Medenî seviyesi yüksek toplumlarda sanat asil bir duygu olarak insanları
ruhen besler ve yüceltir. Sanattan anlamak ve zevk almak, fertlerin sahip
olduğu din ve sanat terbiyesine, kültürüne bağlıdır.
Dinî ve millî hislerle, büyük bir hayranlıkla seyrine doymadığımız,
İstanbul Süleymaniye, Edirne Selimiye, Sultan Ahmed gibi toprağı vatan
yapan mâbedler toplumun süreklilik şuurunu ayakta tutan, dinî hayatı daha
içten ve daha feyizli yaşamamıza sebep olan birer sanat şaheserleridir.
Sanatı toplumun medenî yükselişi için yapan Mimar Sinan, Mustafa Itrî, Dede
Efendi, Şeyh Galib, Şeyh Hamdullah, Ahmed Karahisârî ve Mustafa Râkım
gibi dâhi sanatkârlar en yüksek gönül titreşiminde ortaya koydukları
eserleriyle asırlardır gönülleri titrettikleri ve yücelttikleri bir gerçektir. Bugün
bestelenmiş gibi hâlâ coşkuyla söylenen bayram tekbiri, salât-ı ümmiyye
ruhun ilâhî güzellik karşısında duyduğu hayranlığın ifadesidir. Âşık Yûnus
hâlâ aramızdadır. Her dost meclisinde onun şifalı ellerini bazan mûsiki, bazan
şiir kalıpları içinde üstümüzde hissederiz.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî gibi gönül erleri ilâhî bir kaynaktan aldıkları
hikmetli sözleri, şiir ve söz kalıplarına dökerek kitleleri arkalarından
sürüklemişler, dirliği ve düzeni bozulmuş toplumlarda sanatlarıyla güçlü bir
duygu, düşünce ve iman birliği sağlamış, nesilleri birbirine bağlamışlardır.
Eski zamanın büyükleri insanlığın yüzünü güzele ve doğruya çevirmek,
özellikle din eğitiminde mâneviyatı yükseltmek ve insanları Allah’a
yönlendirmek amacıyla sanatın büyüleyici etkisinden yararlanmışlardır.
Dâvûd peygamberin Allah vergisi güzel ve gür sesiyle Zebûr’dan okuduğu
sûreleri dinleyen bütün mahlûkların onunla beraber Allah’ı tesbih ettikleri,
böylece Hz. Dâvûd’un ilâhî sözleri sanat yoluyla daha etkileyici bir biçimde
insanlara bildirdiği ve gönülleri uyardığı bilinir (Sâd 38/18, 19, 20).
Bütün dinlerin ibadet ve âyinlerinde, askerî ve millî duyguların güçlendirilmesinde, doğumdan ölüme kadar hayatın bütün safhalarında şiir, mûsiki ve diğer güzelsanatlar etkili bir şekilde yerini almış, bu alanda eserleriyle bütün dünya insanlarını etkileyen büyük sanatkârlar yetişmiştir.
Sanat eğitimi aynı zamanda ahlâk eğitimidir. Sanat eğitimi alan bir kimse
bir taraftan kendi sanat ve anlama yeteneğini geliştirirken, bir taraftan da ruhî incelikler kazanarak güzelliğin özlemini çeker, kemale doğru yol alır.
Tarihte bütün uygar toplumlar sanatın bu eğitici ve terbiye edici rolünden
yararlanmışlardır.
Osmanlı toplumunda eğitim ve öğretim çağına gelmiş olan gençleri kötü
alışkanlıklardan uzaklaştırmak için genelde temel eğitimin yanında şiir zevk
ve bilgisi, mûsiki ve hüsn-i hat gibi sanatların eğitimi de verilirdi. Daha
küçük yaşta güzel yazı öğrenmeye başlayan çocuklar, hocalarının dizi
dibinde hem güzel yazının kurallarını öğrenmiş, kabiliyetlerini geliştirmiş
hem de ahlâk terbiyesi görmüş olurlardı. Gençler sanat eğitimi sırasında,
kendi kabiliyetleri ölçüsünde sabırlı ve çalışkan, düzenli ve temiz olma gibi
güzel huylar da kazanırlardı.
