RUBÂÎ
Dört mısralı nazım şeklidir.
Rubâî nazım şekli Türk edebiyatına İran edebiyatından geçmiştir.
Eski Türk şiirinde nazım biriminin dörtlük olması rubâînin Türk şairleri tarafından
kolayca benimsenmesini sağlamıştır. M. Fuad Köprülü’nün Türk şairlerinin
XII. yüzyıldan itibaren rubâî veznini kullandıklarını belirtmesi bununla
alâkalı olduğu gibi İran’da rubâînin ortaya çıkışında İslâmiyet öncesi Türk şiirinin
etkisi büyüktür. Divan edebiyatı şairlerinin çoğu bu nazım şeklini bir millî
şiir gibi kabul ettiğinden her biri birkaç rubâî yazmıştır.
Hikemî ve felsefî düşüncelerin yer aldığı rubâîleriyle Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
bu nazım biçiminin Anadolu’da fikir öncüsü olmuş,
Dîvân-ı Kebîr’de yer alan rubâîleri pek çok Türk şairini etkilemiştir.
Türk edebiyatında rubâî XVI. yüzyılda olgun örneklerini vermeye başlamış
ve yaygınlaşmıştır. Fuzûlî (81 rubâî) ve Rûhî-i Bağdâdî (28 rubâî) XVI.
yüzyılda rubâî yazan diğer şairler arasında önemli bir yere sahiptir. XVII.
yüzyıl Türk edebiyatında rubâînin altın çağı kabul edilebilir.
Azmîzâde Hâletî 1000 kadar rubâîsiyle Türk edebiyatının en çok ve
en güzel rubâîlerini yazan şairi olmuştur.
Daha sonraki dönemlerde tesbit edilebilen örneklerine göre
Cevrî (37), Nâbî (218), Sâbit (24), Sezâî-yi Gülşenî (49), Erzurumlu İbrâhim
Hakkı (82) ve Esrar Dede (145) gibi rubâî yazmaya önem veren şairler yetişmiştir.
Rubâî, modern Türk edebiyatı şairleri tarafından da kullanılmış, Cumhuriyet
döneminde rubâî yazan önemli şairler ortaya çıkmıştır. Bunların başında
Yahya Kemal Beyatlı gelir. Arif Nihat Asya, Rıfkı Melûl Meriç, Bekir Sıtkı
Erdoğan, Fuat Bayramoğlu, Bedri Gürsoy, Talat Sait Halman ve Yılmaz Karakoyunlu
gibi isimler bu dönemde rubâî yazan diğer şairler arasında yer alır.
Muhtevalarından dolayı rubâî adı taşımalarına rağmen vezin yönünden klasik
rubâîye benzemeyen dörtlükler yazan şairler arasında Ümit Yaşar Oğuzcan,
Recep Bulut, Feyyaz Sağlam ve Yusuf Ahıskalı gibi isimler sayılabilir.
Rubâîyi oluşturan mısralardan üçüncüsü serbest diğerleri birbirleriyle kafiyelidir.
Diğer bir ifadeyle rubâînin kafiye düzeni a a x a şeklindedir; ancak
sonraları kafiyelenişi x a x a şeklinde olan veya bütün mısraları birbiriyle kafiyeli
rubâîler de ortaya çıkmıştır. Bunlara rubâî-i musarraa denilmektedir.
Rubâînin tuyuğdan ve diğer dört mısralık şiirlerden farkı, sadece hezec bahrinin bu nazım şeklinde kullanılan yirmi dört özel kalıbıyla yazılmış olmasıdır.
Bunlardan “mef’ûlü” ile başlayan on iki kalıba “ahreb”,
“mef’ûlün” ile başlayan on iki kalıba da “ahrem” denir.
Türk şairleri daha çok ahreb kalıplarını tercih etmiş,
ahremin yalnız ilk iki kalıbıyla rubâî yazmıştır.
Türkçe rubâîlerde kullanılan sekiz kalıp şunlardır:
Ahreb.
1. Mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlün/ fâ’.
2. Mef’ûlü / mefâîlü / mefâîlü / feûl.
3. Mef’ûlü / mefâilün / mefâîlün /fâ’.
4. Mef’ûlü / mefâilün / mefâîlün / feûl.
5. Mef’ûlü / mefâîlün / mef’ûlün /fâ’.
6. Mef’ûlü / mefâîlün / mef’ûlü / feûl. Ahrem.
1. Mef’ûlün / fâilün /mefâîlün / fâ’.
2. Mef’ûlün / fâilün / mefâîlü / feûl.
Rubâîler çok derin ve zengin bir mâna ve muhteva örgüsüne sahiptir. Aşk,
hâtıra, yalnızlık, talihten şikâyet, hiciv gibi ferdî; Allah, tasavvuf, rintlik,
ölüm gibi dinî ve metafizik; adalet, zulüm, barış gibi toplumsal yahut siyasî,
millî, tarihî, hikemî, ahlâkî vb. pek çok konu rubâîde dile getirilebilir. Bununla
birlikte rubâî oldukça zor söylenen bir şiir biçimidir.