İslâm ve Ahlâk

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
İslâm ve Ahlâk
« : 29 Ocak 2018, 14:41:46 »
İslâm, Cenab-ı Hakk tarafından gönderilen son Peygamber Hz. Muhammed
(s.av.) tarafından tebliğ ve beyan edilmiş, kıyamete kadar bütün insanlara
hitap ederek, inanma ve yaşamada doğru yolu gösteren dinin adıdır. İslâm,
Hz. Peygamber tarafından tebliğ edilirken, bizzat kendisi tarafından
uygulanmış ve bu uygulamaya büyük bir insan kitlesi iştirak ederek şahit
olmuş; daha sonra bu şehadet benzer bir şekilde nesilden nesle, hiçbir
kesintiye uğramadan ve yaşanan hayat içinde ve hayat olarak, nakledilmiştir.

Hz. Peygamber’in tebliği ve bu tebliğe ittiba, nazari ciheti olmakla birlikte
ameli yani bilfiil bir süreçtir. Bu süreçte Allah’ın varlığına ve birliğine ve Hz.
Muhammed’in O’nun kulu ve rasulü olduğuna inanmak, namaz kılmak, oruç
tutmak, zekat vermek yanında, söz ve fiillerinde doğru olmak, insanlara
yardım etmek, akraba ve komşularla iyi ilişkiler içinde bulunmak ve onları
koruyarak gözetmek örneklerinde dile gelen sâlih amel bir ve aynı sürecin
farklı seviyeleri veya unsurları olarak gerçekleşmiştir. Müslüman olmak hem
Allah’a ve Rasûlü’ne inanmak, hem de sâlih olmak/ahlâklı olmak anlamına
gelmiş ve bu şekilde de sürdürülmüştür. İslâm, başından itibaren ilim, iman
ve salih ameldir.

Amelin/uygulamanın imanın bir cüz’ü olup olmadığı ile ilgili tartışma, İslâm’ın
iki mütemmim cüz’ü/tamamlayıcı parçası olan iman ile amel arasındaki irtibatı
kendisine konu ettiği için, dinin ameli bir ciheti olduğu ön şartına/gerçeğine
bağlıdır; bununla karıştırılmaması gerekmektedir. Yani İslâm iki kısımdan
oluşmaktadır. Biri iman diğeri amel/uygulama. Bu noktada hiçbir ihtilaf yoktur.
İhtilaf, bir ara amelin imanın da bir parçası olup olmadığı noktasında ortaya
çıkmış, ama amelin dinin bir parçası olmakla birlikte, imanın bir parçası
olmadığı şeklinde halledilmiştir.

Demek oluyor ki İslâm Ahlâkı teorik yazılara konu teşkil etmeden çok
önce Hz. Peygamber’in hayatında tahakkuk etmiş ve onun etrafındaki ilk
Müslümanlar tarafından da yaşanmıştır. İslâm ahlâkı, İslâm dininin bir
parçası, mütemmim cüzüdür. Müslümanların İslâm’a uygun şekilde yaşayarak,
yani Müslüman olarak varlığını sürdürmesi İslâm ahlâkının da etkin
olması anlamına gelmektedir.

