Doğrudan Dinî Kaynaklar - Hadis veya Sünnet–i Nebevî

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Bu kaynaklara Hadis yanında Hz. Peygamberin hayatı demek olan Siyer-i
Nebi’yi de ilâve etmek icap etmektedir.

Bilindiği gibi hadis veya sünnet esas itibariyle Kuran’ın ana hatlarıyla,
özet olarak verdiği pek çok bilgilerin (mücmel) doğru ve geniş bir biçimde
açıklanarak anlaşılması (tafsil) yanında, ilâhi bir hikmet sebebiyle âyetlerde
açık seçik bir şekilde ifade edilmemiş (müphem) manaların murâd-ı İlahî’ye
en uygun biçimde izah edilmesini (temyiz) sağlayan bir göreve sahiptir. Bu
sebeple hadis veya sünnet dini noktadan birbirini tamamlayan iki esas kaynak
olduğu gibi, kültür, edebiyat ve sanat bakımından da birbirini destekleyen ve
besleyen iki ana kaynaktır.

Türk-İslâm edebiyatında başka hiçbir müslüman milletin edebiyatında
olmadığı kadar Hz. Peygamber konulu manzum ve mensur tür ve eser ortaya
konmuştur. Bunların hemen hepsi peygamber sevgisinden doğmuştur. Bu konuda
Türk toplulukları diğer İslam milletlerinden daha farklı bir yere ve nasibe
sahip olmuştur. Bunu Türk-islâm edebiyatında bu konuda ortaya konmuş
eserlerin hem tür olarak hem de sayıca zenginliği yeterince ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber konulu manzum ve mensur tür ve eserlerin başlıcalarını
Na’at, Mevlit, Miraciye, Hilye, Kırk Hadis, Siyer, Esmâ-i Nebi, Mûcizâtı
Nebî vb. olarak sıralamak mümkündür. Özelikle Mevlit, Miraciye, Hilye,
Kırk Hadis, Siyer, Mûcizât-ı Nebî türlerinin ana kaynağı hadisler olmuştur.

Hadislerin tasavvufla irtibatı, bu konudaki rivayetlerin tıpkı âyetler gibi
temin ettiği malzemenin zenginliğinden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, ilgili
âyetlerin doğru anlaşılmasında hadislerin açıklayıcı görevleri bulunduğu âşikârdır.

Burada işaret edilmesi gereken bir başka husus ise bazı hadislerin sıhhati
hakkındaki değerlendirmeler arasında tasavvuf literatüründe “mükaşefe yoluyla
sahih” şeklinde ifade edilebilecek bir anlayışın ortaya çıkması olmuş,
hatta bu değerlendirmeye sahip hadisler üzerinde büyük bir tasavvuf literatü-
rü oluşmuştur. Buna tasavvuftaki “fakr” anlayışının temelini teşkil eden “elfakru
fahrî/fakirlikle iftihar ederim” hadisi ile aşk anlayışının temelinde yer
alan “Küntü kenzen mahfiyya.../Ben bir gizli hazine idim...” hadîs-i kudsîsi
gibi tanınmış örnekler verilebilir. Böylece zühd ve takva konusunda hadisler,
bir taraftan tasavvufî âyetlerin doğru şekilde anlaşılması ve hayata nasıl
aktarılması gerektiğinin belirlenmesine yardımcı olmakta, diğer taraftan da
bu tasavvufla ilgili meselelerde yeni ve tamamlayıcı bilgiler vermektedir.
Bu irtibatın bir ayağını da, tasavvufi hayatın en güzel şekilde yaşanması
konusundaki en mükemmel örneğin Hz. Peygamber’in şahsında ve hayatında
gerçekleşmiş olması teşkil eder.

Bir yönüyle Hadis, diğer tarafıyla Kısas-ı Enbiya ile irtibatlandırılabilecek
olan Siyer/sîre türünün ana kaynağı da hadis ve sahabe rivayetleri olduğundan
konuyu burada işlemek daha uygun görünmektedir. Vakıa Hz.
Peygaber’in hayatı Kısas-ı Enbiya’nın son halkasını teşkil etse de her iki
alan, özellikle Türk-İslâm edebiyatının en değerli ve zengin kaynaklarından
bulunduğu için ayrı ayrı ele alınması, gerektiğinde müşterek noktalara dikkat
çekilmesi yeterli olacaktır.

