Eş’ari Mezhebindeki Ahlâk Teorisi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Eş’ari Mezhebindeki Ahlâk Teorisi
« : 29 Ocak 2018, 15:33:19 »
Ehl-i Sünnet’in itikadi mezheplerinin ilki Eş’ariliktir. Eş’ariliğin kurucusu
olan Ebu’l-Hasan el-Eş’ari önceleri Mu’tezili bir görüşe sahipti. Sonradan
onlarla çeşitli konularda görüş ayrılığına düştü. Bunlardan birisi de kulların
fiilleri, yani ahlâk alanındadır. Aslında Eş’ari genel bir ahlâk teorisi ortaya
koymaktan ziyade muhalifi olan Mu’tezili âlimleri tenkit etmiş ve fikirlerini
bu çerçevede yoğunlaştırmıştır. Kendinden sonraki Eş’ari mezhebindeki
düşünürler onun temel görüşlerini sistemleştirmişlerdir.

Ebu’l-Hasan el-Eş’ari Mu’tezile’ye üç ana meselede karşı çıkmıştır:
1. Halku’lKur’an:
Kur’an-ı Kerim’in yaratılması;
2. Ru’yetullah: Allah’ın görülmesi
3. Kulların fiilleri.
Eş’ari’ye göre insan, fiillerinin yaratıcısı değildir. Hayır ve şerrin
yaratıcısı Allah’tır. Şerrin Allah tarafından yaratılması bir zulüm sayılamaz,
zira fiiller Allah’a nispetle bir değer taşımaz. Değerler de fiillerin değişmez
nitelikleri değildir. İyi ve kötü, Allah’ın emir ve yasaklarıyla belirlenir. Şu
halde sadece insanlara nispetle ve ancak emir ya da yasak şeklindeki bir
hitaptan, yani vazifenin tevcih edilmesinden sonra fiiller değer kazanır ve
mükellefiyet gerçekleşir. Mu’tezile’nin ahlâk teorisinde, değerlerin objektif
varlığı ve Allah’ın zaten mevcut olan iyiyi emretme ve zaten var olan kötüyü
de yasaklayacağını söylemek, Allah’ın mutlak olan iradesini sınırlamaktadır.

Ayrıca iyi ve kötünün fiillerin değişmez vasıfları olduğunu söylemek de,
kolayca savunulabilir bir iddia değildir. Nitekim Kadı Abdülcebbar gibi daha
geç dönem mutezili âlimler bu konudaki iddialarını yumuşatmışlardır. Ayrıca
insanın, kendi fiillerinin yaratıcısı olduğu iddiası da, sorumluluğunu
temellendirmek amacıyla söylense de, maksadını aşan neticeler ortaya
çıkarmaktadır. Bu neticelerden birisi, insan fiillerinin sanki Cenab-ı Hakk’ın
tasarruf alanı dışında kaldığı gibi bir düşüncedir. Halbuki, insan fiilleri dahil
hiçbir alan Cenab-ı Hakk’ın kudreti ve tasarrufu dışında değildir.

Eş’arî mezhebinin özellikle üzerinde durduğu husus, aklın kendi başına
herhangi bir şeyi ahlâki veya dini olarak vazife haline getiremeyeceğidir.
Akıl sadece olanı bilir; olması gerekeni, insanın ahlâki olarak neleri yapıp,
nelerden uzak durması gerektiğini bilemez. İnsan hiçbir eğitim almadan
matematikle ilgili bazı bilgileri edinebildiği halde bir davranışın iyi mi kötü
mü olduğunun bilgisine kendiliğinden ulaşamaz. Çünkü ahlâki bilgiler
doğruluğunu yaygınlığından alan bilgilerdir. Eş’ari kelamcıların çoğu
sorumluluk sahibi failin fiillerini şöyle sınıflandırırlar: Vacib, haram, sünnet,
mekruh ve mubah. Şayet Allah’tan herhangi bir emir veya yasak varit
olmasaydı, insan hiçbir şekilde herhangi bir yükümlülüğe tabi olmayacaktı.

