Hz. Ebû Bekir'in Halife Seçilmesi

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Ders Hocası

  • Hocanın Biri
  • *******
  • Join Date: Eki 2016
  • Yer: Hatay
  • 63863
  • +526/-0
  • Cinsiyet: Bay
    • Arif Arslaner
Hz. Ebû Bekir'in Halife Seçilmesi
« : 15 Ocak 2018, 12:11:36 »
Sözlükte “birinin yerine geçmek, yerini doldurmak, vekâlet veya temsil
etmek” gibi anlamlara gelen hilâfet, terim olarak İslâm devletlerinde Hz.
Muhammed’den sonraki devlet başkanlığı makamını ifade eder. Dolayısıyla
halîfe, “bir kimsenin yerine geçen, onu temsil eden kimse” anlamına gelir ve
devlet başkanı demektir. Hz. Peygamber adına toplumu yöneten halîfeye,
Müslümanların önder ve lideri olması sebebiyle aynı zamanda imam da
denilmiştir. Hz. Ömer’in halîfeliğinden itibaren halîfe kelimesinin yerine
“emîrü’l-mü'minîn” tabiri kullanılmaya başlanmıştır. Daha sonraki İslâm
tarihi sürecinde ise Müslümanlara namaz kıldırma hizmeti anlamındaki
imâmetten ayırmak amacıyla devlet başkanlığına imâmet-i kübrâ veya
imâmet-i uzmâ denildiği de görülür.
(bk. TDV İslâm Ansiklopedisi, “Hilâfet” ve “İmâmet” maddeleri)

Resûlullâh’ın vefatının hemen ardından Medineliler, Benî Sâide Çardağı
adı verilen toplantı yerinde Müslümanların yönetimine istekli olduklarını
açıkladılar. Ensârın adayı olarak Hazrec reislerinden Sa‘d b. Ubâde’nin adı
öne çıktı. İslâm’ın gelişmesinde önemli hizmetleri olduğu için kendilerini
halifeliğe lâyık görüyorlardı. Ensârın bu girişimini haber alan muhâcir
önderleri Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Ebû Ubeyde b. Cerrah derhal toplantı
yerine gittiler. Burada Medinelilerin niyetini öğrenen Hz. Ebû Bekir, ensârın
dindeki faziletini, Müslümanlar arasındaki değerini ve Hz. Peygamber’e
yardımlarını vurguladıktan sonra diğer Arapların halifelik konusunda ancak
Kureyş’e itaat edeceklerini, Müslümanların birliğini koruyabilmek için o
günkü şartlarda Kureyşli bir kişinin göreve getirilmesinin uygun olacağını
söyledi. Buna göre yönetici Kureyş’ten, yardımcılar ise ensârdan olmalıydı.
Hz. Ebû Bekir’in açıklamaları, ensârın büyük bir kısmını ikna etti.

Halîfelik görevinin Kureyş’te kalması kanaati öne çıkmaya başlayınca
Hazrecli Hubâb b. Münzir, karşılıklı olarak aynı anda her iki taraftan birer
kişinin bu makama getirilmesini teklif etti. Fakat bu teklif, ensâr ileri
gelenleri tarafından dahi destek görmedi. Dahası, Medineli Beşîr b. Sa‘d ve
Ma‘n b. Adî gibi şahıslar, hilâfetin Kureyş’in elinde kalmasının gereğini
vurgular mahiyette görüş bildirdiler. Bu son açıklamalar, görüşmelerdeki
muhâcir temsilcilerinin tezini daha da güçlendirmiş oldu.

Halifelik seçiminde genel kanaatin Kureyş üzerinde birleşmesi üzerine
Hz. Ebû Bekir, yanında bulunan Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde’yi işaret
ederek bunlardan herhangi birinin halîfe olarak seçilebileceğini açıkladı.
Fakat onların her ikisi de bu görev için en uygun adayın Hz. Ebû Bekir
olduğunu söylediler. Sonuçta Müslümanların halîfesi kendiliğinden ortaya
çıkmış oldu. Bunun üzerine başta Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde olmak üzere
toplantıda hazır bulunanlar sırasıyla Hz. Ebû Bekir’e biat ettiler.

