Peygamberliğin İmkân ve Gerekliliği

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Peygamberliğin İmkân ve Gerekliliği
« : 03 Şubat 2018, 11:50:26 »
Peygamberliğin İmkânı
İslâm kaynaklarında nübüvvet olarak bilinen peygamberlik insan aklının
mümkün göreceği bir şey olup imkânsız (muhal) olarak değerlendirilemez.
Bu husus hem Allah Taâlâ’nın zatı hem de vahyin muhatabı bulunan insan
açısından ele alınabilir.

Allah Taâlâ Açısından
Allah Taâlâ konuşan ve dileyen (kelâm ve irade sahibi) yüce bir varlıktır.
O’nun yaratıcı oluşu nasıl kâinatı meydana getirmiş ve bu sıfatının bir
tecellisi/tezahürü olmuş ise konuşan ve dileyen bir varlık oluşunun da açığa
çıkması gerekir. İşte nübüvvet O’nun bu sıfatlarının yansıma ve tecellisidir.
Nübüvvetin imkânsız olduğu ileri sürülürse Allah’ın konuşma sıfatının tecelli
ettiğini söylemek imkânsız hâle gelir. İrade sıfatı da nübüvvetin imkânını
ortaya koyar. Allah’ın yaratıklarına ilişkin iradesini de onlara nübüvvet
aracılığıyla iletmesi mümkündür.

İnsan Açısından
Dünyadaki canlı-cansız çeşitli varlıkların çok farklı özellikler taşıdıkları
bilinen bir gerçektir. Her birinin değeri ve fonksiyonu değişik olup özellikleri
itibariyle çeşitlilik arz ederler. İnsanlar da doğuştan sahip oldukları kabiliyet
ve özellikler bakımından birbirinden farklıdır. İnsanların çoğunluğu normal
bir zekâ düzeyinde iken bir kısmı üstün zekâlı, diğer bir kısmı da normalin
altında bir zekâ seviyesindedir. Yani her insan aynı fizikî ve ruhî özelliklere
sahip değildir. Ortak noktaları bulunduğu gibi farklı tarafları da vardır.

Görme duyusundan yoksun bir insana nispetle bu duyuya sahip bulunan
kişinin varlık ve olaylar hakkında daha fazla bilgilere ulaşması nasıl
kavranabilir ise farklı kabiliyette yaratılan bir insanın metafizik âlemle irtibat
kurması ve vahiy meleğini görüp ondan değişik bilgiler alması da aklın kabul
edeceği bir şeydir. Bu noktaya işaret eden Kur’ân-ı Kerîm bizi “kör olanla
görenin bilgi bakımından eşit tutulamayacağı hususunu” düşünmeye
çağırmıştır (el-En’âm 6/50). Ayrıca peygamberlikle görevlendirilen
insanların bedenî ve ruhî kabiliyetleri yönünden üstün bir yaratılışa sahip
kılındıklarını, diğer insanların ise fizik ötesi âlemle irtibat kuramayacaklarını
açıklamış (Hûd 11/28, 88), böylece nübüvvetin aklen mümkün bulunduğuna
işaret etmiştir.

Peygamberliğin Gerekliliği

İnsan Fıtratı/Yaratılışı Açısından

Allah Taâlâ insanı yeryüzünde “halife”si kılmakla (el-Bakara 2/30) diğer
yaratıklar arasında farklı bir konuma yerleştirmiştir. Kur’an’da insanın
evrende başıboş, kendi haline terk edilmediği (el-Kıyâme 75/36), “Ben cinleri
ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım” (ez-Zâriyât 51/56)
âyetiyle de ona kulluk görevinin yüklendiği belirtir. Bazı âlimler bu âyetin
“cinleri ve insanları benden başkasına ibadet etmeleri için yaratmadım” veya
“onları başkasına değil, bana ibadet etmelerini emretmek için yarattım”
şeklinde anlaşılması gerektiğini belirtmiştir.

Kur’an’da insanın bir takım zaaflarına da işaret edilmektedir. Onun
sıkıntılara tahammül etmekte zayıflığı (en-Nisâ 4/28; Fussilet 41/49), aceleci
(el-Enbiyâ 21/37) olduğu ifade edilmekte: “İnsana tarafımızdan bir rahmet
(nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak tamamen ümitsiz ve nankör
olur. Eğer kendisine dokunan bir zarardan sonra ona bir nimet ihsan edersek,
bu defa “kötülükler benden gitti” der. Şu bir gerçek ki insan şımarık ve kibirli
bir varlıktır” (Hûd 11/9-10) âyetiyle de nankörlüğü dile getirilmektedir.

