Peygamberlerin Özellikleri

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Peygamberlerin Özellikleri
« : 03 Şubat 2018, 11:57:55 »
Doğru Olmak
Allah’tan getirdikleri mesajları insanlara tebliğ etme ve bu mesajlar
çerçevesinde hareket edip örnek olmak durumundaki peygamberlerden,
dürüstlüğü ihlal edip gölgeleyecek yalan, hainlik, insanların mallarını meşrû
olmayan yollarla elde etme gibi davranışlar sadır olamaz. Bu tür fiillerin
sıradan insanlar için dahi tasvip edilmesi mümkün olmadığına göre,
inandırıcı olmak durumundaki bir peygamber hakkında düşünülmesi asla
mantıklı görünmemektedir. Bazan yalan söylediği bilinen bir peygamberin
halkının gözünde inandırıcılığı kalmaz, böylesinin tebliğ ettiği konularda ne
zaman doğru, ne zaman yalan söylediğini tesbit etmek ayrı bir problem
oluşturur.
Kur’an’da gerek peygamberlerin kendilerinin gerekse tebliğ ettikleri
hususların doğruluğunu dile getiren açıklamalar mevcuttur. Meryem
Sûresi’nde (19/41, 54, 56) Hz. İbrâhim, İsmâil ve İdris’in doğruluktan
ayrılmayan peygamberler oldukları belirtilmiştir. Başka bir âyette belirtildiği
gibi her ümmetten bir şâhit olup (en-Nisâ 4/41) peygamberler insanlar
üzerine Allah’ın şâhitleridir. Bu şahitlerin yalancı olması hiç bir zaman söz
konusu değildir.
Peygamberlerin doğruluğu ile yakından alâkalı bulunan diğer bir husus
da mucizedir. Çünkü Allah Taâlâ’nın yalancı bir kimseyi doğrulayıp
destekleme bağlamında mucize meydana getirmesi düşünülemez.

Güvenilir Olmak
Peygamberlerin kendilerine verilen ilâhî risâlet görevini yürütürken vahye
herhangi bir ekleme, azaltma, tahrif veya değiştirme yapmaları mümkün
değildir. Resûlullah ilâhî mesajı muhataplarına tebliğ ettiği zaman, onlar “Ya
bundan başka bir Kur’an getir veya bunu değiştir!” dediler. O da “Onu
kendiliğimden değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, sadece bana
vahyolunan talimata uyarım. Şayet Rabbime isyan edecek olursam, elbette
büyük günün azabından korkarım” (Yûnus 10/15) şeklinde cevap vermiştir.
Kur’an’da Hz. Nuh, Salih, Lût, Şuayb ve Musa’nın her biri kendisini
“güvenilir (emin) bir elçi” (eş-Şûrâ 26/107, 143, 162, 178; ed-Duhân 44/18)
olarak nitelendirmiştir. Allah’ın tebliğle görevlendirdiği peygamberlerin
kendi yaşantılarında güvenilmeyen insan olmaları, onların inandırıcılığını ve
muhataplarına örnek olmalarını engeller, tebliğ ettikleri konulardaki
hıyanetleri de tebliğin muhtevasına güvensizliği doğururdu. Peygamberler bu
tür kötü özelliklerden uzak olmuşlardır.

