. Sahih, bâtıldır, fasit terimleri ne anlama gelmektedir?
Cevap: İşte bir ibadet veya hukukî işlem, rükün ve
şartlarını taşıyorsa, bu rükün ve şartlara uygun şekilde
yerine getirilmiş ise sahîhtir; bu rükün ve şartlara uygun
şekilde yerine getirilmemişse bâtıldır, geçersizdir, sonuç
doğurmaz. Fâsit ise ibadetler söz konusu olduğunda batıl
ile eş anlamlı olarak kullanılan bir terimdir. Örneğin
“Namaz bâtıl oldu” sözü ile “Namaz fasit oldu” sözü aynı
anlama gelir ve namazın geçerli olmadığını ifade eder.
22. Vaz‘î hükmün kısımları nelerdir?
Cevap:
Cevap: Vaz‘î hükümler illet, sebeb, rükün, şart, mâni‘dir.
Hanefiler buna bir de alâmeti eklemişlerdir.
• İllet, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da
hükmün yokluğuna alamet kılınan durum olup bu
durum ile hükmün konulması arasında açık bir
uygunluk vardır. Usulcülerin “illet, hükümde
müessirdir” sözleri bunu ifade eder. Varlık ve
yokluk bakımından hüküm, illete bağlıdır. Diğer
bir ifadeyle illet varsa hüküm de vardır, illet
yoksa hüküm de yoktur.
• Sebeb, varlığı hükmün varlığına, yokluğu da
hükmün yokluğuna alamet kılınmış olmakla
birlikte, bu durum ile hükmün konulması
arasında aklen kavranabilecek bir uygunluk
yoktur. Bu son özelliği, sebebi illetten ayırır.
• Rükün, bir şeyin varlığı kendi varlığına bağlı
olan ve onun yapısından bir parça oluşturan
unsurdur. Örneğin kıyam, kıraat, rükû ve secde
namazın birer rüknüdür. Namazın varlığı bu
rükünlerin bulunmasına bağlıdır.
• Şart, bir şeyin varlığı, kendi varlığına bağlı
olmakla birlikte o şeyin yapısından bir parça
olmayan şeydir.
• Mâni‘, varolması halinde sebebe hükmün
bağlanmasını veya sebebin gerçekleşmesini
engelleyen durumdur. Buna göre mâni‘ ya
hükmün mâni‘idir ya da sebebin mâni‘idir.
Örneğin vârisin, miras bırakan kişiyi kasten
öldürmesi, mirasçılık hükmünün sebebi olan
akrabalık bağının bulunmasına rağmen, miras
hükmünün gerçekleşmesine engel bir durumdur.
23. Mükellef nedir? Şartları nelerdir?
Cevap: Hükmün muhatabı olan kişiye mükellef denir.
Kişinin mükellef sayılabilmesi için kendisine yönelen
hitabı anlayacak seviyede bir akla sahip olması gerekir.
Diğer bir ifadeyle teklîfin (yükümlülüğün) dayanağı,
akıldır. Ancak akıl, tek tek kişiler açısından farklı
seviyelerde bulunur ve her seviyedeki akıl da
yükümlülüğe dayanak olmaz. Yükümlü olabilmesi için
kişinin, aklî açıdan belli bir seviyede olması gerekir. Bu
sebeple Şâri‘ açık ve tespiti mümkün bir durumu,
mükellefiyetin alameti olarak koymuştur. Bu da kişinin
temyiz gücüne sahip olarak bülûğa ermesidir.
24. Ehliyet nedir? Dönemleri nelerdir?
Cevap: Ehliyet, “kişiyi, dinî-hukukî sorumluluğa muhatap
olmaya elverişli hale getiren vasıftır.” Bu vasıf sayesinde
kişi, birtakım haklara sahip olmaya, bu hakları
kullanmaya, borçlanmaya ve hukuken geçerli
davranışlarda bulunmaya ehil hale gelir. Ehliyet, anne
karnındaki cenin safhasından başlar, bülûg ve rüşd
aşamasına gelinceye kadar kişinin aklî ve bedenî açıdan
gelişimine paralel bir seyir izler. Bu açıdan insan hayatı
dört döneme ayrılır:
• Cenin dönemi: Ana rahmine düşmesinden
doğuma kadar geçen süre.
