İslâm Ahlâkının Bireysel Boyutu

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
İslâm Ahlâkının Bireysel Boyutu
« : 29 Ocak 2018, 16:23:34 »
nsanın en ayırt edici özellikleri, sevme, düşünme, irade, eylem ve tecrübe
gibi boyutlardır. Bu boyutlar dinin tanımlanmasında da oldukça belirleyicidir.
Ahlâkın işlevi ve önemi de tam olarak bu sınırda belirir. Çünkü ahlâk, insan
ruhunun sevme, düşünme, irade, eylem ve tecrübe gibi boyutlarını
geliştirmek suretiyle, sınırı ihlal etmeden ve ruhun küçülmesini göze
almadan, bunların her biriyle diyaloğu ve ilişkiyi temin etmeyi hedefler.
Kısacası ahlâk “bütün bir kişilik” geliştirebilmek için vazgeçilmez öneme
sahiptir.

İnsanın sevebilme, inanabilme ve güvenebilme yönü, onun ruhunun asıl
gücüyle buluşmasını, hatta güncellenmesini temin eder. Şu halde insan ve
Tanrı arasındaki en güçlü bağın adı sevgidir. Sevebilme özelliği, ruhun
kendini fark etmesinde önemli bir yer işgal eder. Bu özellikten uzak olan kişi,
kendine yabancıdır. Sevgi, insanı kendiyle buluşturmada vazgeçilmez öneme
sahiptir.

Seven ruh, tam bir rikkat içinde olduğu için aynı zamanda adalet duygusu
da etkin durumdadır. Din (iman), kendinde gücü, sevgiyi ve adaleti
birleştirdiği için insanın kendini gerçekleştirmesini mümkün kılar.
Dolayısıyla dinin dinamizmi, sevgi, güç ve adaletin birliği olarak, ölçü,
cesaret, cömertlik ve saadeti teminat altına alır.

Kâbe bu anlamda dinin bir özetidir. İlk insanın yaratılmasından (sevgi),
insanın ölümlülüğünün bir ifşasına ve emre itaatten (benlikten azad
oluştan/Hz. İbrahim’in Kurban olayı), insan olmanın farkına varılmasına ve
insanın şeytanın tuzağından kaçışına kadar, insanî vasıflar vetiresi
sergilenmektedir. Kısacası bu tablo, ‘işte insan gerçeği’ dedirtmektedir.

Dünya ve ahiret, ruh ve beden, geçmiş ve gelecek, melek ve şeytan, adalet ve
zulüm kutupları ‘tevhid’ ekseninde yeniden inşa edilmektedir.

Kendisinin “güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini” söyleyen Hz.
Muhammed de yönünü dine çeviren ve “tevhid”i eksene alan kişinin ruhen
yükselip, arınacağına; huzur ve ahengi yakalayacağına işaret etmektedir.
Böylece güzel ahlâkın, dinin en önemli boyutu olduğu açığa çıkmaktadır. Bu
anlamda Hz. Muhammed ‘gayb’ ve müşahede âlemini bir araya getirmektedir.
Çünkü onun hayatı, dinin neticesini somut olarak gösterdiği için
‘gayb’ı yakınlaştırmıştır. Yağmurun başağı büyütüp ürün vermesi sayesinde
toprağın altının görünür hale gelmesi gibi, ‘iyi insan’ profili de, insan
tohumundaki madde ve manayı bir araya getirmeye modellik yapar.

Sözünü ettiğimiz iman ve güvenin diğer adı sevgidir. Bir başka ifadeyle
inanmak, sevmektir. Zaten sağlıklı bir kişi olabilmenin en iyi göstergelerinden
biri üretmek (ekip-biçmek) ve toprağın yeşerteceğine güven
yani sevgidir. Bunun için Kur’an, sevgiyi imanla aynı anlamda kullanmıştır
(Meryem/19: 96):
“İman edip iyi davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok
merhametli olan Allah, (gönüllerde) bir sevgi yaratacaktır.”

Burada, “eğer iman ederseniz, rahmet, sevgi olarak tecelli edecektir”
iması vardır. Günümüz psikologlarının diline dolayıp çok ucuz tükettikleri
sevginin neden yankı bulmadığını anlamak zor değildir. Çünkü Kâbe
mihrabını kendine eksen yapan kişinin gönlünde sevgi kök atacaktır. Aksi
halde sözde sevgi pırıltılarından ya da sevgi gölgelerinden söz edilerek,
avunulmak zorunda kalınacaktır. Sevgi kamuflajı altında menfaat, hırs ve
öfke, düşük benlik algısının yüceltilmesiyle kişilikleri bütünlemek yerine
parçalamaya devam edecektir.

