Hz. Peygamber, Kubâ’dan hareket etmeden önce dayıları Neccâroğulları’na
haber göndermiş; onlar da kılıçlarını kuşanarak gelmişlerdi. Resûlullah
devesine binerek Ebû Bekir’i terkisine aldı; etrafında Ensâr ve Neccâroğulları
olduğu halde şehre girdi. Hangi kabilenin mahallesinden geçtiyse yanlarında
kalmasını teklif ederek, ona her türlü desteği sağlayacaklarını söylediler.
Ancak Resûlullah, devesinin yolunu açmalarını, deveye nereye çökeceğinin
emredildiğini söyledi. Resûlullah’ın devesi, Neccâroğullarından Sehl ve
Süheyl adlı iki yetim kardeşe ait olan bir araziye çöktü.
Muhtemelen Medinelilerin muazzam ilgisiyle karşılaşan Hz. Peygamber,
onları kırmamak için böyle bir çözüm yolu bulmuştu. Böylece Hz.
Peygamber, Medine’deki hassas dengelerin bozulmasına sebep olabilecek
davranışlardan kaçınıyordu. Şehre geldiğinde Evslilere konuk olsa
Hazrecliler, Hazreclilere konuk olsa Evsliler kırılacaktı. Bu hikmetli yolla iki
taraf da kırılmadan mesele halledildi.
Hz. Peygamber, devesinin çöktüğü yerin yakınında evi bulunan,
Neccâroğullarının bir kolu olan Hâriseoğullarından Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd
el-Ensârî’nin evine misafir oldu. Mescit inşa etmek üzere belirlenen yer de
Neccâroğullarının bölgesindeydi. Neccâroğulları, Hz. Peygamber’in dedesi
Abdülmuttalib’in annesi Selmâ’nın kabilesiydi. Selmâ, Neccâroğulları’nın
‘Adîoğulları kolundandır. Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib, burada
büyümüştü.
Hz. Peygamber’in babası Abdullah ticaret için Suriye taraflarına gittiği bir
yolculuk dönüşünde hastalanınca Yesrib’te, dayıları ‘Adîoğullarının yanında
bir ay kalmış; vefat edince de oraya defnedilmişti. Yine Hz. Peygamber
küçüklüğünde annesiyle birlikte Medine’ye, dayızadelerinin yanına bir
yolculuk yapmış ve burada bir süre kaldıktan sonra dönüşte Ebvâ’da annesini
kaybetmişti. Bütün bunlar Hz. Peygamber’in ailesi ile ‘Adî b. Neccâroğulları
arasındaki ilişkilerin hicretten önce de devam ettiğini göstermektedir.
Dolayısıyla Hz. Peygamber’in kendisine destek olabilecek dayılarının
yanında kalmayı düşünmüş olması da mümkündür. Öte yandan Arap
geleneğine göre Hz. Peygamber’in dayızadelerinin yanında kalmasının
isabetli bir karar olduğu görülmektedir. Çünkü Hz. Peygamber’i yanlarına
kabul etme ve koruma görevi öncelikle onlara düşer. Ancak Resûlullah,
meseleyi akrabalık ilişkilerine indirgememek istemiş olacak ki, ‘Adî b.
Neccâroğullarının yanlarında kalması hususundaki tekliflerini reddetmiş;
onların yakınları olan Mâlik b. Neccâroğullarının yanına inmiştir.
Resûlullah’ın Medine’ye girişinden itibaren evinde kaldığı Ebû Eyyûb
Hâlid b. Zeyd, Hz. Peygamber’e hizmet etmek için azami derecede özen
gösterdi. Resûlullah’ı evinin ikinci katına yerleştirmek istediyse de o bunu
kabul etmedi. Hz. Peygamber, ev sahiplerinin rahatsız olmaması için elinden
gelen gayreti gösteriyordu. Bu arada Neccâroğulları, Hz. Peygamber’e
nöbetleşe yemek götürüyorlardı.
Mescidin inşasından sonra Hz. Peygamber, azatlıları Zeyd b. Hârise ile
Ebû Râfi’i Mekke’ye göndererek ailesini getirtti. Hz. Peygamber bunun için
Hz. Ebû Bekir’den 500 dirhem borç almış; ayrıca kendilerine iki deve
vermişti. Hz. Ebû Bekir de oğlu Abdullah’a haber göndererek ailesini
Mekke’den getirmesini istedi.
Zeyd b. Hârise, Hz. Peygamber’in hanımı Sevde, kızları Fâtıma ve Ümmü
Külsûm’u, kendi hanımı Ümmü Eymen ve oğlu Üsâme’yi Medine’ye
götürdü. Mekkeliler, şehirden ayrılmalarına engel olmadılar. Zeyd, Hz.
Peygamber’in diğer kızı Zeyneb’i Medine’ye götüremedi; zira o zamanlar
müşrik olan kocası Ebü’l-‘Âs b. Rebî‘ tarafından alıkonmuştu. Hz. Ebû
Bekir’in oğlu Abdullah ise annesi Ümmü Rûmân, kız kardeşleri Esma ve
Âişe’yi Medine’ye götürdü.
Hz. Peygamber’in Medine’ye gidişi Kureyşlileri çok rahatsız etti. Orada
barınmasını engellemek için hemen girişimlere başladılar. Bu amaçla o sırada
Medine’de sözü dinlenen bir kimse olan Abdullah b. Übey’e tehditkâr bir
mektup yazdılar. Mektupta, Hz. Peygamber’le savaşarak onu öldürmelerini
veya şehirden çıkarmalarını, aksi takdirde Mekkelilerin onlara saldırıp
erkeklerini öldüreceklerini ve kadınlarını cariye olarak alacaklarını
söylüyorlardı. İbn Übey mektubu Medinelilerle müzakere ederken Hz.
Peygamber’in bundan haberi olmuş; Abdullah’a giderek böyle bir durumun
meydana gelmesi halinde kendilerinin zararlı çıkacaklarını hatırlatmıştır.
(Ebû Dâvud, “Harâc”, 23).