Türk İslam Edebiyatı

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Türk İslam Edebiyatı
« : 27 Şubat 2018, 13:12:38 »
Toplum olarak yaşanan büyük hadiseler sanatı etkiler. Sanat, yapısı itibariyle,
sübjektif ve şahsi yaşantılara dayalı olsa da, toplumsal hadiselerden uzak da
değildir. Bir bakıma sanat, gerçekliği estetik ve zevk uyandıran sembollerle
ifade etmektir. Dolayısıyla göçler, savaşlar, yenilgiler, başarılar ve doğal felaketler
sanatçı üzerinde derin tesir yaratır. Diğer bir ifadeyle, bu hadiseler
sosyal değişmeye sebep olduğu gibi, sanat anlayışının, formların, malzemenin
ve dilin değişmesine de sebep olur. Sosyal değişme, sosyal ve kültürel
yapılarda, gözlenebilir farklılıkları ifade eden bir kavramdır (Turhan:1987,
49). Sanat, sosyal değişmenin göstergelerinden biridir. Toplumdaki değişmeleri
sanat eserinden yola çıkarak izah etmek mümkündür.

Tarih içinde sanatın mahiyetine dair birçok teori geliştirilmiştir. Platon, sanatı
bir taklit olarak görürken; Aristoteles, gerçeğin taklidi diye nitelendirir.
Aristotelese göre, sanatın eğlendirme, eğitme ve arındırma etkisi vardır.
Türk toplumunun yaşadığı en önemli değişimlerden birisi İslâmiyet’le tanışmasıdır.
İslâmiyet, sosyal ve kültürel yapıyı değiştirerek dönüştürmüştür.
Bu değişim, sanat ve edebiyatta da görülmüştür. Edebiyat açısından İslâmlaşma,
sanat anlayışının, formların, malzemenin ve dilin değişmesidir. Daha
sonraki dönemlerde Tanzimat’la birlikte Batı kültürüyle yakın temasa geçilmiştir.
Bu temas, sosyal değişmeye sebep olduğu gibi, sanat ve edebiyatın
seyrini de değiştirmiştir. Bu bakımdan Türk Edebiyatı, tarihi sosyal değişmeye
göre üç aşamada ele alınıp incelenmektedir. Bunlar:

1.İslâm Öncesi Türk Edebiyatı
2.İslâm Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı
3.Batı Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı

Bu üç dönem, sanat anlayışı, formları, malzemesi, kaynakları ve dili itibariyle
birbirinden farklı özelliklere sahiptir.

İslâm Öncesi Türk Edebiyatı, başlangıçtan İslâm’ın kabul edildiği zamana
kadar sürer. Yazılı metinleri itibariyle miladi VIII. yüzyıldan itibaren başlayan
bu edebiyat, sözlü kültür içerisinde daha eskilere dayanır. Bu dönem, dil,
ifade, duyuş ve zevk itibariyle millî edebiyat dönemi olarak nitelendirilir.
Çünkü daha çok göçebe bir toplum özelliğine sahip olunması sebebiyle, baş-
ka toplumların ve kültürlerin etkisinden uzak kalınmıştır.

İslâm Öncesi Türk Edebiyatı yazılı ve sözlü olarak gelişmiştir. Yazılı edebiyatın
iki önemli kolu vardır: Köktürk (Göktürk) dönemi ve Uygur dönemi.
Köktürkler, yazılı edebiyatı bulunan ilk devlettir. Bu dönemden geriye kalan
en önemli eser, VIII. yüzyılın ilk yarısında dikilen Orhon Abideleri(Orhon
Kitabeleri, Orhon Yazıtları)’dir. Miladi VIII. Yüzyılda Kül Tigin,
Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilmiş olan bu abideler, dil, tarih ve edebiyat
değeri bakımından önemlidir.

İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’nın ikinci kolu, Uygur dönemidir. Elimizde
bu döneme ait zengin malzeme vardır. Çince, Sanskritçe, Toharca, Sogdca ve
Tibetçe’den çevrilen dinî metinlere rastlanmaktadır. Uygurlar, Mani ve Buda
dinlerine girmişler ve bu kültürlerin etkisiyle eser vermişlerdir. Daha çok
Budizm’in etkisiyle, dinî, ahlâkî ve hamâsî eserler yazılmıştır.

Türklerin kabul ettikleri en eski din, Şamanizm’dir. Şamanizm, doğaya
tapma, doğaüstü güçlere inanma temeline dayanan bir inanç sistemidir. Şaman
yahut kam, bu dinin rehberidir. Aynı zamanda şair de olan şaman yahut
kamın söyledikleri şiirler, İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’nın ilk sözlü edebî
ürünleridir. Bunlar, destanlar, sagular, koşuklar ve savlardır. Destanların çoğu
bu dönemde ortaya çıkmıştır. Türk destanlarından bazıları şunlardır: Yaratılış,
Alp Er Tunga, Oğuz Kağan, Bozkurt, Ergenekon, Türeyiş ve Göç destanları.
Bu destanlardan en önemlisi, Oğuz Kağan Destanı’dır.

İslâm öncesi sözlü edebiyat, daha sonraki dönemde Âşık Edebiyatı veya
Halk Edebiyatı’nın oluşmasına kaynaklık etmiştir. Şaman şairin söylediği
Sagu, Ağıt ve Mersiyelere ilham teşkil eder. Koşuklar ise, Koşma, Türkü ve
Şarkı gibi edebî eserlerin öncülleri olarak kabul edilebilir. Manzum olarak
söylenen atasözleri ve hikmetli söz anlamına gelen savlar ise, hikmetli söyleyişi,
mesel ve irsâl-i mesel sanatını etkilemiştir.

Hikmetli söyleyiş, mesel ve irsâl-i mesel sanatı kavramlarının ne anlama geldiğini
sözlüklerden öğreniniz ve kitabınızın 4. Ünitesini inceleyiniz.
Türk Edebiyatı, İslâmiyet’le birlikte yenilenmiş ve gelişmiştir. İslâm, semâvî
dinlerin sonuncusudur. Miladi 610 tarihinde Arap yarımadasında doğan
İslâm’ı, Arabistan sınırları dışında ilk kabul edenler İranlılar olmuştur. Bu
bakımdan İslâm edebiyatı, eski Arap ve İran (Pehlevî) edebiyatlarının estetik
formlarından yararlanarak gelişmiştir. Bilhassa Cahiliye Dönemi olarak nitelendirilen
İslâm öncesi Arap toplumu şiire büyük değer vermiştir.

Arap yarımadasının çeşitli yörelerinde kurulan Ukaz gibi panayırlarda şiir yarışmaları
yapılmıştır. Buralarda eleştiri süzgecinden geçirilerek seçilmiş şiirler tomarlara
yazılarak Kâbe’nin duvarına asılmıştır. Kâbe duvarına asılan bu tür şiirlere muallakât denir.
Bu şiirlerin ve eski İran şiirinin müslüman şairleri etkilemediği düşünülemez.

İslâmî edebiyatı sadece şiire dayalı bir edebiyat değildir. Daha çok şiir yazılmıştır;
ancak nesirle (düzyazı) de yazılan edebî eserler vardır. Bu eserlerin ilk
örnekleri, Arap edebiyatı içinde gelişen mürasalât, makâmât, hikâye ve masal
türüdür. Nesir bu türler içinde gelişmiştir.