• Temyiz öncesi küçüklük dönemi: Doğum ile yedi
yaş arası dönem.
• Temyiz sonrası küçüklük dönemi: Yedi yaş ile
bülûğ arası dönem.
• Büluğ çağı sonrası dönem: Büluğdan ölene kadar
olan dönem
25. Vücub Ehliyeti nedir? Türleri nelerdir?
Cevap: Vücub ehliyeti, kişinin haklara sahip olabilme ve
borçlar altına girebilme ehliyetidir. Bu yüzden hak ehliyeti
olarak da isimlendirilir. Vücub ehliyetinin temelini
insanlık vasfı oluşturur. Bunun akıl ve rüşd ile bir ilgisi
yoktur. Her insan, hayatta olmakla hatta cenin bile bu
vasfa sahip olur. Bu açıdan bakıldığında vücub ehliyeti
eksik vücub ehliyeti ve tam vücub ehliyeti olmak üzere iki
kısma ayrılır:
• Eksik vücub ehliyeti, sadece cenin için söz
konusu olur ve onun lehine bazı hakların sabit
olmasını sağlar. Cenin, hiçbir borç altına girmeye
ehil değildir, fakat mirasçılığa, lehine yapılan
vasiyete ve nesebinin sabit olmasına hak kazanır.
Cenin lehine sabit olan hakların ve malların
korunması için bir yed-i emin (güvenilir bir
kimse) tayin edilir.
• Tam vücub ehliyeti, kişinin haklara sahip
olmasının yanında bazı borçlar altına
girebilmesini sağlayan ehliyet türüdür. Kişinin
doğumuyla birlikte başlar ve ölümüne kadar
devam eder.
26. Eksik Edâ Ehliyei ve Tam Eda Ehliyeti nedir?
Cevap:
• Eksik edâ ehliyeti; temyiz çağına ulaşan küçüğün
sahip olduğu ehliyettir. Mümeyyiz küçüğün aklı
henüz kemale ermediği için bir yardım ve desteğe
ihtiyaç duyar. Bu da velîsinin yol göstermesi ve
uyarıları ile sağlanır.
• Tam edâ ehliyeti; kişi, bülûğa ermekle ve akıl ve
temyiz gücünün olgunlaşması ile artık tam edâ
ehliyetine sahip olur. Tam edâ ehliyeti ile kişi,
namaz, oruç, hac gibi dinî vecibelerden
sorumludur. Her türlü hukukî işlemi, kimsenin
denetim ve korumasına gerek olmaksızın yerine
getirebilir ve sonuçlarını üstlenebilir. Cezaî
ehliyet de artık devreye girer. Kısaca tam edâ
ehliyeti ile kişi, hukuk karşısında her yönden
mükellef kabul edilir.
27. Ehliyet arızaları nedir?
Cevap: Ehliyet arızaları, kişinin ehliyetini daraltan veya
tamamen ortadan kaldıran durumlar demektir ve sadece
edâ ehliyeti için geçerlidir. Edâ ehliyeti akıl ve temyiz
gücüne dayandığı için bunları etkileyen her durum, edâ
ehliyetini de etkiler. Ehliyet arızaları, kaynağına göre
semâvî arızalar ve müktesep arızalar olmak üzere iki
kısma ayrılır.
