İnanç esaslarının kendilerine has birtakım özellikleri vardır. Bunlar gerek
Kur’ân-ı Kerîm gerekse hadislerin kapsamlarından çıkarılmıştır. Bunları
çoğaltmak mümkün olmakla birlikte özetle anlatmaya çalışacağız.
Tarih içinde süzülüp gelen inanç esaslarıyla ilgili temel özellikler kelâm
ilminde birkaç noktada özetlenmiştir. Bu özellikler kesinlik, değişmezlik,
açıklık ve bölünmezlik olarak sıralanmaktadır. Bizim tercihimiz ise bunları
ihmal etmeden önem sıralaması şeklinde olacaktır.
1. İnanç esaslarında zorlama yoktur. Kişinin, Hz. Peygamber’in getirdiği
inanç esaslarına zorlanması ve dolayısıyla neticesinde bir karşılık beklemesi
söz konusu değildir. İtikat esaslarını kabullenmek veya kabullenmemek
kişilerin kendi sorumluluğu dâhilindedir. Kur'ân, bu konudaki tavrını net bir
şekilde ortaya koymuştur: "Kur'ân'a ister inanın ister inanmayın." (el-İsrâ
7/107) “De ki: Hak, Rabbinizdendir. Öyle ise dileyen iman etsin, dileyen
inkâr etsin” (el-Kehf 18/29).
Dinin inanç esaslarını benimseme noktasında bireyden istediği, kendi
kararına tabi olmasıdır. Bu sebepten “Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla
eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim tâğûtu reddedip Allah’a inanırsa,
kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir.” denmiştir. (elBakara
2/256) Bu noktada herhangi bir zorlamanın veya bireyi sıkıştırmanın
faydasız ve dinin hedeflediği kendisiyle barışık insan tipini gerçekleştirme
amacıyla çelişiktir. İşte bu nokta tercih yapma ve karar verme açısından
önemlidir. Zira kişinin gönül bağı kuramadığı değerleri benimsemiş
görünmesi ikiyüzlü, münafık tip olarak toplumda yer almasına sebep
olacaktır. Bu durumdaki kişi dinin arzulamadığı bir insan tipidir. Hür olarak
tercihte bulunabilen insan, sadece bu tercihinden dolayı mutluluk duyabilir
veya hata yaptığını kabullenebilir. Dinlerde var olan âhiret inancı da bu
safhadan sonra anlamlılık kazanmaktadır.
Bu sebeple insanın inanç esaslarını benimseme veya benimsememe
durumu onun hürriyetinin bir parçasıdır. Kişinin kendisine ulaşan ilâhî
mesaja kulak verme veya vermemesi kendi kararına bırakılmıştır. Ancak
iman yönünde yapacağı tercih her zaman övülmeye layık görülmüştür. Kalp
huzuru, vicdan duruluğu arayan insanların iman etme yolunu tutmaları
arzulanmıştır. İkiyüzlü, içi ve dışı başka, münafık tipli insanlar Allah’ın arzu
etmediği ve Kur’an’da en çok kötülenen kimselerdir.
İslâm’ın özü samimiyet, içtenlik ve Allah rızasına dayanır. Onun için
inancın dünyevî fayda beklentisinden uzak olması gerekir. Bu husus İslâm'ın
temel bir ilkesidir. İman karşılığında dünyevî fayda temin etme niyetinde
olanlar âyetlerde kınanmıştır. Tarihte “E‘ârib” denen bir kavim bu şekilde
iman etmiş ve onlar hakkında şu âyet nazil olmuştur: "İnsanlardan kimi
Allah'a yalnız bir yönden kulluk ederler, öyle ki: Kendisine bir iyilik
dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir
(dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, âhiretini de kaybetmiştir. İşte bu apaçık
bir ziyanın ta kendisidir" (el-Hac 22/11). İnancı tam olan kişilerin dünyada
gördükleri fayda da çoktur. İnsanın kendisiyle çelişik olmamasından duyduğu
gönül huzuru hiç de azımsanacak bir durum değildir. Bu durumu ölçen bir
dünyevî ölçek yoktur.