İslâm’ın İran’da yayılmasıyla Türk toplumu da İslâm coğrafyasıyla komşu
olmuştur. Böylece Türk illeri ve boyları İslâm’dan haberdar olmaya başladılar.
Zamanla gelişen ticari ve siyasi ilişkiler, Emevîler devrinde askeri iliş-
kiye dönüşmüştür. Bu ilişki, Emevîler’in Horasan valisi Kuteybe b. Müslim’in
Mâverâünnehr’i ve oraya sınır olan bölgeleri fethetmesiyle gelişmiştir.
Böylece Türkler arasında gelişen İslâmlaşma süreci, daha sonraki dönemlerde
Ebû Müslim Horasânî’nin ve komutanlarının çaba ve gayretleriyle hız kazanmış
ve güçlenmiştir. Özellikle Sâmânîler (892-999)’in Mâverâünnehir ve
Azerbaycan’a kadar sınırlarını genişletmeleri, buralardaki Türkler’in İslâmlaşmasını
sağlamıştır. Ancak Karahanlı hükümdarı Satuk Buğra Han’ın İslâm’ı
kabulüyle Türk illerinde yeni dini kitleler halinde kabuller başlamıştır.

Türkler’in İslâm’la tanışması ve kabulü dört asır sürmüştür. Bu süreç içerisinde,
sosyal ve kültürel değişme kemale ermiştir. Böylece Karahanlılar dö-
neminde, Türk-İslâm Edebiyatının ilk eserleri de yazılmaya başlanmıştır.

Türk-İslâm Edebiyatı’nın Tanımı

Türkler, Müslüman olmadan önce Şamanizm, Budizm ve Maniheizm gibi
dinleri benimsemişlerdir. Fakat ne eski Türk dini olarak nitelendirilen Şamanizm,
ne de diğer dinler ve kültürler, Türk diline ve edebiyatına büyük hamle
yaptıracak bir kudret göstermiştir (Banarlı: 1987, 81).

Ziya Gökalp eski Türk dinini toyunizm adıyla nitelendirerek millî bir din tasavvur
etmiştir. Prof. Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi adlı kitabında
toyunizmin Budizmden başka bir şey olmadığını ifade ederek, Türkler’in eski
dinini Şamanizm olarak isimlendirmek gerektiğini söyler.

İslâm, Türk toplumlarının medeni hayatında etkili olmuş, sosyal ve kültü-
rel alanda büyük değişmeler yapmış, dili ve edebiyatı geliştirmiştir. Türkİslâm
Edebiyatı, her şeyden önce bu yeni edebiyatın adıdır. Diğer bir ifadeyle
bu terim, hem müslüman hem de Türk olan şair ve yazarın ortaya koyduğu
edebî etkinlikleri ifade eder. Bu tanım genel bir tanımdır ve iki temel kavrama
dayanır. Bunlar, Türk ve İslâm kavramlarıdır. Buradaki Türk, bir kültür
coğrafyasını işaret etmektedir. Bu kültür coğrafyasında Türkçe’den başka,
Arapça ve Farsça’yı da içeren zengin bir dil varlığı bulunmaktadır. Dolayısıyla herhangi bir edebî eserin Türk-İslâm Edebiyatı içerisinde değerlendirilmesi
için, bu esere hayat veren sanatkârın etnik olarak Türk olması zorunlu
değildir. Temel belirleyici husus, edebî eserin, bu kültür coğrafyasında yazılmış
olması ve Türk kültür değerleriyle uyumlu olmasıdır. Bu bakımdan
Türk-İslâm Edebiyatı, özellikle Osmanlı Devleti döneminde İranlı, Arap,
Boşnak, Arnavut gibi farklı etnik kökenden gelen edebiyatçıların yazdıkları
eserleri de içine alan geniş bir edebî alanı ifade eder.

Türk-İslâm Edebiyatı, İslâm Öncesi Türk Edebiyatı’na millî edebiyat
özelliği kazandıran millî üslûp ve karakteri yok saymamıştır. Millî üslûp, dil,
hece vezni, dörtlüklerle oluşan nazım şekilleri ve kafiye anlayışıyla belirginlik
kazanır. Bu üslûp, Türk-İslâm Edebiyatı içinde kullanılarak gelişmiştir.