Bunun anlamı, insanlar kendi aralarında zaman zaman bazı kurallar üzerinde
uzlaşacaklar; sonra bunları değiştirip, bir dönem iyi dediklerine, daha sonra
kötü diyebileceklerdir. Bu ise kelimenin tam anlamıyla ahlâki rölativizm
demektir. Yani Mutezilenin zannettiği gibi fiillerin insan aklı tarafından
algılanabilen değişmez ahlâki nitelikleri olmadığı gibi, akıl da kendinde iyi
ve kötünün bilgisini taşımamaktadır. İyilik ve kötülüğün tek ahlâki temeli
ilahi buyruklardır. Buna göre hiçbir şey kendi zatından dolayı iyi veya kötü
değildir. Allah’ın iradesinden bağımsız, objektif ahlâk değerleri yoktur.
Allah’ın emrettiği şey ahlâken iyi; yasakladığı da kötüdür. İnsanın ahlâki
vazifesini belirleyen Allah olduğu için, temel ahlâk değerlerini koyan da
O’dur. İnsan aklı, Allah emrettikten sonra, O’nun emirlerindeki iyiliği, bunun
dışındaki uygulamaları da dikkate alarak, fark edebilecek durumdadır. Aklın
bu özelliği, insanın muhatab ve mükellef olmasının da esasını teşkil eder.
Eş’ari’ye göre fiil, “failin, yoktan kasıtlı olarak varoluşa geçirdiği şeydir.”

Bunu gerçekleştiren fail de Allah’tır. İnsan fiilleri zorunlu ve kazanılmış
(müktesep) olmak üzere ikiye ayrılır. İnsanın elinde olmadan yaptıkları,
zorunlu olanlardır: felçlinin sallanması, korkanın titremesi gibi. Böyle
olmayan bütün fiilleri de kazanılmış türden olanlardır. Eş’ari’ye göre insanın
zorunlu ve kazanılmış fiillerinin tümünü Allah yaratmıştır. Kazanılmış
fiillerde iki fail vardır: Bunlardan birisi o fiili hakikati üzere yaratan Allah;
diğeri de kazanan (kesbeden) insandır. İnsan kazanılmış türden bir fiilde
bulunmak istediği zaman Allah o fiili kazanma ve icra etme gücünü insanda
yaratmaktadır.

Kazanılmış fiiller insanda yaratılmış bir güç ile meydana
gelmektedir. Kazanılmış fiillerde söz konusu olan kazanmanın hakikati, bir
şeyini o şeyi kazanan insandan, yaratılmış bir güçle meydana gelmesidir.
Eş’ari insanın ahlâki sorumluluğunu, onda yaratılmış olan kazanma gücü,
yani kesb ile açıklamaktadır.

Eş’ariler istitaat (ahlâki güç) konusunda da Mu’tezile’den farklı düşünür.
Onlara göre istitaat insanda sürekli var olan bir vasıf değildir. İstitaat
“Allah’ın insanda fiili işlemekte olduğu anda ve ancak o fiili yapmaya
elverişli olarak yarattığı, bu sebeple zıt değerde iki fiilden birini serbestçe
kullanmaya elverişli olmayan bir kudrettir.” Bu durumda insan sadece
gücünü kullanabileceği fiili seçip yapabilir.

Eş’ari kelamcılar Mu’tezile ve Maturidiler’in adalet ilkesiyle
bağdaşmadığı gerekçesiyle kabul etmedikleri teklif-i mâ lâ yutakı (insanın
gücünün üstündeki bir emre muhatap olması) teorik olarak mümkün
görmüşlerdir. Zira Allah’ın kudreti için olduğu gibi iradesi için de sınır
çizilemez; O, her şeyi herkesten talep edebilir. Burada Eş’ariler için ahlâkın
tutarlı bir felsefi temele oturtulması kaygısından daha çok, Allah’ın kudret ve
iradesinin mutlaklığı inancının her türlü kuşkudan uzak tutulması gayreti var
gibi gözükse de, biraz daha yakında bakıldığında durumun böyle olmadığı
fark edilebilir. Nitekim insanın neye gücünün yeteceği, kolayca
belirlenebilecek bir şey olmadığı gibi, nerede ve ne zaman, hangi vesile ile
nasıl bir imkânın açılabileceği de belli değildir. Bugün bana mümkün değil
gibi gözüken bir fiil, birkaç yıl sonra mümkün olabilir. Allah’ın emirlerini
sadece belirli şartlarda mümkün olanla sınırlamak, kıyamete kadar geçerli
olan bir din gönderdiğinin hakkını verememek anlamına gelmektedir.