Sabırlı Olmak
Peygamberlerin bir başka özelliği de tebliğ faaliyetlerinde karşılaştıkları
güçlük ve sıkıntılara karşı sabırlı davranmalarıdır. İnsanların sahip oldukları
düşünce ve hayatı düzeltmeye çalışan, alışılagelmiş olandan çok farklı
kurallar teklif eden ve bunların kabul edilmesi yönünde gayret gösteren
peygamberlerin bazı zorluklarla karşılaşmamaları mümkün değildi. Bunlara
karşı sabırlı olmaları yönünde Allah’ın teşviki ve manevî desteği olmasaydı,
peygamberlerin katlanmaya çalıştıkları sıkıntılardan çok daha zor şartlar içine
düşmeleri kaçınılmaz olurdu. Kaldı ki peygamberler çoğu zaman pek çok
insanın katlanamayacağı zorluklarla karşılaşmışlardır.
Kur’an’da önceki peygamberlerin karşı karşıya kaldıkları eziyetler
karşısında metanet gösterdikleri dile getirilerek şöyle denilmektedir: “Bize
kurtuluş yollarını gösterdiği halde ne diye Allah’a güvenmeyelim? Sizin bize
verdiğiniz eziyetlere de elbette katlanacağız. Tevekkül edenler yalnız Allah’a
güvenmelidir (İbrâhim 14/12). Bu ayetlerin yanında Resûlullah’a doğrudan
sabır tavsiye eden pek çok ayete rastlanmaktadır (Yûnus 10/109; elMüddessir
74/7).
Zeki ve Anlayışlı Olmak
Peygamberler zeki, kavrayış ve aklî muhakeme kabiliyetleri yönünden yetkin
şahsiyetlerdi. Kur’an’da Hz. İbrâhim’in kavmini putlara tapınmaktan
vazgeçirmek yolunda girdiği mücadelede onun zekâsını yansıtan ilginç
örnekler mevcuttur (el-Enbiyâ 21/58-67).
Son Peygamber’e de: “Sen insanları hikmet ve güzel öğütle Rabbinin
yoluna davet etmeye özen göster, bir de onlarla yapacağın mücadeleyi en
güzel şekilde yürüt” (en-Nahl 16/125) şeklinde hitap edilmesi onun delil
getirme ve muhakeme yeteneğinin üst derecede olduğunu gösterir.
Peygamberler bu özelliklerin zıtlarına sahip olsalardı, tebliğ ve ikna
faaliyetleri başarılı olamaz, çok daha değişik sıkıntılarla karşı karşıya
kalırlardı.

Korunmuşluk (İsmet)
İslâm itikadında ismet, Allah tarafından korunmuşlukları anlamında
peygamberler için kabul edilen özelliklerden biridir. İsmet, peygamberlerin
güçleri yetmekle beraber günahlardan uzak kalma kabiliyetleridir. Peygamberlerin
gerek sözlerinde, gerek fiillerinde kendilerini lekeleyecek ve
saygınlıklarını zedeleyecek hatalardan korunmuş olmaları şeklinde tanımlanmıştır.
Ancak nübüvvet için zorunlu görülen bu sıfatın mahiyeti ve
peygamberlerin hangi sahadaki fiil ve icraatlarını kapsayacağı konusunda
farklı görüşler ileri sürülmüştür.

Kur’an, öncelikle peygamberlerin de diğer insanlar gibi beşer olduklarını
kabul etmekte, kendilerinin de başkalarına tebliğ ettiklerinden sorumlu
olacakları ancak Allah Taâlâ’nın onları hidayete erdirerek peygamberlik
görevine seçtiğini belirtmektedir (el-A’râf 7/6-7; el-Enbiyâ 21/8). Kur’an’da
peygamberlerin ismetini ifade ettiği kabul edilen bir takım âyetler vardır. Hz.
İbrâhim, İshâk ve Yâ’kub hakkında “Biz onları özellikle âhiret yurdunu
düşünen ihlâslı kimseler kıldık. Doğrusu onlar bizim katımızda seçkin iyi
kimselerdendir” (Sâd 38/46-47) buyurulmuştur.

Kur’an açısından bakıldığında peygamberlerin korunmuş oldukları ortaya
çıkmakta, ancak bunu nübüvvet görevi verilmeden önce belirten ifadelere
rastlanmamaktadır. Bu dönemle ilgili olarak Kur’an’ın üzerinde durduğu
husus, onların yaşadıkları toplumda güvenilir ve saygın insanlar olduklarıdır
(Yûnus 10/16; Hûd 11/62; el-Kasas 28/26).

Kur’an’ın öncelikle üzerinde durduğu husus peygamberlerin tebliğiyle
yükümlü oldukları konularda gerçek dışı beyanlarda bulunmaktan, vahyi
gizlemekten (el-Mâide 5/67; Yûnus 10/15; el-Hâkka 69/44-47) ve tevhîd
anlayışından sapıp şirke düşmekten (el-Enbiyâ 21/25; ez-Zümer 39/65)
kesinlikle korunmuş olduklarıdır. Bunların ötesinde güvenilirliliklerini
zedeleyecek özelliklerden ve tebliğ ettikleri ilkelerle çelişkiye düşerek
muhataplarının teveccühlerini kaybetmelerine sebep olacak fiillerden de uzak
dururlar (Hûd 11/88). Bu anlamda itikâdî mezheplerin, peygamberlerin tebliğ
ve iman konularında korunmuşluklarıyla ilgili görüşleri Kur’an açısından da
desteklenmektedir.

