Hz. Peygamber, yetim olarak dünyaya geldi, dedesinin ve amcasının
himayesinde büyüdü. Çocukluğunda önce çobanlık yaptı, ardından ticaretle
uğraşıp amcasının geçimine katkı sağladı. Zengin bir hanım olan Hz. Hatice
ile evlenince onun evine geçti ve maddi durumu iyileşti. Ancak Medine'ye
hicret ettiğinde herhangi bir mal varlığı yoktu. Diğer muhacirler gibi bir süre
ensarın yardımıyla geçindi. Bedir Gazvesi'nden sonra nazil olan ve
ganimetlerin beşte birinin Allah'a, resulüne, onun akrabalarına, yetimlere,
yoksullara ve yolculara ait olduğunu bildiren âyet (Enfâl 8/41) Peygamber
ailesinin başlıca geçim yolunu belirlemiş oldu. Hz. Peygamber, savaşa katılan
asker sıfatıyla, gaziler arasında paylaştırılan ganimetten kendisine düşen
hisseyi de alırdı. “Safiy” denilen ve ganimetlerin taksiminden önce
komutanın tercihine bırakılan komutanlık hakkı hususunda ise, bazen bir
kılıç, bazen bir at, bazen bir köle veya cariye gibi sembolik bir tercih yapar,
hiçbir şekilde maddi değeri fazla olan bir mal almazdı.
Hz. Peygamber’i öldürmek maksadıyla tuzak kurmaları sebebiyle
Medine'den savaşsız bir şekilde sürgün edilen Benî Nadîr Yahudilerinin
“fey” denilen toprakları da, bu konuda inen ayet gereğince onun tasarrufuna
bırakıldı. Hayber ve Fedek arazilerinden gelen yıllık ürünün belli bir miktarı
da ilâve edildi. Fethedilen yerlerden alınan bazı malların yanı sıra Uhud
Gazvesi'ne katılan mühtedi sahâbi Muhayrîk en-Nadrî, savaşta şehit düşerse,
hurma bahçelerinin gelirinin Resûl-i Ekrem'e bırakılmasını vasiyet etmişti.
Hz. Peygamber, kendisine verilen hediyeleri de kabul ederdi.
Hz. Peygamber, peygamberliği veya devlet başkanlığı dolayısıyla
herhangi bir ücret almıyordu. Fakirlere verilmesi gereken zekâttan ve diğer
vergi gelirlerinden de hiçbir şekilde yararlanmazdı. Zekâtın kendisi ve aile
fertleri için helal olmadığını söylerdi.
Buna göre, Hz. Peygamber’in anagelirleri;
a. Enfal sûresinin 41. ayetine göre, ganimetlerin beşte birinden kendisine
tahsis edilmiş olan hisse ve ayrıca asker sıfatıyla ganimetlerden payına
düşen miktar.
b. Sulh yoluyla ele geçirilen arazilerden elde edilen gelir. Fedek arazisi
bunun en meşhur örneğidir.
c. Çeşitli hediyelerden ibaretti.
Resûl-i Ekrem kendisi son derece mütevazi bir hayat sürer, bu
kalemlerden elde edilen malını müslümanların ihtiyaçlarına harcardı. Elde
ettiği geliri hemen ihtiyaç sahiplerine dağıttığı için bazan birkaç gün yemek
yemediği, gün boyu aç kaldığı, evinde bir iki ay boyunca yemek pişmediği
olurdu. Hz. Peygamber vefatı öncesinde zırhını rehin bırakarak bir yahudiden
30 ölçek arpa almıştı. Vefatı sırasında zırhı yahudinin elinde bulunuyordu
(Buhârî, Cihâd 89, Megâzî 86; Müslim, Müsâkât 124-126).
Ölümünden kısa bir süre önce elinde kalan 7 dirhemin,
bununla Allah'ın huzuruna çıkmaktan haya edeceğini söyleyerek
fakirlere dağıtılmasını istedi. Dolayısıyla Hz.Peygamber,
geride para veya mal olarak zikredilmeye değer maddî bir miras bırakmadı.
Mirasının tamamı sadece bir katır, birkaç silah ve sadaka olarak
ayırdığı birkaç araziden ibaretti. Arazilerin gelirinin ailesi için harcanmasını
ve kalanının devlet hazinesine devredilmesini emretmişti.
Ashâb-ı kirâmdan Amr b. Hâris, Peygamberimiz’in terekesiyle ilgili
olarak şöyle demiştir:
“Rasül-i Ekrem, ölümünde ne bir dirhem ne bir dînar ne bir cariye ne de
bir mal bırakmıştı. Onun geriye bıraktığı şeyler, beyaz katırı, silahı ve
tasadduk ettiği birkaç arazi parçasından ibaretti.
(Buhârî, “Vesâyâ” 1, “Cihâd” 61, 86)”.
Rasûlullah (s.a.v.), savaşsız ele geçirilen ve hukûkî bakımdan kendisinin
tasarrufuna bırakılan Fedek hurmalıklarını, Medîne'deki bir bağı ve Hayber
arazisindeki hissesini vakfetmişti. Hz. Fâtıma, babasının bu arazilerinin
kendisine kaldığını düşünerek Hz. Ebûbekir'e müracat etttiğinde, Hz. Ebû
Bekir, Peygamberimiz’in, “Biz peygamberler, miras bırakmayız. Bıraktığımız
mal sadakadır.” hadisini aktardıktan sonra şöyle dedi:
“Şimdi bu vakıf maldan Muhammed ailesi yiyerek istifâde edebilir.
Ancak bundan fazla hakları yoktur.”
Hz. Peygamber, maddî olarak zikredilmeye değer bir miras bırakmamasına
karşılık, başta ümmetine olmak üzere bütün insanlığa, onların
kurtuluşunu sağlayacak, son derece büyük manevî bir miras bıraktı. Veda
hutbesinde de belirttiği gibi Kur'an ve Sünnet'ten meydana gelen bu miras,
insanları hidayet ve selamete kavuşturan ve bu açıdan hiçbir alternatifi
olmayan tek miras olarak kalacaktır.