Allah evreni yokken yaratmıştır, kozmolojik düzenini bozarak evreni yok
ettikten sonra tekrar yaratabilir. Allah’ın bunu gerçekleştirebilecek bilgisi ve
gücü vardır. Çünkü Allah’ın en yetkin varlık olması bunu gerktirir. Allah
evreni ilk defa yaratmaktan aciz olmadığı gibi ikinci defa yaratmaktan da aciz
değildir. Bu aklen imkânsız değil aksine mümkündür. Bir şeyi bir kere
yapabilen ikinci kez de yapabilir (el-‘Ankebût 29/19-20; Kâf 50/15).
Kur’an’da verilen bilgilere göre Allah evreni, kudretiyle ilk defa yaratmış ve
genişletmektedir, kıyamet kopacağı zaman ise evreni dürerek onu ilk
yaratmaya başladığı hale getirecek ve tekrar yaratacaktır (ez-Zâriyât 51/47;
El-Enbiyâ 21/104).
Günümüz teorik fizik biliminde evrenin tek bir noktadan başlayarak
genişlemekte olduğu ve bu sürecin zamanla geriye doğru işleyeceğini ileri
süren “büyük patlama” teorisinin bilim adamları arasında itibar görmesi ve
bu tezin tartışılması âhiret âlemi açısından büyük bir önem taşır.
Kur’an’da âhiret âlemini felsefî açıdan temellendirmek için ısrarla dikkat
çekilen düşünceler ve üzerinde durulan bilgiler, bu âlemin aklen gerekli
olduğunu vurgulayıcı bir mahiyet taşır. Bu itibarla Kur’an’da konuya dair
olarak belirtilen düşünceleri âhiret âleminin gerekliliği adını verebileceğimiz
bu başlık altında toplamak mümkündür. Âhiret âleminin gerekliliği düşüncesi
Kur’an’da farklı konulardan hareketle tartışmaya açılır. Bunlar da şu alt
başlıklarda incelenebilir:
Varoluşun ve Hayatın Anlamı
Âhiret âlemini konu edinen âyetlerde belirtildiğine göre evrenin ve orada
ortaya çıkan hayatın var edilmesinin gerçek, anlamlı ve akla yatkın bir
açıklaması olmalıdır (Âl-i İmrân 3/191; el-Mu’minûn 23/115; er-Rûm 30/8;
Sâd 38/27; ed-Duhân 44/38-39; el-Ahkâf 46/3; el-Kıyâmet 75/36). Şayet
âhiret âlemi yoksa veya hayat bu dünya hayatından ibaretse hayata ve varlığa,
insanı her bakımdan tatmin eden anlamlı, makul, tutarlı bir açıklama
getirmek imkânsız hale gelir. Çünkü dünya hayatı az bir mutluluğa karşılık
sıkıntı, zorluk, acı ve üzüntülerle dolu kısacık bir hayattır. Yoklukla son
bulacak geçici bir dünya hayatı ve varlığının, insan aklını tatmin edip
rahatlatan bir anlamı yoktur. Buna karşılık mutlulukla dopdolu bir ebedî
hayat için yaratılmış olmak ise daha anlamlı ve akla daha yatkındır (et-Tevbe
9/38; Yûsuf 12/109; er-Ra’d 13/26; İbrahim 14/3;eş-Şûrâ 42/36).
Evren ve insan oyun ve eğlence olsun diye değil aksine gerçek bir amaç
dolayısıyla yaratılmış olmalıdır, o da “Yaratıcı’yı tanıyıp O’na teşekkür
etmek ve sonuçta O’nunla karşılaşmak” diye özetlenebilir (Yûnus 10/7-8; el‘Ankebût
29/23; er-Rûm 30/16;es-Secde 32/10; Fussılet 41/54). İnsanların,
dünyada akıl yürüterek ve vahiyler verdiği peygamberleri aracılığıyla varlığı
hakkında bilgi sahibi olduğu Allah ile karşılaşması, evrenin yaratlışının en
başta gelen anlamı ve amacı olarak düşünülebilir. Böyle bir anlam ve amaç
ise akla yatkın ve tatmin edici olduğu içindir ki çoğunluğu itibariyle insanlar
yaratılışın başlangıcından günümüze kadar Allah’a inanarak ve O’na ibadet
ederek huzur bulmuştur. Modern dönemde de ateist iken Tanrı’ya inanıp
yönelmekle bunalımdan kurtulduğunu ve huzura erdiğini açıklayan örneklere
rastlanmaktadır.