Hz. Peygamber sadece kendisi için veya inziva halinde veya gizli olarak
yaşamamış, yaşadığı hayat etrafındaki sayısı yüz binleri bulan
insanlar/sahabe tarafından (mümkün olan hayat tarzlarından birisi olarak
değil), olması gereken ve ideal hayat tarzı olarak kavranmış ve bu kavrayış
sebebi ile de insanların hayatlarına örnek teşkil etmiştir (usve hasene = güzel
örnek). Hz. Peygamber’in hayatı başından itibaren bütün Müslümanları
ilgilendirmiş; tarih boyunca olduğu gibi bugün de ilgilendirmektedir. K.
Kerim’de Hz. Peygamber’i bu cihetten tavsif eden ve onu Müslümanlara
“örnek” olarak gösteren, ona itaati Allah’a itaat olarak geçerli kılan çok
sayıda ayet-i kerime bulunmaktadır. (Mesela Al-i İmran/3: 32; Nisa/4: 13;
Nur/24: 54). Müslüman olarak yaşamanın Hz. Peygamber’e ittiba olduğu
dikkate alınınca, bu ayetlerin Hz. Peygamber’in müslümanın hayatındaki
yerini de tanımladığı görülür. Bu bakımdan başından itibaren Müslümanlar
Hz. Peygamber’e ittiba ederek yaşayan insanlar olarak, varolagelmişler ve
kıyamete kadar da varolmaya devam edeceklerdir.

Hz. Peygamber kendi hayatında Kur’an-ı Kerîm’i tahakkuk ettirmiş, K.
Kerim’de bulunan emir ve yasaklara göre hayatını düzenlemiştir. Bu hususu
en güzel ifade eden Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber hakkında söylediği “onun
ahlâkı Kur’an idi” sözüdür.

İslâm dini, her ne kadar akidevi ciheti oldukça vurgulasa da, nihai olarak
amel merkezlidir. İmanın altı şartı olarak bilinen, Cenab-ı Hakk’ın varlığına
ve birliğine, meleklere, Peygamberlere ve onlara diğer insanlara tebliğ
edilmek üzere verilmiş olan Kitaplara, ahiret gününe ve nihayet her şeyin
Cenab- Hakk’ın kudreti içinde cereyan ettiğine inanmak, Müslümanlığın
akidevi cihetini özetlemektedir. Ancak buradaki her bir inanç unsurunun
mühim bir ameli ciheti bulunmaktadır.

Mesela Allah’ın varlığına ve birliğine inanmak, sadece bizi
ilgilendirmeyen ve kendi başına mevcut olan ve bizimle doğrudan irtibatı
olmayan bir “ilke”ye inanmak olmayıp, her şeyi yaratan ve yöneten dolayısı
ile insanı ve onun etrafında bulunan her şeyi yarattığı gibi muhafaza da eden,
insana şah damarından bile daha yakın, yaptıkları yanında aklından geçen
şeyleri de bilen, her şeye gücü yeten, dolayısı ile de insanın vicdani
sorumluluğunun kendisine bağlı olarak varlığını ve anlamını kazandığı en
hakiki ve etkin varlığa inanmak anlamına gelmektedir. Nitekim Cenab-ı
Hakk’ın bir hadis-i şerifte sayılmış olan 99 güzel ismi (esmâ’ü’l-hüsna)
bulunmaktadır ve bu isimler Cenab-ı Hakk’ı bir cihetten tanıtmaktadır.
Benzer bir şekilde melekler de, insanların göremediği ama onları gören ve
aynı zamanda her cihetten gözeten varlıklar olarak, insanın ahlâki hayatının
ve ahlâki şuurunun mühim bir boyutunu teşkil etmektedirler. Meleklerin
varlığının farkında olan insan, hiçbir zaman yalnızlık, yapayalnızlık gibi bir
sıkıntı ile karşı karşıya kalmayacaktır. İnsanın kendisini yapayalnız
hissetmesinin, sadece psikolojik olarak değil, ahlâki cihetten de önemli
sorunlar ortaya çıkardığı dikkate alındığı taktirde, mesela her insanın en az
iki meleğinin hep yanında bulunduğunu bilmesinin anlamı daha kolay
anlaşılabilir.

Peygamberlerin her birisi insanlığın önüne yeni varoluş imkanları açmış,
onlara bu dünyada doğru yaşamanın ilkelerini ve kurallarını öğretmiş
oldukları için, bütün insanlığın öğretmenleri ve aynı zamanda her birisi birer
güzel ahlâk örneği olarak yaşamışlar ve öylece de bilinmişlerdir.