Türkçe’de siyer, başlangıçtan, özellikle de Osmanlı’dan Cumhuriyet öncesine
kadar, tarih ilminin konusu olmaktan ve bu alanda gelişmekten ziyâde,
edebiyat sahasına kaymış ve bu vadide şekillenmiş görünmektedir. Kısas-ı
enbiyânın genel olarak Türk Edebiyatına, özel olarak da İslâmî Türk Edebiyatına
en zengin malzemeyi sağlayan dinî kaynakların önemlileri arasında
yer alması bunda derinden etkili olmuştur.

Bu verimli kaynağın en geniş ve bazan yer yer İsrailiyyat’a varan teferruatlı
bilgilerle donanmış, çeşitli mûcizelerle heyecan verici hale gelmiş kısmı
ise şüphesiz Hz. Peygamber’in şahsı, hayatı, ailesi (ehl-i beyt) ve başta
hulefa-i raşidin olmak üzere aşere-i mübeşşere, ashâb-ı suffe gibi yakın,
ashâb-ı kiram gibi geniş çevresiyle ilgili olan bölümdür. Bu sebeple sadece
dinî ve tasavvufî edebiyatta değil, halk edebiyatından divan edebiyatına varıncaya
kadar Türk edebiyatının hemen bütün devre, tür ve şekillerinde bu
zengin malzemeden en geniş biçimde faydalanıldığı, bu konunun şair ve sanatkârların
ilhamını besleyen lirik unsurlarla daha da ilgi çekici hale gelmiş
ana kaynak durumuna yükseldiğini söylemek yerinde olacaktır.

Bunda ilk eserlerin tercüme de olsa Hz. Peygamber’e duyulan derin sevgi
ve saygının etkisiyle samimi, hisli ve coşkun bir şekilde, bir başka deyişle lirik
edebî unsurlar bakımından zengin olarak kaleme alınmasının tesiri de
vardır. Ayrıca bunların Türk edebiyatında başka örnekleri de görülen teliftercüme
eserler denilen özellikte ortaya konması şair ve yazarına, esas metne
tamamen bağlı kalmak yerine, kalemini ilhâmının etkisine ve seyrine bırakma
imkânını vererek, duygularını bütün samimiyeti ile aktarma fırsatı tanımış
olmasını da ilâve etmek gerekir.

Ayrıca bütün müslüman milletlerin, özellikle de Türkler’in kültür hayatında
önemli bir yeri olan sohbet meclislerinin en mühim ve devamlı konularının
başında siyer mevzularının geldiği bilinmektedir. Padişah saraylarından
köy odalarına, tekkelerden kışlalara kadar yayılmış bu meclislerde okunan,
anlatılan, dinlenilen olaylar hemen bütünüyle Hz. Peygamber’in hayatı, şahsiyeti,
mûcizeleri, savaşları yanında Hz. Ali başta olmak üzere halifeleri ve
yakın arkadaşlarının (sahabelerin) yer aldığı hadiseler etrafında geliştiğinden,
bunlar -bazen bizzat anlatıcılar tarafından- zamanla kitaplaştırılmış, ardından
da meclislerde artık bu kitaplar okunup dinlenmiştir.

Türk toplumu üzerinde yaygın din eğitimi yoluyla etkili olmuş en önemli
ilk eserlerden olan ve siyer-mevlid türünün en dikkate değer manzum örneği
sayılan Yazıcıoğlu Mehmed’in XV. yüzyıla ait Muhammediye’si de Arapça
Megâribü’z-zamân’ın Hz. Peygamber’le ilgili kısmının Türkçe’ye nazmen
tercümesinden doğmuştur. Hatta çok beğenildiği için eserin ilk kaleme alınmasından
itibaren ezberlenerek dini törenlerde ve sohbet meclislerinde okunduğu
bilinmektedir. Yine bu sebeple Muhammediye İslâmî Türk edebiyatında
siyer-mevlid türünün de ilk örneği kabul edilmektedir.

Siyerle ilgili eserlerin Osmanlı ülkesinin her yanında bu derece yayılmasına,
Süleyman Çelebi’nin Mevlid’inin çok beğenilmesini, zamanla doğumdan
ölüme kadar, her türlü toplantıda okunmasını ve halk arasında Hz. Peygamber’e
duyulan bağlılığın artmasındaki derin ve yaygın etkisini de göz ardı
etmemek gerekir.