Yine bir başka yerde iman edene hem sevgi verileceği hem de başkaları
tarafından sevileceği söylenmektedir. Bu ortak bağlılıktan dolayı Allah’ın
düşmanı bu kişinin de düşmanı olacaktır (Taha/20: 39):
“Musa’yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil) bırak; deniz onu kıyıya
vursun da, benim düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. Ey Musa!
Sevilmen ve benim nezaretimde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi
verdim.”

Sevgi en iyi ayraç ve elverişli derinleşme ve bütünleşme aracıdır.
Sevgiden nasipsiz olan kişi, sevmeyi bilmemekte ve inanması da yüzeyel
kalmaktadır. Sevgi olmayınca, ‘insanı diğer varlıklardan ne ayırabilir?’ diye
sormak saçma bir soru olmayacaktır.

Kur’an’ın ‘ülfet’e bir mihenk taşı işlevi vermesi boşuna değildir.
“Birbirine düşman kişileri ülfet güvencesiyle birbirine emin kılan” (Al-i
İmran/3: 103) Allah, bu sayede, en büyük hikmetlerinden birini insana hibe
etmiştir. Hanif dinin ümmeti olmak da, bu sevgiyle bağlanmak demektir.
Zaten ümmet (topluluk), Arapça köken itibariyle ana (ümm) kelimesinden
neşet etmiştir. Bu durumda toprak ana (rahim) ya da ümmet, rahmettir,
berekettir. Eğer ümmeti besleyen sevgi ve iman damarları kurutulursa, sözde
ve müsvedde bir toplumdan söz edilecektir ve bu durumda adeta sağ göz, sol
göze güvenemez hale gelecektir.

Allah’ın sevgi vermesi ve sevilen bir kişi olmanın yolu ona teslim
olmaktan geçmektedir. Allah’a isyan eden kişinin sevgiden bahsetmesi nasıl
bir sevgi olacaktır? Ahlâk da bu teslim olmanın içinden yükselecektir.
Dolayısıyla teslimiyet, bağlılık ve ilgili olmayı kendinde en çok barındıran
kelime sevgidir. Sevgi, adaleti, bilgeliği, fedakârlığı besleyen bir güçtür.

İman, zaten sevmek ve güvenmektir. İnanarak kişi, odaklanmayı ve
bütünleşmeyi gerçekleştirir. Ahlâkın anlamı da tam olarak böylece belirmeye
başlar. Allah ile insan arasındaki deruni ilişki, duygu, bilgi, tecrübe, ibadet
olarak bireysel boyutta ahlâkî bir ilişkidir. Bunun insanlar arası diyalogdaki
görünümü uyumlu toplumdur. Ancak İslâm ahlâkında bireysel ahlâk ön
plandadır. İnsan toplum içinde olduğuna göre birey ve toplum birbirini
besler; ahlâk da her iki boyutu gerektirir. Ancak İslâm ahlâkının en belirgin
özelliklerinden biri, Allah ve insan arasındaki ilişkinin özel ve şahsi
olmasıdır. Bu, Hıristiyanlıkta olduğu gibi kilise benzeri herhangi bir kurumun
kontrulü ve tasarrufu altında değildir. Bu bakımdan İslâm düşüncesinde,
kişisel gelişime oldukça önem verilir. Çünkü ahlâki bakımdan gelişmişlik
Allah’ın cemal isimleriyle yani güzel nitelikleri ile bezenmektir.

Faziletler ve reziletlerin neler olduğu hususunda genel bir ittifak vardır;
ancak bunların temellendirilmesinde ve anlatımında takip edilen yollar
birbirinden farklıdır. Bunlar arasında filozofların yöntemi en sistematik
olanıdır. Bu sebeple önce felsefi ahlak eserlerinde ortaya konulan, daha sonra
Gazali ve İbn Hazm gibi alimler tarafından da kullanılan, filozofların ortaya
koyduğu şablonu kullanan sistematik esas alınarak faziletler ve reziletler
konusu ele alınacaktır. Bu şablon Nasırüddin et-Tusi, Devvani ve Kınalızade
Ali Efendi tarafından daha da geliştirilmiştir. Biz burada daha çok
Kınalızade’nin Ahlak-ı Alâî isimli klasik ahlak eserindeki sistematiğini
dikkate alacağız.