2. İnanç esasları kesin bilgi verir ve yakîn ifade ederler. Kur'ân ve
mütevâtir sünnette yer almış olması hasebiyle verdikleri bilgiden şüphe
edilmez. Şek ve şüphe burada inkâr ve küfür sayılır. İnanan kişi imanının bu
nitelikte olmasına dikkat eder.
İnanç esaslarına körü körüne bağlanılmaz. Bu noktada taklit İslâm
mezheplerinin tamamı tarafından hoş karşılanmamış ve istidlalin terk
edilmesinden dolayı bireyin sorumlu olduğu belirtilmiştir. İslâm inanç
sistemi kalp ve vicdana hitap etmenin yanında kesin delillere ve açık akıl
yürütmelere yer verir. Kur'an buna: " De ki: Doğru iseniz delillerinizi getirin”
(el-Bakara 2/111) şeklinde işaret etmektedir.
3. İnanç esasları açık ve sadedir. Ne istediği apaçık, ayan beyan ve nettir.
Muhatabın bunları algılamada bir problemi olmayacak niteliktedir, müphem
ve muğlâk değildir. Emredilen de yasaklanan da gayet açık bir şekilde
belirtilmiştir. Hâlbuki bir Hıristiyan’ın teslis akidesini izah etmesi, bir
Yahudi’nin de milli tanrı anlayışını anlaşılır hale getirmesi oldukça güçtür.
Dolayısıyla diğer inanç sistemlerinde görülen karmaşıklık ve muğlâklık İslâm
inanç esaslarında yoktur. İslâm mezhepleri arasında görüş ayrılıkları
bulunmakla birlikte bunların hiçbiri kesin inanç esasları üzerinde değil, zannî
inanç esası hükümleri çerçevesindedir. Hiçbir itikâdî fırka meselâ âhiretin
varlığı konusunda ihtilaf etmez, belki âhiret hayatının nasıl olacağı
hususunda çeşitli görüşler beyan eder.
Bazı itikâdî hükümler etrafında İslâm tarihi boyunca ihtilaflar
yaşanmıştır. Bu sebeple onların kesin ve açık olma özellikleri ortadan
kalkmıştır. Bu çeşit inanç esaslarına zannî inanç esasları denir ve ilgili itikadi
mezhebin dünya görüşü olarak nitelendirilebilir. Meselâ Mâtüridî mezhebinin
anlayışına göre peygamberlik için erkek olma şart, Eş’arîlere göre şart
değildir. Bir Müslüman’ın bu iki alternatif düşünceden birine inanması inanç
esasına zarar vermez. Bu gibi fikir ayrılıkları dolayısıyla mezhep
mensuplarının birbirini ithamları da doğru ve yerinde değildir. Zannî olan
inanç esaslarında kesinlik, açıklık, beşeri müdahaleye kapalılık gibi özellikler
aranmaz. Bunlar aynı zamanda düşünce çeşitliliği getirmesi açısından bir
fikir zenginliğidir.
4. İtikat esasları bir bütündür, bölünme ve parçalanma (tecezzî) kabul
etmez. Biri olmazsa diğerleri de mevcut olmaz. Bu esaslar ya toptan kabul
edilir, ya da biri dahi inkâr edilmiş olsa, toptan reddedilmiş gibi olur. Bir
kısmını kabul edip bir kısmını reddetmek İslâm'ın bütünlüğünü bozmak, dini
tahrif etmek anlamına gelir; Allah'a inanıp da peygamberine inanmayan kişi
İslâm dairesinde değildir. İslâm’ın her şeyini kabul eden ama temel inanç
veya ibadetlerden birini veya birkaçını kabul etmeyen kişi İslâm dairesinden
uzaklaşır. Kur'ân-ı Kerim’de Yahudilere hitaben "Yoksa siz kitabın bir
kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz! Sizden öyle davrananların
cezası dünya hayatında rüsvalık, kıyamet gününde ise en şiddetli azaba
itilmektir" (el-Bakara 2/85) denilmek suretiyle inanç esasında bölünmeye yer
olmadığına dikkat çekilmiştir.
