İslâmiyet’in doğduğu ve yayıldığı ilk zamanlarda Araplar’ın basit ve sade bir
mûsikileri mevcuttu. Araplar’ın sesle yaptıkları nağmelere terennüm, şiirle
söyledikleri nağmelere gınâ denirdi. Bu dönemlerde mûsiki tamamen amelî
(uygulanmaya yönelik) idi. Kaynaklarda bu dönemde mûsiki nazariyatının
mevcut olduğunu gösteren herhangi bir kayda rastlanmamaktadır.
Arap mûsikisinde, Hz. Osman dönemine kadar “hudâ” ve “nasb” adı verilen iki basit form icra edilmekteydi. Daha sonra “sinâd (senâd)” ve “hezec” adlı
formlar icra edilmeye başlandı. Hz. Osman devri, Hicaz’da profesyonel
anlamda okuyucuların (mugannîler) ortaya çıkmaya başladığı dönemdir.
Aynı zamanda şair olan Hz. Ali’nin güzel sanatlara ve edebiyata önem
verdiği ve bu kişileri teşvik ettiği söylenir.
Dört halife (Hulefâ-yi Râşidîn) devrinin sonlarında, o zamana kadar icra edilen mûsiki formlarından sanat değeri yüksek, arûza dayanan ve ağır ritimle seyreden “el-gınâü’l-mutkan (veya el-gınâü’r-rakīk) adlı bir form düzenlendi.
Özellikle Emevîler döneminde mûsiki, halife saraylarına girmeye başlayınca, devlet adamları tarafından da mûsikiye ilgi arttı. Hatta halifeler bizzat mûsikiyle uğraşmaya, mûsiki âletlerini öğrenmeye başladılar. Bu dönemde şöhret olmuş pek çok okuyucu mevcuttu. Bunlar arasında Tuveys, Azzetü’l-Meylâ, Garîz, Saîd b. Miscah, İbn Muhriz, Ebû Saîd Cemîle, İbn Süreyc, Ma‘bed ve Delâl en önemlilerindendir.
İslâm âleminde ilk mûsiki nazariyesi eseri yazan Yûnus el-Kâtib, Saîd b. Miscah, İbn Muhriz, Garîz ve İbn Süreyc’in Arap mûsikisinin dört temel taşı olduğunu söyler.
Abbâsîler döneminde Grekler’e ait nazarî mûsiki eserlerinin tercüme
faaliyeti başlamıştır. 830’da Halife Me’mûn tarafından kurdurulan
Beytülhikme bir çeşit İslâm üniversitesi olmuş ve bu tercüme çalışmalarını
üstlenmiştir. Bizzat halifeler tarafından desteklenen ve halkın da rağbet ettiği
mûsiki bu dönemde büyük ilerleme kaydetti.
Profesyonel mûsikişinasların sık sık sarayda ağırlanmaları, mûsiki ilim adamlarının katılımıyla halifenin huzurunda yapılan ilmî tartışmalar ve fasıllar bu devirde mûsikiye gösterilen ilginin açık göstergeleridir.
Abbâsîler döneminde bestecilik yönünden de zengin bir dönem yaşandığı görülmektedir. Mûsikişinas Yahyâ el-Mekkî’nin kaleme aldığı Kitâbü’l-Egānî’nin (eser, günümüze ulaşamamıştır) 12.000 besteyi içine aldığı söylenilirse bu alanda zengin bir repertuvarın oluştuğu anlaşılabilir. Bu dönemin önemli mûsikişinasları arasında Yahyâ el-Mekkî,
İbn Câmi‘, İbrâhim el-Mevsılî, İshak el-Mevsılî, İbrâhim b. Mehdî, Ziryab,
Barsümâ sayılabilir.
İslâm dünyasındaki ilk nazarî mûsiki çalışmalarının ürünleri VIII.
yüzyıldan itibaren alınmaya başlanmış ve mûsiki sistemindeki bu teorik yapı
VIII-XIII. yüzyıllarda gelişerek Endülüs’ten Çin’e ve Orta Afrika’dan
Kafkaslar’a kadar geniş bir alanda yaygınlaşmıştır.
Emevîler ve Abbâsîler devrinde Yûnus el-Kâtib, Zelzel ve Halîl b. Ahmed el-Ferâhidî ile başlayan bu nazariyat çalışmaları daha sonraları İbrâhim el-Mevsılî, İbrâhim b. Mehdî, İshak el-Mevsılî, İbn Hurdâzbih ve İbnü’l-Müneccim ile devam etti.
Ya‘kūb b. İshak Kindî (ö. 866 [?]) mûsiki teorisi üzerine çalışan ilk İslâm
filozofudur. Mûsikiye dair on risâle yazmış olan Kindî Arap mûsikisinde ilmî
ekolün kurucusu kabul edilir.
Kindî, ebced harflerine dayalı bir nota sistemi kurmuş; mûsikiyi felsefe, mantık, geometri, aritmetik ilimleriyle birlikte değerlendirmiştir.
Kindî’den sonra, bu sahadaki çalışmaları günümüze ulaşmış diğer bir İslâm filozofu Fârâbî’dir (ö. 950). Aynı zamanda iyi bir icracı olan Fârâbî’nin mûsiki konusunda yazdığı üç eserinden en genişi elMûsîka’l-kebîr’dir.
Eser, Batı’da ve İslâm dünyasında mûsiki teorisi ve özellikle mûsiki felsefesi hakkında yazılmış en sistemli eserlerden biri kabul edilir.
Eserde, Grekler’in bu konularda ileri sürdüğü fikirler açıklanmış ayrıca
onlardan eksik olarak ulaşan bilgiler de düzeltilerek tamamlanmıştır.