Yine Kur’an’da, “Gerçekten insan, pek hırslı ve sabırsız yaratılmıştır.
Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanıp feryat eder. Bolluk ve nimet
geldiğinde ise yoksullara vermeyip cimri davranır” (el-Me’âric 70/19-22)
beyanıyla da insanın hırsına işaret edilir. Böylelikle bazı beşerî özellikler ve
sosyal şartlar karşısında kişinin değişik tutumlar sergileyebileceği gerçeğine
dikkat çekilmek istenmiştir. Bunun da hedefi insanın nübüvvete,
peygamberlerin yol göstericiliğine olan fıtrî ihtiyacının temellerini ortaya
koymaktır.

İnsanın Hidayeti Açısından
Peygamberlik asıl hedefi “insanlığın hidayetine/Allah’ın rızasına uygun olan
doğru yolu bulmasına vesile olmak”tır. Son Peygamber’in tebliğ ettiği
Kur’an’ın öncelikle “O, müttakîler için bir yol göstericidir” (el-Bakara 2/2)
şeklinde nitelenmesi ilginçtir. Allah Kur’an’da kendilerini de hidâyete
ulaştırdığını belirttiği peygamberler hakkında “Her toplumun bir yol
göstericisi vardır” (er-Ra’d 13/7), “Onları emrimizle doğru yolu gösteren
önderler yaptık” (el-Enbiyâ 21/73) buyurmaktadır. Peygamberlerin Allah’ın
dînini tebliğ etmek suretiyle insanların hidayetine vesile olmaları “Nitekim
kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi mânevî kirlerden arındıran,
kitap ve hikmeti ve bilmediklerinizi öğreten bir Resûl gönderdik” (el-Bakara
2/151) meâlindeki âyetle dile getirilmiştir.

İnsanlar Arasındaki İhtilaflar

Peygamberliği gerekli kılan bir başka husus da insanlar arasındaki çeşitli
görüş ayrılıklarıdır. Kur’an’da geçmiş ümmetlerin dinî olabileceği gibi,
insanlar arasında adaletle hükmedilmeyi gerektirecek muhtelif dünyevî
meselelerde de fikir ayrılıklarına düştükleri anlatılır. Kur’an bu noktada
peygamberi bütün yanlış anlaşılmaları ve fikir ayrılıklarını âdil bir hükümle
giderici bir konumda takdim etmektedir.

İnsanların çeşitli sebeplerle fikrî ihtilaflara düşebileceğine şu âyetle işaret
edilmekte: “İnsanlar tek bir ümmet idi. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı
olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri
hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla beraber hak yolu gösteren kitapları
da gönderdi. Ancak kendilerine kitap verilenler, apaçık deliller geldikten
sonra, aralarındaki zulüm ve hasetten ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler.
Bunun üzerine Allah iman edenlere, üzerinde ihtilafa düştükleri gerçeği
izniyle gösterdi...” (el-Bakara 2/213) ve oluşan fikir ayrılıklarının,
doğruyu/hakkı gösteren kitaplarla gönderilmiş peygamberler tarafından
bertaraf edildiği vurgulanmaktadır.

Öte yandan insanlar asıl görevleri olan Allah’a kulluğu gereğince yerine
getirebilmek için tabii olarak peygamberlere ihtiyaç hissederler. Buna geçmiş
ümmetlerin gerek itikadî gerekse amelî konularda fikir ayrılıklarına
düşmeleri ilave edilirse bu ihtiyacın daha da arttığını söylemek gerekir.
İnsanda en iyi ve en güzel olanı elde etme ve buna sadece kendilerinin lâyık
olduğu düşüncesi vardır. Anlaşmazlık halinde konuyu çözmek için yardımına
müracaat edilecek, tarafların gönüllerini ve sözlerini birbirine yakınlaştıracak
her hangi bir kimse bulunmazsa onların birbirine düşüp fesat ve bozgunun
başlaması hızlanır. Dolayısıyla Allah katından gönderilecek emir ve nehiyleri
toplumlara tebliğ edecek olan bir peygambere ihtiyaç kaçınılmaz bir
husustur.

Sonuçta insan Allah’ın varlığını, bazı şeylerin iyi, bazılarının da kötü
olduğunu kendi aklı ve düşüncesi ile bulsa da Allah’a nasıl kulluk edileceğini
ve dinî hükümlerin tamamını kendi gayretiyle bilemez. Peygamberler
Allah’ın iradesini tebliğ ettikleri halde zamanla o konularda da ihtilaflar
ortaya çıkmış ve insanlık tekrar tekrar ikaz edilmek durumunda kalmıştır.
Üstelik kişinin psikolojik yapısı zaman zaman onu yanlış şeyleri tercih
etmeye de sevketmiştir. Dolayısıyla fert ve toplumların düzeltilp
geliştirilmesini gaye edinen, aralarında adaletle hükmeden ve onlara “güzel
bir örnek” oluşturan peygamberlere olan ihtiyacı kaçınılmazdır.