Başka bir ifadeyle yaratılmış varlıkların mevcudiyeti yaratma eylemini,
yaratma eylemi de bir yaratıcı varlığın bulunmasını zorunlu kılar. Aklın
zorunlu gördüğü sonuç budur. Bu açından bakıldığı takdirde âhiret âleminin
varlığı aklen gerekli olur. Zira insanların dünya hayatında göremedikleri
yaratıcılarıyla karşılaşacakları bir âlemın varlığı gereklidir.
İnanç ve Davranışlara Karşılıklarının Verilmesi
Gerçeğe inanma veya inkâr etme, iyilikte bulunma yahut kötülük yapma
özgürlüğü ve gücüne sahip kılınan insanlar dünyada farklı inançları
benimseyip değişik davranışlar sergilemektedir. Kimi gerçeği onaylamakta
veya redetmekte, kimi gerçeğe destek verirken kimi de bu gerçeğe karşı
mücadele etmektedir. Bir kısım insan iyilik yaparken bir kısmı kötülük
etmekte; bir kısmı zulmederken bir kısmı da zulme uğramakta; bazı insanlar
âdil bazıları da zalim olmakta; bazıları Allah’a inanıp buyruklarına uymakta,
bazıları da inkâr edip buyruklarına isyan etmektedir. Akıl, müslümanla
kâfirin, müttakî ile günahkârın, yeryüzünde yanlışı düzeltenle bozguncunun,
âdil ve zâlimin ayırt edildiği ve yaptıkları işlere karşılıklarının verildiği bir
âlemin var olmasını gerekli görür (el-Bakara 2/281; Âl-i İmrân 3/30, 185; elEnfâl
8/37; el-Enbiyâ 21/47; Sâd 38/28; el-Mü’min 40/58; ed-Duhân 44/40;
el-Câsiye 45/21; et-Teğâbun 64/7 el-Mülk 67/1-2; el-Kalem 68/25-26; ezZilzâl
99/6-8).
Şayet ölümle her şey sona erecekse ve insanların yapıp
ettiklerine karşılıklarının verileceği bir âhiret âlemi yoksa bütün inanç ve
davranışlar değer hükmü bakımından eşit hale gelir. Bu ise insanların
doğruluğu üzerinde ittifak ettiği adalet ilkesiyle bağdaşmaz ve kabul
edilebilir bir tablo oluşturmaz. Her insan yaptığı zerre kadar iyi ve kötü
davranışlarının karşılığını görmelidir. Şu halde insanlar âhiret âleminin
gerekli olduğunu bu açıdan da düşünerek bulabilirler.
Hakikatin Ortaya Çıkıp Herkesçe Tasdik Edilmesi
Tarihin tanıklık ettiği erken dönemlerdenden itibaren insanlar hangi inanç ve
davranışların doğru ve gerçek, hangilerinin yanlış ve gerçek dışı olduğu
konusunda sürekli bir görüş ayrılığı içinde olmuş; hatta bu sebeple de
birbirleriyle savaşıp kan dökmüştür. Bilgi çağı olan günümüzde de bu süreç
aynen devam etmektedir. İhtilaf edilen inanç ve davranışlar konusunda hak
ile bâtılın ortaya çıkacağı; hakperestlerin doğru, putperestlerin ise yanlış
yolda olduklarını kesinlikle bilecekleri ve bütün gerçeklerin herkesçe zorunlu
olarak bilinip tasdik edileceği bir âlem bulunmalıdır (en-Nahl 16/38-39; elHac
22/69; ez-Zümer 39/46; el-Mü’min 40/70-75; el-Câsiye 45/17). Aksi
takdirde hakikatin insanlarca bilinip doğrulanması ve onaylanması mümkün
olmaz. Bu durum ise hakikatin yapısıyla bağdaşmaz.