Fakat mezheplerde peygamberlerin büyük, küçük ve nefret uyandıran
küçük günahlardan masumiyetlerine dair geliştirdikleri görüşlerinin daha çok
gelenekle ve itikadî sistemlerinin genel yapısıyla uyumlu olacak tarzda
şekillendiği görülür. Nitekim kendi ismet anlayışlarını belirledikten sonra
Kur’an’daki bazı âyetlerin yorumlanmasında ileri bir hassasiyet
sergilemişlerdir. Bunda mezheplerin sahip oldukları nübüvvvet görüşlerinin
genel karakterinin ve içinde yaşadıkları toplumun telakkilerinin etkin rol
oynadığı düşünülebilir.

O yüzden Kur’an’ın sunduğu korunmuşluk anlayışı itikâdî mezheplerin
geliştirdiği tarzda karmaşık değildir. Kur’an’da peygamberlerin tevhîd
konusundaki titizliklerini zaten belirtmeye gerek olmamakla birlikte tebliğde
korunmuşluklarının belirgin bir şekilde vurgulandığı, fiil ve davranışlarında
ise hataya düştüklerinde o şekilde terkedilmeyip Allah tarafından
uyarıldıkları ve doğru yola iletildikleri görülmektedir. Peygamberlerin
uyarıldığını gösteren âyetlerin çoğu da onların bazı ictihadî hatalara
düştüklerini ve daha sonra Allah tarafından daha iyiye doğru yöneltildiklerini
ortaya koymaktadır.

Tebliğde Bulunmak
Allah Taâlâ peygamberleri, kendi emir ve yasaklarını, dinin çeşitli
hükümlerini insanlara ulaştırmak üzere görevlendirmiş ve bu anlamda onların
asıl fonksiyonunu, kendilerine vahyedilenleri insanlara aktarmak, onları
Allah’ın yoluna çağırmak ve hayırlı sonla müjdelemek, inanmayanları da
karşılaşacakları azabla uyarmak oluşturmuştur. Kur’an’da peygamberlerin
öncelikli görevlerinin tebliğ olduğu çeşitli ifadelerle ve defalarca
belirtilmiştir (el-Mâide 5/99; en-Nahl 16/82; el-Ahkâf 46/23).
Allah Taâlâ dini sadece insanlara has kılmakla onları şereflendirmiştir.
Gönderdiği peygamberler daima hatırlatıcı konumunda bulunmuş, hiç bir
zaman zorlayıcı bir rol oynamamışlardır. Peygamberlere itaat da Allah’a itaat
sayılmıştır. İnsanın yaratılışındaki temel gayeyi teşkil eden Allah’a kulluğu
gereğince yerine getirebilmesi bağlamında peygamberin tebliği hayatî önem
arzetmektedir.

Kur’an’da “Ey Resûl! Rabbinden sana indirilen vahiyleri tebliğ et. Eğer
bunu yapmazsan O’nun sana tevdi ettiği görevini yerine getirmemiş olursun”
(el-Mâide 5/67) buyurulmaktadır. Peygamberlerin kendilerine indirilen ilâhî
vahyi insanlara aktarmaları sırasında kendilerince bir katkıda bulunmaları
mümkün olmayıp ne vahyolunduysa aynen iletmek durumundadırlar.
Peygamberlerin tebliğ faaliyetinin bir başka boyutu da Allah’ın
kendilerine vahyettiği mesajın kapalı kısımlarını insanların anlayacağı şekilde
açıklamaktır. “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için ve düşünüp
anlasınlar diye sana bu Kur’an’ı indirdik” (en-Nahl 16/64; ed-Duhân 44/13)
âyetiyle Hz. Peygamber’in açıklayıcı rolüne, insanların da bu beyanlara
muhtaç olduğuna işaret edilmiştir.

Öte yandan bazı âyetlerde peygamberin sadece insanlara mesajı
ulaştırmakla görevli olduğu, onları kabul etmeleri için zorlamamakla
uyarıldığı görülür (el-En’âm 6/107; el-Gâşiye 88/21-22).

