Çevre, bizi kuşatan, canlı-cansız her şey; çevre ahlâkı ise çevre ile
ilişkilerimizi ahlâki açıdan ele alıp düzenlemeye çalışan bir ahlâk dalıdır.
Çevre ahlâkı, bir taraftan betimleyici bir biçimde insanlar ile doğal çevreleri
arasındaki ilişkide tabii denge ve gidişatın korunması ve bu ilişkide zaman
zaman ortaya çıkan sorunların ve nedenlerinin belirlenip çözümlenmesi ile
ilgilenirken, öbür taraftan da değer koyucu bir ahlâk olarak insanların çevre
ile ilişkilerinin ahlâki açıdan en iyi nasıl olması gerektiği ile ilgili kuramlar
ve ilkeler geliştirir, öneriler getirir ve öğütlerde bulunur. Ahlâk,
çevrelerindeki varlıklarla ilişkilerinin insan onuruna yakışır düzeyde erdemli,
sağlıklı ve huzurlu olabilmesi için insanlara yol gösterip rehberlik etmeye ve
onların bu ilişkilerle ilgili ikilemli sorularına zararı, zulmü ve kötülüğü
azaltıcı, buna karşın faydayı, şefkat ve merhameti ve iyiliği artırıcı tarzda
cevaplar vermeye çalışan bir disiplinin ve insanlar arası etkinliğin adıdır.
Tüketici zihniyetin ve teknolojik atıkların artması gibi pek çok sebepten
dolayı çevre sorunlarının artıp küresel bir kriz haline dönüşmesi, çevre
ahlâkına yöneltilen soruların ve ondan beklenen cevapların da artmasına
neden olmuştur. İnsanlar çevreyi nasıl görmeli ve ona nasıl davranmalıdır?
İnsanlar çevrelerindeki doğal kaynakları nasıl kullanmalı, üretim ve tüketim
ilişkisi nasıl olmalı, ekosistem ve tabii denge nasıl korunmalıdır?
Çevremizdeki öteki türlere nasıl davranılmalı, hayvan hakları nasıl anlaşılıp
uygulanmalıdır? Bizden sonraki nesiller ve gelecek kuşaklara karşı çevre ile
ilgili yükümlülüklerimiz nelerdir? Bunlar ve benzeri sorular, çevre ahlâkını
ilgilendiren ve çevre ahlâkçılarının cevaplamaya çalıştığı pek çok sorudan bir
kaçıdır.
Çevre ahlâkının ele aldığı konularla ilgili yaklaşık 500 ayet ve pek çok
hadis olması dolayısıyla genel İslâm ahlâkı içinde çevre ahlâkının her zaman
var olduğu söylenebilir. Nitekim klasik ve modern İslâm ahlâkı eserlerinden
iki örnek vermek gerekirse, İbn Miskeveyh’in Ahlâkı Olgunlaştırma adlı
eserinde “Bitkiyi Cansızlardan Üstün Kılan Özellik” ve “Hayvanların Dereceleri”
gibi bölüm başlıklarına rastlanabilirken, Ahmet Hamdi Akseki’nin
Ahlâk İlmi ve İslâm Ahlâkı adlı kitabında “Hayvanlara Şefkat” gibi bölüm
başlıkları vardır.
Bununla birlikte, çevre konusunun ahlâk içinde çok daha
önemsenen bir bölüm ve hatta bağımsız bir ahlâk disiplini haline gelmesinin,
çevre sorunlarının küresel bir kriz halini aldığı 20. yüzyılın son çeyreğinden
itibaren başlamış nispeten yeni bir gelişme olduğunu söylemek mümkündür.
Çünkü çevre sorunlarının geri döndürülemez ve sınırlı boyutlarda tutulamaz
hale geldiğinin anlaşılması, çevre bilincinin birden artmasına ve çeşitli çözüm
arayışlarından biri olarak, çevre ahlâkının da geliştirilmesine yol açmıştır.
Son on yıllardaki bu tarihsel gelişmeler birkaç cümleyle özetlenmek
istendiğinde denebilir ki, 1960’ların başında meydana gelen iki olay çevreci
bilinçlenmenin ilk tohumlarını atmıştır. Bunlardan biri nükleer denemelerden
sonra anne sütünde strontiyum 90 elementine rastlanması, diğeriyse, DDT
gibi sentetik yapılı tarım ilaçları ve kimyasal maddelerin etkilerinin,
hedefledikleri zararlılarla sınırlı kalmayıp, ekosistemi bir bütün olarak ve
olumsuz yönde etkilediğinin anlaşılmasıydı. Bu olayların sonucunda insanlar,
varlıkların karmaşık ekolojik döngülerle birbirlerine bağlı olduğunu fark
etmeye başladılar.
