Vefakârlık, Sevgili Peygamberimizin ruhunu süsleyen erdemlerden biriydi.
Sözünde durur, vaadinden dönmezdi. İslâm’a hizmet edenleri hiçbir zaman
unutmaz, arkadaşlarını ve aile dostlarını sık sık arar ve anardı. Bir defasında
Habeşistan hükümdarının elçileri Medine’ye geldiklerinde onlarla bizzat
ilgilenmişti. Bunun sebebi, vaktiyle Habeşlilerin, ülkelerine sığınan
Müslümanlara gösterdikleri konukseverlikti.
Peygamber Efendimiz, bir sefer esnasında yolunu Ebvâ’dan geçirerek
annesi Âmine’nin kabrini ziyaret etti; eliyle toprağı düzelterek kendisine olan
şefkatini hatırladı ve hüzünlendi. Kendisine süt emziren Süveybe hanıma
çeşitli yardımlarda bulundu. Yine sütannesi Halîme’ye hürmet eder ve
ihtiyaçlarını karşılardı. Dadısı Ümmü Eymen’e, “Sen benim ikinci annem
sayılırsın” diyerek iltifat ederdi. Amcası Ebû Tâlib’in eşi, yengesi Fâtıma
Hanım için de “O, benim annemdi!” diyordu.
Mut’im b. Adiy, Kureyş’in ileri gelenlerinden olup İslâm’a girmemişti. Hz.
Peygamber, risaletin onuncu yılında Tâif’ten dönerken Mekke müşriklerinden
eman istemek zorunda kaldı. Onun talebine sadece Mut’im cevap verdi. Hz.
Peygamber bu sayede Mekke’ye girebildi. Yıllar sonra gerçekleşen Bedir
Savaşı’nda müşrik liderleriyle birlikte Mut’im de öldürüldü. Hz. Peygamber
devrinin Müslüman şairlerinden Hassan, onun ölümünün ardından bir mersiye
yazmış, şiirinde vaktiyle Peygamberimizi himaye ettiğinden bahisle onu iyilikle
anmıştı. Peygamber Efendimiz, kendisi adına gösterilen bu vefakârlıktan
hoşnut oldu. Düşman esirlerine ne yapılacağı tartışılırken Peygamber
Efendimiz’in “Şayet Mut’im b. Adiy sağ olsaydı ve benden esirleri isteseydi
fidye istemeden hepsini serbest bırakırdım” dediği rivayet edilir.