Toplumda örnek insan olarak saygı gören hattat,
talebelerinin bütün zaaflarını yakînen takip eder, ders sırasında meşkinin
altına çıkartmaları yaptıktan sonra, gerekli gördüğünde, sözlü uyarılarının
yanında arada bir talebeye başarıları ile gurura kapılmamasını, kin, haset ve
kıskançlık gibi bütün ruhî güzellikleri silip yok eden kötü huylardan
temizlenmesi gerektiğini de yazardı. Böylece hat sanatını öğreten hoca,
topluma örnek insan olarak hazırlandığı talebesine huzurlu bir hayatın da
yolunu göstermiş olurdu.
Osmanlı kültüründe Enderun Mektebi, resmî mektepler ve üstatların
evleri, özellikle daha geniş alanda güzel sanatlar akademisi konumunda olan
tekkeler sanat eğitimi yapılan, tarihte büyük sanatkârlar yetiştirmiş
kurumlardır.
Tekkelerde tasavvuf ahlâkı safiyeti içinde gençler sanat eğitimi
yanında, kendilerine ve topluma zararlı duygu ve düşüncelerden
arındırılırlardı.
Günümüzde etki alanını daha da genişleten sanat, eğitim, moral, reklam
ve politik propaganda aracı olarak ve ticarî amaçlarla ve daha pek çok alanda hızlı, ileri teknik iletişim vasıtaları ile kısa sürede bütün dünya insanlarını etkileyecek bir güce ulaşmıştır. Özellikle gelişmiş ülkelerin, sanatın bu gücünden yararlanarak dünya milletleri üzerinde kendi kültür ve sanatlarını üstün kılma çabası ve yarışı içinde oldukları görülür.
Bu nedenle çağımızda güzel sanatlar eğitim ve öğretimi devlet eliyle
programlanarak kurumsallaştırılmıştır. Bilgi, emek ve büyük servetler
harcanarak müze ve kütüphaneler kurulmuş, şehirlerin tarihî dokuları büyük
bir duyarlılıkla korunmuş, sanatla beraber yaşayan insanların sanat bilgisi,
zevk ve anlayışları geliştirilmiş, böylece sanat ve sanatkâr toplumun sevgi ve
ilgi odağı haline gelmiştir.
Topkapı Sarayı Müzesi, British, Louvre, Metropolitan, Pergamon gibi
müze ve kütüphaneler sahip oldukları çok zengin koleksiyonlarla dünya
tarihine, ulusların kültür ve sanatlarına açılan, bilime ışık tutan ve bilimi
yönlendiren muhteşem kuruluşlardır. Devletler sahip oldukları bu kültür ve
sanat çeşitliliği ve zenginliği ile güç kazanmakta, uluslararası kültür ve sanat
yarışında öne geçmektedirler.
Ayrıca müze, kütüphane ve tarihî çevreleriyle ilgi çeken şehirler de artan
turizm gelirleriyle ülke ekonomisine büyük katkı sağlamaktadır. Gelişmiş
ülkelerin uzun zamandan beri eski uygarlıkların kültür ve sanatlarına karşı
gösterdikleri aşırı ilgi ve sevgisi, dünya kültür ve sanatlarını koruma, tanıtma
ve gelecek kuşaklara aktarma gibi hedeflerinin yanında, sanat eserleri
aracılığı ile milletlerin ruh inceliklerini, duygu ve düşüncelerini öğrenmek ve
bu uluslar üzerindeki politikalarını bu alanda yapılan bilimsel araştırmalara
göre belirlemek ve böylece hâkimiyetlerini güçlendirmek amacına da
yöneliktir.
Milletlerin medenî seviyeleri ve üstünlükleri ortaya koydukları ve sahip
oldukları sanat eserleriyle ölçülür. Çünkü bir dönemin maddî ve mânevî
kültür değerleri en saf bir şekilde sanat eserlerine siner. Ancak millî özelliği
olan sanat eserlerinin tesiri bütün dünyayı sarar ve o zaman sanat evrensel birdeğer ve güç kazanır.
Milletlerin hayatı, kökleri mâzide olan güzel sanatlarının canlı tutulmasına, öğretilmesine, sevilmesine ve korunmasına bağlıdır. Böylece uluslar ya varlıklarını devam ettirirler veya hâkim kültür içinde erir, tarih sahnesinden silinirler.