28. Semâvî arızalar ne anlama gelmektedir?
Cevap: Semavi arızalar gerçekleşmesi, kişinin elinde
olmayan arızalardır. Bunlar, ehliyeti etkileme bakımından
müktesep arızalardan daha güçlü ve etkilidir. Belli başlı
semâvî ehliyet arızaları şunlardır:
• Küçüklük, doğumdan bülûğa kadar olan dönemi
kapsayan tabiî bir durumdur. Bu yönden
bakıldığında bir ehliyet arızası değildir. Fakat
ehliyete aykırı bir durum olduğu için ehliyet
arızaları arasında sayılmıştır. Temyiz öncesi
küçüklüğün ehliyete etkisi, tam vücub
ehliyetinde, temyiz sonrası küçüklüğün etkisi de
eksik edâ ehliyetinde belirtildiği gibidir.
• Akıl hastalığı, akıl ve temyiz gücünden
yoksunluk durumu olup böyle kişiye mecnûn
denir. Mümeyyiz olmayan küçük gibi akıl
hastaları da edâ ehliyetinden tamamen
yoksundur. İbâdetlerden sorumlu değillerdir,
yaptıkları hukukî işlemler geçersizdir, cezaî
ehliyetleri yoktur.
• Ateh, akıl zayıflığı ve bunama durumu olup
böyle olan kişiye ma‘tuh denir. Akıl zayıflığı
bulunan kişilerin anlayışları eksik, söz ve
davranışları tutarsız ve işlerinde tedbiri eksiktir.
Ehliyet bakımından mümeyyiz küçük gibidirler.
29. Müktesep arızaların anlamı nedir?
Cevap: Müktesep arızalar, gerçekleşmesinde kişinin rolü
bulunan arızalardır. Belli başlı müktesep arızalar şunlardır:
• Sefeh, gerçekte aklî yetileri yerinde olmakla
birlikte kişiyi, malı konusunda aklın ve Şer‘in
gereklerine aykırı şekilde davranmaya sevkeden
hafiflik ve tedbirsizlik halidir. Malını saçıp
savuran kişiye de sefîh denir. Bu durum, ehliyeti
ortadan kaldırmaz. Sefîh, tüm ibadetlerden
sorumludur, işlediği suçlardan dolayı cezaî
ehliyeti tamdır. Ancak malının korunması
amacıyla sefîhe hukukî tasarruflarında hacir
(kısıtlama) getirilebilir. Hacir konulduğunda
sefîh, mümeyyiz küçük gibidir.
• Sarhoşluk, içki ve benzeri maddelerin
alınmasıyla ayıldıktan sonra, yapılan şeylerin
hatırlanamayacağı şekilde aklî dengenin
kaybedilmesidir. Sarhoşluğun hükümlere etkisi,
mübah ve haram yolla olup olmamasına göre iki
şekilde değerlendirilir.
• İkrah, korkutma ve tehdit yoluyla bir kimseyi
normal şartlarda yapmak istemediği bir işi
yapmaya zorlamaktır. Zorlayana mükrih,
zorlanan kimseye de mükreh denilir. İkrahın
hukuken dikkate alınabilmesi için mükrihin
yaptığı tehdidi yerine getirebilecek güçte olması
şarttır. Aksi takdirde geçerli bir ikrahtan söz
edebilmez.
HÜKME KONU OLAN FİİLLER
30. Hükme konu olan fiillerin şartları nelerdir?
Cevap:
1. Mükellefi bir fiil ile yükümlü tutabilmek için bu
fiilin, yapılabilir ve mükellefin gücü dahilinde
bir fiil olması gerekir. Aksi takdirde imkânsız bir
şey ile yükümlü tutmak söz konusu olur ki, bu
şer‘an câiz değildir. “Teklîfi mâ lâ yutâk câiz
değildir” sözünün anlamı budur.
2. Fiilin mükellef tarafından tam olarak biliniyor
olması gerekir. Çünkü yükümlü tutmaktan amaç,
mükellefin kendisinden istenen fiili, istenildiği
şekilde yerine getirmesidir. Bu da ancak
mükellefin, yapacağı fiilin ne olduğunu ve nasıl
yapacağını bilmesi ile mümkündür. Buna göre
namazın rükünleri, şartları ve nasıl kılınacağı
açıklanmadan namaz ile yükümlü tutmak
anlamsızdır.