Halk Edebiyatı, Aşık Edebiyatı ve Tekke Edebiyatı gibi isimlerle nitelendirilen
edebî faaliyetler millî üslûpla varlık kazanmıştır. Tanzimat’tan itibaren
gelişen ve devam eden yeni edebî anlayışta millî edebiyatın formları şairler
için yeni imkânlar sunmuş; âşık yahut tasavvuf edebiyatı geleneğinde yetiş-
memiş şairler de millî üslûpta şiirler yazmışlardır. Türk milletini diğerlerinden
ayıran değerler manzûmesi olan millî karakter ise, edebî eserde işlenen
yiğitlik, bilgelik ve doğruluk gibi kavramlar, ışık, ağaç, bozkurt, kadın, at ve
su gibi imgeler ve mitolojik temaları ifade eder. Millî karakter, İslâmlaşmayla
birlikte yeni bir ruha bürünmüştür. Bu ruhun temelinde tevhit ve iman vardır.
Sözlü kültürde aktarılarak gelen bazı destanların, özellikle de Oğuznameler’in
İslâmlaşma sonrası İslâmi karakter kazandığı bilinmektedir. Bu bakımdan
Dede Kokut Oğuznameler’i dikkat çeker.

Türk-İslâm Edebiyatındaki ikinci kavram, İslâm’dır. Buradaki İslâm kavramı,
doğrudan doğruya İslâm dinini ifade etmekle birlikte, dinin kültürel ve
tarihi mirasını da ihtiva etmektedir. Daha doğrusu bir esere İslâmîlik vasfı
kazandıran şey, sadece Kur’an ve Sünnet kaynaklı olmak değildir; aynı zamanda
o esere üslûp ve karakter kazandıran kültürel değerler, tarihi miras ve
formların da olması gerekir. Bu bakımdan İslâm bir medeniyetin adıdır.Bu
medeniyet, her hususta olduğu gibi zevk ve edebiyat hususunda da farklı dilleri
konuşan ve farklı edebiyatlara sahip olan müslüman milletleri etkisine
almıştır. Dolayısıyla Türk-İslâm Edebiyatı, millî üslûp ve karakteri içinde
barındırdığı gibi, ortak İslâm kültür ve medeniyetinin üslûp ve karakterine de
sahiptir.

Bu konuda M. Fuad Köprülü Türk Edebiyatı Tarihi’nde şu değerlendirmeyi
yapar:
“İslâmiyetten evvel kavmî bir takım husûsiyetlere mâlik olan Arab Edebiyatı,
«Sâsânîler» devrindeki İran Edebiyatı, «Tu-kiie»ler zamanındaki Türk Edebiyatı
birbirinden pek derin farklarla ayrılıyordu; hâlbuki İslâmiyet’ten sonra,
Arab edebiyatı -başka medeniyetlerle ve meselâ İran'la temas neticesindeeski
çöl edebiyatından çok farklı bir hâle geldiği gibi, Arab istilâsından yüzyıllarca
sonra meydana çıkabilen İslâmî İran Edebiyatı da, birçok bakımlardan,
İslâmî Arab edebiyatına benzedi; Türkler, İslâmiyet dâiresine lâyıkıyla
girdikleri sırada, Arab ve Acem'lerin müşterek mahsûlü olarak «Klâsik bir
edebiyat» ve ona dayalı olan bir takım umumî «edebiyat esasları» takarrür
etmişti.” (Köprülü:1986, 99)

Türkler, İslâmlaşma sonrası bir edebiyat vücuda getirmek istediklerinde,
önceki tecrübelerden yararlanmışlardır. Her şeyden önce komşuları olan İranlıların
edebiyatı, anlayış, form, estetik değer ve dil bakımından klasik bir
edebiyat halini almıştı. Bu sebeple de Türk sanatkârlar, İran-İslâm Edebiyatı’nın
şekil ve esaslarını alarak edebî eserler yazdılar (Köprülü: 1986, 117).

İranlı şair ve yazarların da Arap-İslâm Edebiyatından yararlandığı düşünülürse,
Türk-İslâm Edebiyatının mahiyeti daha iyi anlaşılmış olur. Dolayısıyla
Türk-İslâm Edebiyatı’nın, millî karakter ve üslûbu, ortak İslâm kültürü ve
medeniyetinin karakteri ve üslûbuyla mezceden edebî eserleri içerdiğini söyleyebiliriz.