Beşer Olmak
Kur’an’da peygamberlerin beşer oluşu, diğer insanlar gibi beşerî sıfatlara
sahip bulunuşları sıklıkla vurgulanmaktadır. Ancak hitap ettikleri insanlar
peygamberlerin kendi cinslerinden olmalarına sürekli itiraz etmişlerdir. Hz.
Peygamber’e “Ben ancak sizin gibi bir beşerim” (el-Kehf 18/110) demesi
emredilirken ondan önce de yemek yiyen, çarşılarda yürüyen peygamberlerin
gönderildiği (el-Furkân 25/20), onların da eşleri ve çocuklarının olduğu (erRa’d
13/88) belirtilmiştir. Ayrıca “Biz onları yemek yemez birer ceset
kılmadık ve onlar ölümsüz de değillerdir” (el-Enbiyâ 21/8) ifadeleriyle
peygamberlerin de ölümlü varlıklar olduğuna dikkat çekilmiştir.
Diğer insanlarla peygamberler arasındaki tek farkın Allah’tan vahiy
almaktan ibaret olduğu belirtilmiştir (el-Kehf 18/110; İbrâhim 14/11). Ancak
onlar bu imtiyazla beşer statüsünden çıkarılmayıp diğer insanlar gibi sorumlu
tutulmuşlardır (el-A’râf 7/6-7; el-Ahzâb 33/7-8).

Kur’ân’da peygamberlerin insanlardan seçilmesine yöneltilen itirazlara
yer verilmiştir. İnkârcıların “Bir beşer mi bizi doğru yola götürecekmiş? (etTeğâbun
64/6) deyip yüz çevirmeleri önceki ümmetlerin azaba
uğratılmalarının sebebi olarak gösterilmiştir. Nübüvveti beşer statüsünün
üstünde görenler şöyle diyorlardı: “Bu ne biçim peygamber, (bizler gibi)
yemek yiyor, çarşılarda dolaşıyor! Ona bir melek indirilmeli ve o da
kendisiyle birlikte uyarıcı olmalı değil miydi? Yahut kendisine bir hazine
verilmeli veya yiyeceğini sağlayacağı bir bahçesi olmalı değil miydi?” (elFurkân
25/7-8). Bu itiraza “Şunu söyle: “Eğer yeryüzünde yerleşmiş gezip
dolaşan melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek
gönderirdik” (el-İsrâ 17/94-95) şeklindeki cümleyle cevap verilmiştir.

Allah, peygamberlerini insanlar arasından seçmek suretiyle insanlar için
kolaylık dilemiştir. Zira peygamberlerin gönderilme sebeplerinden biri de
insanların sıkıntılarını bertaraf ederek, kendilerini dünya ve âhiret
mutluluğuna kavuşturmaktır (et-Tevbe 9/128). Bu ise ancak kendi
cinslerinden olan, onlarla birlikte yaşayan, çeşitli problemlerini ve
sıkıntılarını yakından müşahede eden bir kimsenin peygamber olarak
görevlendirilmesiyle mümkün olur.

Bunların dışında Allah’tan gelen emir ve nehiylerin ve bunların içerdiği
hikmetlerin zihinlerde her hangi bir karışıklığa meydan vermeyecek şekilde
ulaştırılması yönünden de peygamberlerin beşerden seçilmesi zorunlu
görülmüştür. Çünkü onlar, içinde yaşadıkları toplumların ve toplumu
meydana getiren fertlerin kudret ve yeteneklerinin derecesini en iyi bilen, en
isabetli şekilde değerlendiren kimselerdir. Öte yandan her canlının ancak
kendi türüne meyleder bir şekilde yaratıldığı unutulmamalıdır. Dolayısıyla
insanların gereken saygı ve hürmeti gösterebilmeleri, Allah’tan getirdikleri
mesajları kabul edebilmeleri ve davetlerine her hangi bir şüphe ve tereddüte
düşmeden kariılık verebilmeleri için peygamberler insanlardan seçilmiştir.

Peygamberlerin meleklerden gönderilmesi yönündeki aşırı isteklere Allah
Taâlâ “Eğer peygamberi bir melek kılsaydık muhakkak ki onu insan suretine
sokar, onları yine düşmekte oldukları kuşkuya düşürürdük” (el-En’âm 6/9)
karşılığını verir. Öte yandan meleklerin peygamber olarak gönderilmesi,
onların peygamberliğine çok açık bir delil oluşturacağı için kulun iradesini
devre dışı bırakırdı. Bu durum da sorumluluğun şartlarını bozardı. Oysa
insanlar iradelerini kullanabilecekleri şartların mevcudiyeti halinde sorumlu
tutulmuşlardır.