Bu eser, mûsiki âletleri konusunda da, dönemin en kapsamlı eseri olarak bilinir.
Fârâbî’den sonra mûsiki teorisi üzerine eserler yazılmaya devam edilmiş,
Muhammed b. Ahmed el-Hârizmî’nin (ö. 997) Mefâtîhu’l-ulûm adlı
ansiklopedik eserinin mûsikiye ait bölümleri ile trigonometrinin kurucusu
Ebü’l-Vefâ el-Bûzcânî’nin “ikâ”ya dair eserleri konunun en ciddi çalışmalarındandır.
X. yüzyılda Basra’da dinî, siyasî, felsefî ve ilmî amaçlarla ortaya çıkan
bir topluluk olan İhvân-ı Safâ’nın, bu konulardaki düşüncelerini içine alan
İhvân-ı Safâ Risâleleri adlı külliyatın mûsikiyle ilgili bölümünde, dönemin
bilgileri aktarılmıştır.
Ortaçağ tıbbının önemli isimlerinden olan İbn Sînâ da eş-Şifâ, en-Necât ve Dânişnâme-i Alâî adlı kitaplarında mûsikiye uzun yer vermiştir.
İbn Sînâ’nın talebesi İbn Zeyle, Fahreddin er-Râzî ve Nasîrüddîn-i
Tûsî de bu alanda eser vermiş önemli bilim adamlarındandır. Ayrıca bu
yüzyılda yazılan bazı tarih ve coğrafya kitaplarında mûsiki tarihi ve
mûsikişinasların hayatlarına dair geniş bilgiler yer almaktadır.
Mes‘ûdî’nin Mürûcü’z-zeheb, Ebü’l-Ferec el-İsfahânî’nin el-Egānî adlı kitapları bu eserler in en önemlilerindendir.
XIII. yüzyılda fizik âlimi Safiyyüddin el-Urmevî kaleme aldığı Kitâbü’lEdvâr
fî ma‘rifeti’n-nagam ve’l-evtâr adlı eseriyle mûsiki alanında yeni bir
dönem başlattı.
Ünlü İngiliz müzikolog ve bestecisi Sir Charles Hubert Parry’in “tahayyül edilmesi bile güç olan mükemmel bir ses dizisi” olarak nitelendirdiği bu sistem, sonraki yüzyıllarda benimsendi, mûsiki çalışmalarında esas alındı ve hemen her yazarca adı anılarak kullanıldı.
XIV. ve XV. yüzyılda Safiyyüddin’in bu sistemi üzerinde pek çok çalışma yapıldı. Bu çalışmaların XIV. yüzyıldaki merkezi Azerbaycan ve çevresi, XV.
yüzyıldaki merkezi ise Azerbaycan, Batı Türkistan ve Osmanlı kesimleridir.
Bu döneme kadar daha çok Batı Türkistan ve Azerbaycan bölgelerinde
yoğunlaşan çalışmalar, bu yüzyıldan itibaren Osmanlı ülkesine kaymaya
başlamıştır.
Mûsiki nazariyatı konusunda pek çok eserin yazıldığı bu dönemde Hızır b. Abdullah’ın II. Murad’a ithaf ettiği Kitâbü’l-Edvâr, Abdülkādir-i Merâgī’nin başta Câmiu’l-elhân ve Makāsidü’l-elhân olmak üzere yazdığı altı eser, Lâdikli Mehmed Çelebi’nin II. Bâyezid’e takdim ettiği Zeynü’l-elhân ve Risâle-i Fethiyye önemli çalışmalardan bazılarıdır.
XVI. yüzyılın sonlarından itibaren mûsiki nazariyatına dair eserlere
rağbet azalırken daha çok beste ve icraya yönelik çalışmalar hız kazandı.
İstanbul’un bir kültür ve sanat merkezi haline gelmesinden sonra mûsiki
çalışmaları, bu şehir ve çevresinde devam etmeye başladı.
Dimitrie Cantemir (Kantemiroğlu) II. Ahmed’e ithaf ettiği Kitâbu İlmi’l-mûsikî alâvechi’lhurûfât adlı çalışmasıyla hem yeni bir nota sistemi teklif etmiş hem de 350 civarındaki mûsiki bestesini repertuvara kazandırmıştır. Aynı dönemde Galata Mevlevîhânesi şeyhlerinden Kutbünnâyî Osman Dede yine bir nota sistemi icat etmiş, Rabt-ı Ta‘bîrât-ı Mûsikî adlı bir mûsiki kitabı yazmıştır.
Daha sonra Yenikapı Mevlevîhânesi şeyhlerinden Abdülbâki Nâsır Dede, III.
Selim’in isteği üzerine yeni bir nota sistemi düzenlemiş ve ayrıca Tedkīk u
Tahkīk adlı bir mûsiki nazariyatı eseri kaleme almıştır. Beklenilen rağbeti
görmeyen bu nota sistemlerinin ardından Ermeni kilisesi mugannîlerinden
Hamparsum Limonciyan, kendi adıyla anılan bir nota sistemi geliştirmiş ve
bu sistem geniş ölçüde benimsenmiş, Batı notası yerleşinceye kadar XIX.
yüzyıl boyunca kullanılmıştır.
XX. yüzyılda ise Rauf Yektâ Bey’in başlattığı mûsiki nazariyatı çalışmaları genişleyerek devam etmiştir. Daha sonra Hüseyin Sadettin Arel ve Suphi Ezgi’nin katılımıyla genişleyen bu çalışmalar günümüzdeki Türk mûsikisi ses sisteminin ilk adımlarını oluşturdu.
Salih Murat Uzdilek’in de bu çalışmalara katılmasıyla bugün “Arel-Ezgi-Uzdilek” olarak adlandırılan ses sistemi ortaya çıktı.