1980’lerin başında ise art arda gelen yerel çevresel
krizlerin aslında yaklaşmakta olan küresel boyuttaki çevresel krizin belirtileri
olduğu ortaya çıkmaya başladı. Bu durum, ozon tabakasında belirlenen
delikle ve ilk kez 1988’de haberdar olunan küresel ısınma tehlikesiyle
dramatik bir biçimde gündeme geldi. Günümüzde artık, toprak kirlenmesi ve
erozyonla toprak kaybı, su kirlenmesi ve susuzluktan çölleşme, kirli su
nedeniyle oluşan hastalıklar, hava kirliliği ve küresel ısınma, ozon
tabakasının delinmesi ve kanser benzeri hastalıklardaki artışlar, yağmur
ormanları başta olmak üzere ormanların yok edilmesi ve oralarda yaşayan
binlerce bitki ve hayvan türünün neslinin tüketilmesi, fabrika çiftliklerde et
tüketimi için yetiştirilen hayvanlara yapılan insanlık dışı muameleler, nükleer
ve kimyasal atıkların neden olduğu kitlesel ölümler ve kalıcı hastalıklar,
yeryüzü kaynaklarının bir kısım insanlar açlıktan ölürken bir kısmı tarafından
adaletsizce ve israf içinde tüketilip yok edilmesi gibi sorunlar, hepimizi
etkileyen ve gelecek nesillerimizi de etkileyecek olan çevre sorunlarının
sadece birkaç ana başlığını oluşturmaktadır.
Çevre sorunlarının arkasında elbette her uygarlık ve kültüre mensup
insanların neden olduğu pek çok irili ufaklı faktör vardır. Nitekim çevreyle
ilgili sorunların çözümüne yönelik pek çok İslâmi öğreti ve öğüdün olması,
çevre sorunlarının asr-ı saadet zamanında ve mekanında da az-çok mevcut
olduğunu, dolayısıyla insanın olduğu her yer ve zamanda az veya çok çevre
sorununun bulunabileceğini gösterir. Zaten Kur’an-ı Kerim’de çok açık bir
biçimde “İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat
çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece
kendilerine tattırır.” (Rum/30: 41) buyrulmaktadır.
Çevre sorunlarının kaynağı, çevrenin kendisi değil insandır.
Bundan hareketle, çevre sorunu yerel sorunlardan küçük
bir sorun olmaktan çıkıp, son zamanlarda küresel bir
soruna dönüşmüşse bunun sebebini, son zamanlardaki farklı kültürel ve
teknolojik gelişmelerde ve özellikle bunlara neden olan insanların
zihniyetlerinde aramak doğru olsa gerektir. Dolayısıyla, bu sorunla ilgili asıl
ve büyük etkeni çok kısaca belirtmek gerekirse, temel sebebin, modern Batı
uygarlığının, Sanayi Devrimi sonrasında, bilim ve teknolojideki gelişmelerin
kendisine sağladığı imkanları, ahlâki değerler ve denetimden bağımsız bir
biçimde kullanmış olmasından ibaret olduğunu söylemek mümkündür.
Ahlâki değerler ve insani yükümlülüklerle bağını koparmış olan sorumsuz ve
sömürgeci bir zihniyet uzun süre dünyanın büyük çoğunluğuna egemen
olmuş ve bu esnada sadece öteki insanları sömürmekle kalmamış, hayvanlar,
bitkiler ve yeryüzünün tabii kaynaklarını da kendi bencil, maddeci, hazcı,
çıkarcı emelleri uğruna tüketmekte ve kirletmekte, en azından uzun bir süre,
aynı geminin/gezegenin içinde kendisinin de felakete sürüklendiğini
görünceye kadar bir beis görmemiştir. Daha önceleri sınırlı sayıdaki
insanların felsefi ideolojisi olan maddeciliğin ve onun doğal yandaşları
sayılabilecek olan hazcılık ve faydacılığın, son dönemlerde neredeyse tüm
dünyayı saran yaygın bir dünya görüşü, kültürel bir yaşam biçimi ve tüketim
alışkanlıklarımızı belirleyen sosyo-ekonomik bir sistem halini almış olması,
ekolojik sorunların boyutunu daha da büyütmektedir. Bir kesimin doğaya
karşı insafsızlığı ve doğal kaynaklara karşı israfı ana sebeplerin başında
gelirken, başka bir kesimin aşırı nüfus artışı, dengesiz beslenme alışkanlıkları
ve eğitim eksikliğinden gelen duyarsızlıkları çevre sorunlarının tam
anlamıyla küreselleşmesine katkıda bulunmaktadır.