31. Sırf Allah (cc) hakkıyla ilgili fiiller nelerdir?
Cevap:
• Sırf ibâdet anlamı taşıyan fiiller: Dinin ve toplum
düzeninin temelini oluşturan îman, namaz, oruç,
hac, cihad gibi fiiller bu kısma dahildir.
Hanefilere göre zekat da bu kısma girer.
• Ukûbât-ı kâmile (tam cezâ niteliği taşıyan
fiiller): Kazf haddi dışındaki hadler (Şâri‘
tarafından miktarı ve niteliği belirlenen cezalar)
bu kısma girer. Bu cezalar, toplumun bütününün
yararı için konulmuş cezalardır. Hiç kimsenin bu
cezaları düşürme veya uygulamada gevşeklik
gösterme Ukûbât-ı kâsıra (kısmen cezâ niteliği
taşıyan fiiller): Mûrisini öldüren kişinin mirastan
mahrum edilmesi bu kısma girer. Tam ceza
olmadığı için mûrisini kasten öldüren çocuk
hakkında bu mahrumiyet hükmü, geçerli
değildir.
• İbâdet niteliği taşıyan cezalar: Yemin keffareti,
oruç keffareti, zıhâr keffareti, hata ile adam
öldürme keffareti gibi keffaretler bu kısma girer.
• Keffaretler, yasaklanmış olan fiillerin
işlenmesine karşılık olarak konulması yönüyle
cezadır. Oruç tutma, köleyi hürriyetine
kavuşturma, fakirleri doyurma gibi ibâdet
türünden fiillerle yerine getirilmesi yönüyle de
ibâdet niteliği taşır. Bu yüzden zimmîler (gayri
müslim vatandaşlar) keffaret ile sorumlu
tutulmazlar.
• Meûnet anlamı taşıyan ibâdetler: Fıtır sadakası
bu kısma girer. Fıtır sadakasında meûnet anlamı
vardır. Bir kimseye başkası sebebiyle vâcib
olması, sorumlu olmak için tam ehliyetin şart
olmaması, fıtır sadakasının meûnet yönünü
gösterir. Sadaka olarak isimlendirilmesi, oruçlu
için bir arınma sayılması ve edâsında niyetin şart
olması ise onun ibâdet yönünü gösterir.
• İbâdet anlamı taşıyan meûnet: Toprak
mahsullerinden onda bir ve yirmide bir oranında
alınan öşür bu kısma girer. Öşür, arazinin vergisi
olması yönüyle meûnet, malî bir yükümlülüktür.
Diğer yandan topraktan çıkan ürünün zekatı
konumundadır ve verileceği yerler zekatın
verileceği yerlerdir. Bu yönüyle de ibâdet anlamı
taşır.
• Ukûbet anlamı taşıyan meûnet: Gayr-i
müslimlerden alınan toprak vergisi (harac) bu
kısma girer. Harac, toprak vergisi olması yönüyle
esas itibariyle malî bir yükümlülüktür. Gayr-i
müslimlerden alınması yönüyle de kısmen cezâ
anlamı taşır.
• Bizzat kâim (müstakil) haklar: Bir kimsenin
uhdesinde sabit olmayan, diğer bir ifadeyle
borçlusu olmayan haklardır. Ganimetler,
madenler ve toprak altından çıkarılan
hazinelerden beşte bir oranında alınan vergiler bu
kısma girer.
32. Sırf kul hakkıyla ilgili filler nelerdir?
Cevap: Kul hakkı, kişiye özel bir menfaatin korunmasına
ilişin haktır. Kişilerin malları üzerindeki hakları ve malî
sonuçları bulunan hakları bu kısma girer. Örneğin alacağın
ödenmesini isteme hakkı, rehin alınan mal üzerindeki
elinde tutma hakkı, kendisine ve malına yönelik haksız
fiilin neden olduğu zararın tazmin edilmesini isteme
hakkı, evlenme ve boşanmada ödenmesi gereken bedeller,
kul hakkı kapsamına dahildir.