Hz. Ebû Bekir’in halîfe seçilmesinde belirleyici unsur, o dönemin tarihî, siyasî
ve sosyal gerçekleridir. Zamanın şartlarında Kureyş’ten başka bir kabilenin
Arap toplumunu kuşatması mümkün değildi. Zira Kureyş kabilesinin gücü ve
etkinliği, bütün topluluklar tarafından kabul edilmiş durumdaydı. Buna karşılık,
Araplar nazarında Medineli ensârın etkisi son derece sınırlıydı. Ortaya çıkan
bu gelişme, halifelik meselesinin konjonktürel, yani o dönemin sosyo-politik
durumuna işaret eder. O günkü şartlarda Kureyş’in, diğer Arap kabilelerine
göre daha güçlü, iktidara daha yakın ve yatkın olduğu, siyasî, içtimaî, iktisadî
ve dinî yönden Kureyş’e rakip olabilecek bir kabilenin bulunmadığı açıktır.
Ancak bu konumun sürekli böyle devam edeceği iddia edilemez; zaman geçip
şartlar değiştiği takdirde pekalâ başka kabile veya milletlerin de aynı görevi
üstlenmeleri mümkündür.

Benî Sâide toplantısında Hz. Ebû Bekir’e biat edilmesiyle ensâr-muhâcir
dayanışması yeniden sağlanmış oldu. Gerçi ensârın adayı olan Sa’d b. Ubâde,
Hz. Ebû Bekir’e biat etmedi ama ensârın geri kalanı bütünüyle biat ettiği için
Sa‘d’ın tutumu herhangi bir problem doğurmadı. Hz. Ebû Bekir de ince bir
siyaset uygulayarak problemin tırmanmasının önüne geçti.

İlk halîfe seçimine farklı bir açıdan bakan ikinci topluluk, Hâşimîlerdi.
Esasında bunların, Hz. Ebû Bekir’e, hilâfete layık olma ve onun gereklerini
yerine getirebilme açısından bir itirazları söz konusu değildi. Ancak
Kureyş’ten olması uygun görülen ilk halifenin onlara göre Benî Hâşim
kolundan olması daha isabetli olurdu. Yani onlar, Hz. Peygamber’e
yakınlıkları sebebiyle hilâfetin kendilerine ait olması gerektiğini
düşünüyorlar, aralarından bir grup ise özellikle Hz. Ali’yi halifeliğe daha
uygun görüyorlardı. Ancak ashâb Hz. Ebû Bekir’de birleşince, onlar da kısa
bir gecikmeyle biat ettiler. Bununla beraber İslâm tarihi kaynaklarının
ittifakına göre Hz. Ali, hiçbir zaman kendisinin halîfeliği ile ilgili olarak bir
dinî delili gündeme getirmemiş, ayrıca Hz. Ebû Bekir’e biat ettikleri için
sahâbeye gücendiğini ima eden bir söz de sarf etmemiştir. Hz. Ebû Bekir’in
şahsı ve halifelik konumuyla ilgili olumsuz bir ifade kullanmamış, onun
hilâfete layık bir şahsiyet olduğunu ifade ettikten sonra sadece bu meselenin
kendilerinden habersiz bir şekilde sonuçlandırılmasından duyduğu kırgınlığı
dile getirmekle yetinmiştir.

Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğine, Kureyş içinde Hâşimîlerle soy yakınlığı
bulunan Ümeyyeliler de itiraz etmişlerdir. Özellikle bu kabilenin en etkili
şahsı olan Ebû Süfyan b. Harb, Kureyş içinde Teymoğulları gibi zayıf bir
kabileye mensup olan Hz. Ebû Bekir’e biat etmenin gerek Hâşimîler, gerekse
Ümeyyeliler adına kınanacak bir davranış olduğunu dile getirmiş, ardından
da Hz. Ali’yi halîfeliğini ilân etmeye çağırmıştır. Ancak Hz. Ali, Ebû
Süfyan’ın davetine itibar etmediği gibi, teklif sahibini İslâm ve Müslümanlar
aleyhine fitne çıkarmakla suçlamış, kendilerinin bu göreve Hz. Ebû Bekir’i
lâyık gördüklerini açıkça beyan etmiştir.

Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğe getirilmesi hadisesi, Hz. Peygamber’den sonra
Müslümanların karşı karşıya kaldıkları ilk iç mesele idi. Buna rağmen Hz.
Ebû Bekir’in siyâsî dirayeti sayesinde önemli bir sıkıntıyla karşılaşılmadan
çözüldü. Hz. Ebû Bekir’in halîfeliğinin en önemli problemi olan ridde
olayları ile bunun hemen ardında başlatılan fetih hareketleri de, Müslümanlar
arasındaki muhtemel hilâfet tartışmalarını gündemden düşürdü. Kısaca ifade
etmek gerekirse, dış meseleler ve hedefler, içerideki anlaşmazlıkları geri
plana itmiş oldu. Benî Sâide’de olup bitenler, belki İslâm tarihinin ilerleyen
sürecinde sadece halîfe seçimi konusu olmakla sınırlı kalmayacak, farklı
mezheplerin gündemini çeşitli yönlerden meşgul edecektir.

Hz. Ebû Bekir’in halife seçildikten sonra yaptığı konuşma onun tevazuu
yanında hem birleştiriciliğini hem de adalet ve hakkaniyetten yana kararlı
tutumunu göstermesi bakımından dikkat çekicidir. O şöyle diyordu:
“Allah’a yemin olsun ki, benim asla hilâfet makamında gözüm
olmamıştır. Ne gündüz, ne de gece bunu asla kendim için istemedim. Bu işin
bana verilmesi için ne kendi içimden ve ne de açıktan Allah’a duada
bulundum. Ancak bu görevi kabul etmemem hâlinde toplumda fitne ve
karışıklıkların çıkacağından endişe ettim. Bu vazife üzerimde iken asla rahat
ve huzur içinde bulunamayacağım. Allah’ın bana nasip edeceği kuvvet ve
imkânlar bir yana, bana verilen bu işi tam olarak yerine getirebilmem için
şahsen elimde ne bir güç, ne de bir imkân vardır. Bugün benim yerime bu
göreve daha yetkin birinin seçilip görevlendirilmesini isterdim. Ey insanlar!
En iyiniz olmadığım halde sizin idareciniz olarak seçilmiş bulunuyorum.
Şayet görevimi lâyıkıyla yaparsam, bana yardım ediniz. Yanlış hareket ve
davranışta bulunursam, bana doğru yolu gösteriniz. Doğruluk, itimat ve
emniyet, yalancılık ise hâinlik ve itimadı kötüye kullanmaktır. Güçsüz
olanınız şayet haklı ise, hakkını alıncaya kadar benim yanımda güçlüdür.
Güçlü olanınız haksız ise, kendisinden hak sahibinin hakkını alıncaya kadar
benim yanımda güçsüzdür. Bir millet, Allah yolunda cihadı terk ederse zillete
mahkum olur. Bir millet arasında kötülükler yaygın olursa Allah onlara
umumî bir belâ verir. Allah’a ve Resûlü’ne itaat ettiğim sürece bana itaat
ediniz. Şayet onlara isyan edersem, bana itaatiniz gerekmez. Allah’ın
rahmeti üzerinize olsun.”
(Vâkıdî, s. 48; İbn Hişam, IV, 311; İbn Sa‘d, III, 182-183; Taberî, III, 210. )