Çevre sorunlarının nedenleri konusundaki özet bilgiyi bitirmeden önce,
bu konuda dinlere yönelik bir suçlamayı değerlendirmeden geçmemekte
yarar vardır. Bazı Batılı çevreciler, ‘dünyadaki varlıkların insanın hizmetine
sunulduğu’ şeklinde Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm gibi dinlerin kutsal
metinlerinde yer alan kimi ifadeleri çevre sorunlarının temel nedeni gibi
göstermektedirler. Oysa durum tam anlamıyla böyle değildir. Çünkü
Kur’an’ın belirttiğine göre Dünya da hayvanlar da insana yarar sağlamakla ve
anlamlarını insanla ilişkileri içinde kazanmakla birlikte, ne Dünya ne de
hayvanlar sadece insanlar için yaratılmış değillerdir. Örneğin şu iki ayette bu
durum açıkça belirtilir: “Allah, yeri canlı yaratıklar için meydana
getirmiştir.” (Rahman/55: 10) Şu ayette ise hayvanlar daha açıkça
zikredilmiştir: “Doğrusu suyu bol bol indirmekteyiz. Sonra yeryüzünü iyice
yarmakta ve orada taneli ekinler, üzümler, sebzeler, zeytin hurma ağaçları ve
bahçelerde koca koca ağaçlı meyveler ve çayırlar bitirmekteyiz. Bunlar sizin
ve hayvanlarınız için geçimliktir.” (Abese/80: 25-32, Bu ayetler, İslâm çevre
ahlâkının en merkezi ayetlerinden olsa gerektir. Biraz aşağıda üzerinde
duracağımız teshir ayetleri, bu ayette açıkça belirtilen gerçeği görmezden
gelmemize neden olmamalıdır. Yeryüzü sadece insanlar için değil, bütün
canlılar için yaratılmıştır.
Dolayısıyla onların her birinin yeryüzünde, doğal
halleriyle ve doğal ortamlarında yaşama hakları vardır. Hayvanların, değil
neslini tüketmeye, doğal yaşam alanlarını daraltmaya ve yaşam koşullarını
zorlaştırmaya hakkımız yoktur. Hak sahibi oldukları açıkça belirtilen
yeryüzünde onların haklarını gasp etmenin, insan haklarını gasp etmekten
fazla bir farkı olmadığını söylemek aşırı gitmek olmasa gerektir. Zira
Kur’an’daki çevre ve özellikle hayvanlar açısından çok önemli bir başka
ayet, hayvanlar ve insanlar arasındaki farkın bizim bazen abarttığımız kadar
fazla olmadığını, onların da bize benzeyen yaratıklar, hatta topluluklar
olduğunu belirtmektedir. Ayetin, hayvanlara bakışta hiç unutulmaması
gereken anlamı şudur: “Yerde yürüyen hayvanlar ve kanatlarıyla uçan kuşlar
da ancak sizin gibi birer toplulukturlar. Kitap’da Biz hiçbir şeyi eksik
bırakmadık; onlar sonra Rablerine toplanacaklardır.” (En’am/6: 38)
Dolayısıyla, dindarlar yahut en azından Müslümanlar, kutsal metinlerde
insana yapılan vurguyu, çevre sorunlarına neden olacak şekilde hayvanlar ve
doğal çevreye karşı bir tahakküm vesilesi ve meşruiyeti olarak
görmemişlerdir, görmezler ve hiçbir zaman da görmemelidirler.
Sebebi kimler olursa olsun, çevre sorunları, sadece suçlunun bedelini
ödeyeceği türden sorunlar değildir. Aksine Dünyanın bir yerinde ortaya çıkan
bir çevre sorunu, onun her yerini ve ondaki herkesi etkileyebilmektedir. Hatta
daha da kötüsü ve üzücü olanı şudur: Çevre konusunda sorunun kaynağı olan
suçlular, sonuçta en az cezayı çekmekte, sorunda hiçbir rolü olmayanlar ise
en ağır bedeli ödeyebilmektedir. Örneğin, suçlu gelişmiş ülkelerdir, cezayı
gelişmekte olan ülkeler çeker; suçlu zenginlerdir, cezayı fakirler çeker; suçlu
yetişkinlerdir, cezayı çocuklar çeker; suçlu insanlardır, cezayı hayvanlar,
bitkiler ve doğal çevre çeker; ve suçlu bugünkü nesildir, cezayı gelecek
kuşaklar çeker. Dolayısıyla, çevre konusunda suçlu olmamak, çevre
sorunlarından etkilenmemek anlamına gelmemekte; sorunun kapsayıcılığı,
suçlu-suçsuz herkesi sorunun çözümüne katkıda bulunmak zorunda
bırakmaktadır.
Bu durumda, Müslümanlar da İslâm çevre ahlâkını
geliştirmek ve bu ahlâkın kuramlarını ve ilkelerini yeniden ve acilen hayata
geçirerek çevre sorunlarının çözümüne katkıda bulunmak zorundadırlar. Bu
bizim, dini, ahlâki ve insani görevimizdir. Aşağıda, önce İslâm çevre
ahlâkının büyük kuramları, daha sonra da bu kuramların vurguladığı en temel
çevre etiği ilkeleri ayetler ve hadisler eşliğinde irdelenecektir. Bu bağlamda,
birbirini dışlamayan ve hatta hiyerarşik bir biçimde tamamlayan ama
diğerinden özerk de görülebilen 4 ana kuram, ve her bir kuramla bağlantılı
ikişer ilkeden oluşan toplam 8 temel ilke vurgulanacaktır.