Türk-İslâm Edebiyatı, Türkler’in İslâm’ı kabul etmelerinden başlayarak, klasik
olarak değişikliğe uğramadan Tanzimat Dönemi’ne ve oradan da çeşitli
değişiklerle günümüze kadar ulaşan din ağırlıklı edebî ürünlerle müellif ve
şairleri inceleyen bir bilim dalıdır. Tüm İslâmî ilimlerde olduğu gibi, bu alanın
da ilk kaynakları Kur’ân-ı Kerîm ile hadislerdir.
Kısas-ı Enbiyâlar (Siyerler ve diğer peygamberlerin kıssaları),
Tasavvuf (Umumî tasavvuf, TarikatTekke Edebiyatı ve Menâkıb-ı Evliyâ),
devrin ilimleri, yerli malzeme ve İran Edebiyatı da bu edebiyatın diğer kaynaklarıdır.
Türk-İslâm Edebiyatı, Eski Türk Edebiyatı yahut yaygın adıyla Divan
Edebiyatı’ndan bazı farklarla ayrılan bir edebiyattır. Eski Türk Edebiyatı,
Türk edebiyatının gelişimi içinde İslâm kültürü ve İran edebiyatı etkisiyle
Anadolu’da XIII. yüzyıldan başlayarak klasik dönemin sona erdiği Tanzimat’a
kadar gelen, Türk şair ve müelliflerinin oluşturduğu bir edebiyattır.
Türk-İslâm Edebiyatı ise Türklerin müslüman olmalarından başlayarak
günümüze kadar gelir. Bu itibarla Eski Türk Edebiyatı başlangıcı ve sonu itibariyle
belli bir zaman dilimi içerisinde yer alan bir edebiyatı incelerken, Türkİslâm
Edebiyatı hala ürün vermeye devam eden ve canlılığını devam ettiren
bir edebiyatı incelemektedir. Birincisi tarihi temel alırken, ikincisi dini merkez
kabul eder. Her iki alanın ortak çalışma sahası Anadolu’da XIII. yüzyıldan
Tanzimat Edebiyatı Dönemi’ne kadar olan dönemdir.
Eski Türk Edebiyatı kendi alanı içerisinde mütalaa edeceği eserlerde seçici
davranır. Manzum eserlerde İran şiirinin bütün geleneklerini benimsemiş
ve onu kendisine yegâne örnek almış olan eserler bu edebiyatın ilgi alanıdır.
Bu kıstasa uymayan eserleri vezni aruz bile olsa kendisinden saymaz (Akün:
1994: IX/389). Türk-İslâm Edebiyatı ise bu dönem içerisinde meydana getirilen
eserlerde bir ayrıma gitmez ve hepsini kendi bünyesinden kabul eder.
XVI. Yüzyıl Osmanlı’nın en güçlü olduğu ve hemen her alanda mükemmeliyete
eriştiği dönemdir. XV. Yüzyılın ortalarından itibaren edebiyatımız
kurallarıyla, remiz ve mazmunlarıyla klasik bir hale gelmiş ve XVI. yüzyılda
zirve şairlerin eserleri edebiyat dünyamızda kendilerini göstermişlerdir. Osmanlı’nın
duraklama ve gerileme dönemleri diğer alanlara olduğu kadar edebiyatımıza
da yansımıştır. XVII. yüzyıldan itibaren edebiyatımızda görülen
bu duraklama XVIII. yüzyılın iki büyük şairi Şeyh Gâlib ve Nedim ile bir soluk
almışsa da XIX. yüzyılın ortalarında klasik dönem sona ermiştir.
Bundan sonra Tanzimat ve Yeni Türk Edebiyatı dönemleri başlayacaktır.
XX. yüzyılın başlarında aruz Mehmet Akif, Yahya Kemal gibi şairlerce mü-
kemmeliyete ulaşmışsa da hece karşısında hayatiyetini devam ettirememiştir.
Sosyal hadiselerin bir anda başlayıp bir anda bitmesi mümkün değildir.
Her ne kadar XX. yüzyılın başlarında önce hece daha sonra serbest vezinle şiir
yazımı ağırlık kazansa da eski edebiyatımıza uygun aruz vezniyle şiir yazmaya
devam eden ve divan meydana getiren şairler de olmuştur.
Şekil açısından olmasa da içerik açısından Divan şiiri geleneğinin tekrar
başlaması, eski edebiyatımızın kaynaklarından yararlanarak yeni ve modern
tarzda eser veren şairlerin edebiyatımızda görülmesi 1950’den sonraki yıllara
rastlar.
Bu dönemde dergilerin büyük bir öneme sahip oldukları görülür. Hisar,
Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Türk Edebiyatı, Dergah, Yedi İklim, Hece gibi
edebiyat dergileri gelenekten beslenen şair ve yazarların ürünlerinin yayımlandığı
dergilerdir. Bu etki günümüzde de devam etmektedir.