5. İslâm inanç esasları zamana, zemine, mekâna, fert ve toplumlara göre
değişmez (lâ yeteğayyer), daima sabit kalırlar, ezeli ve ebedî hakikatler
olarak inanılırlar. Peygamberden peygambere, ümmetten ümmete, fırkadan
fırkaya göre değişmezler. Hz. Âdem ve ümmeti neye inanmakla mükellef ise
Hz. Peygamber ve ümmeti de ona inanmakla mükelleftir. Bu itibarla inanç
esasları zaman içinde, çağlara göre değişmediği gibi, artma ve eksilme de
kabul etmez. Kur'ân ve Hz. Peygamber’in mütevâtir sünnetinde nasıl
ifadesini bulmuş ise öyle kalır. Hiçbir kimse veya kuruluş, İslâm inancında
olmayan bir esası ona dâhil etmeye veya olan bir kısmı ondan çıkarmaya
yetkili değildir. İnanç esaslarına beşerî müdahale yapılamaz, ilave veya
eksiltme yapma imkânı yoktur, böyle bir girişim daima geçersizdir. Hz.
Peygamber “Kim hakkımızda olmayan bir şeyi uydurursa merduttur."(Buhârî,
“Sulh”, 5) diyerek bu tür girişimlere kapıları kapatmıştır.
Ayetlerde de bu husus reddedilmiştir (bk. Âl-i İmrân, 3/19).
6. İslâm inanç esasları insan fıtratına en uygun bir yapıya sahiptir. Bugüne
kadar inanç esaslarından hiçbiri, ilme veya akla aykırı olduğu hususunda bir
ispata maruz kalmamış ve bir tenkide uğramamıştır. İnsanın fıtrî ve doğal
yaratılışı İslâm inanç esaslarına uygundur. Çünkü gönül huzuru ve vicdan
rahatlığı için tavsiye edilen ilkeler de aynı kaynağa dayanmaktadır. Birçok
âyet ve hadislerde bu hususa işaret edilir: “Sen yüzünü Hanîf olarak dine,
Allah’ın insanları fıtrat üzere yarattığı dine çevir. Allah’ın yaratışında
değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler”
(er-Rûm 30/30).
İslâm inanç sistemi, birden fazla ilah anlayışına yer veren sistemlerle,
tamamen inkâr eden sistemler arasında orta bir yol tutarak yaratıcının bir tek
olduğunu kabul etmiş ve mutedil bir yol tutmuştur. Şu nokta özellikle
vurgulanmalıdır ki, İslâm, orta bir yoldur, mutedildir ama uzlaşmacı ve
eklektik değildir. Diğer sistemlerle birlikte olmayı kendi esaslarından taviz
vererek gerçekleştirmez. Onun bütün din ve inanç sahiplerine yakınlığı ve
uzaklığı aynıdır. Her din ve inanç sahibinin kendi olmasını arzular. Kimlik ve
kişilik sahibi bireyler arzuladığı gibi muhataplarının da aynı şekilde şahsiyetli
olmasını arzu eder. İslâm’ın en çok kötülediği insan tipi kişiliksiz münafık
tiplerdir.
nancın esas ve özünü Allah Teâlâ'nın bir, eşsiz ve benzersiz olduğuna
iman oluşturur. İslâm’ın bütün inanç esasları Allah'a imanla başlar, O’na
inanmak bir ölçüde inancı tamamlamak, inanmamak ise inancı yok etmek
anlamına gelir. Çünkü Allah'a imanın içerisinde, gönderdiği peygamberi
kabul etmek, indirdiği kitabı benimsemek ve kitabında zikrettiği hususları
tasdik etmek vardır. Bu bakımdan bir mümin için Allah’a iman, inanç
esaslarının tamamını içine alır.
Kısaca İslâm, kendisiyle, çevresiyle ve toplumuyla barışık müminler
hedeflemektedir. Onun insan için getirdiği ilkeler bu gayeyi gerçekleş-
tirmesine imkân vermektedir. Bu inanç esaslarının her biri, bireyi her yönüyle
çelişkilerden korumayı amaçlamaktadır. Onlara uyan bireyler kimlik ve
kişilik sahibi olarak toplumlarına örnek olabilecek insanlar haline
gelebilmektedir.