Evrensel Ahlâk İlkelerinin Hayata Geçirilmesi
Erdemli birey ve toplumların oluşabilmesi ancak dürüst olmak karşılıksız
olarak iyilikte bulunmak ve her türlü kötülük yapmaktan sakınmak, kötülük
edenleri affedebilmek, muhtaçlara karşılıksız olarak yardım etmek gibi temel
ahlak ilkelerinin hayata geçirilip uygulanmasıyla mümkündür. Hukuk ve
siyaset bilimleri toplumsal düzeni sağlıklı bir yapıya kavuşturmak için
çalışmakla birlikte bunu sağlamakta yüksek bir başarı oranına ulaşabildiğini
söylemek oldukça zordur.
Hukuk ve siyaset bilimlerinin ileri düzeyde bilgi
üretmelerine rağmen günümüz dünyasında suç işleme oranlarının yüksek
seviyelerde seyretmesi ve hapishanelerin suçlularla dolu olması buna işaret
etmektedir. Bütün yapıp ettiklerinin hesabını âhiret âleminde yaratıcısının
huzurunda vereceğini düşünen ve buna içtenlikle inanan insanlar kendilerini
buna hazırlamak amacıyla güçleri oranında erdemli davranışlar yapmak
gerektiğini anlamakla kalmaz, eyleme geçerek bizzat bunları gerçekleştirmeye
yönelir ve büyük oranda da bunda başarılı olur (el-Bakara 2/3-
5; Âl-i İmrân 3/114, 180; en-Nisâ 4/38-39; Fussılet 41/6-7). Âhiret âlemine
inanan insanların olşturduğu toplumlarda isteğe bağlı iyilik oranlarının
yüksek, suç işleme oranlarının ise düşük seviyelerde seyretmesi bunu
kanıtlayıcı mahiyettedir. Bu açıdan dünyada günümüzde ortaya çıkan tablolar
âhiret âlemi inancının aklî açıdan gerekliliğini genelde teyit edicidir.
Hadislerde âhiret âlemine inanmak altı îmân esası arasında yer alır. Ancak
âhirete inanmak farklı tabirlerle ifade edilir. Âhiret yerine ölümden sonra
diriliş anlamına gelen “el-Ba’sü’l-âhir”e veya son gün demek olan “elyevmu’l-âhir”e
yahut cennet ve cehennemin hak olduğuna şâhitlik etmek
anlamına gelen tabirler kullanılır (Buhârî, “Îmân” 37; Müslim, “Îmân” 1, 5,
45).
Hz. Peygamber, tutum ve davranışlarını kontrol ederek âhiret âlemine
hazırlık yapan insanları akıllı; bayağı arzularının peşinden koşarak âhireti
düşünmeyenleri ise kendine hükmetmekten âciz, zavallı kimseler olarak
nitelemiştir (Tirmizî, “Sıfatü’l-kıyâme” 25). Ayrıca dünyevî davranışların
karşılıklarının âhirette verileceğini bildirmiş (Buhârî, “Menâkıbu’l-Ensâr”
45), âhirete nisbetle dünya nimetlerinin şehâdet parmağına denizde isabet
eden yer kadar az olduğunu vurgulamıştır (Müslim, “Cennet” 55). Dünya
acılarının âhiretin tatlıları sayıldığı belirtilen diğer hadislerde, insanın
dünyada çektiği zorlukların âhirette mutluluüa dönüşeceği (Ahmed b.
Hanbel, Müsned, V, 342), âhireti kazanmak isteyen kimsenin dünya
lüksünden kaçınması gerektiği, bu kimselerin kalplerinin zenginleşeceği ve
dolayısıyla başkalarına muhtaç olmayacakları belirtilmiştir (Buhârî, “Libâs”
25; Tirmizî, Kıyâmet 24, 30).