“Çarşıda buluşmak üzere arkadaşınız size saat 09:00’a randevu verdi. Saat 09:45’e kadar beklemenize rağmen gelmedi ve kendisini aradığınızda telefonlarınıza cevap vermedi.”
Değerli Arkadaşlar! Arkadaşınızın verdiği sözde durmaması üzerine ne hissederdiniz?
Kıymetli Kardeşlerim! Sizce “sözünde durmak” ne demektir?
Söz vermek: Kişinin bir işi yapacağını ya da yapmayacağını ifade etmesidir.
Sözünde durmak: Kişinin söylediği söz ile yaptığı işin icabını yerine getirmesidir.
Kıymetli Kardeşlerim
İnsanlara, söyledikleri sözlere ve bu sözleri yerine getirip getirmediklerine göre değer verilir. Verdiği sözü yerine getiren insan, doğru, dürüst, güvenilir, dini hassasiyeti bulunan ahlâk sahibi ve sözünün eri bir insandır. Sözünde durmayan ise yukarıda saydığımız ahlâki hasletlerden mahrum, doğruluktan uzak, kendisine itimat edilmeyen, her davranışında insanları kandırmaya yönelik davranışlar sergileyen, kişilik özellikleri oturmamış, şahsiyet zafiyeti olan kimsedir. Söz, karşı tarafa verilen bir güvence ve bir teminattır.
Kime ve neden verildiğinden ziyade bizzat sözün kendisi önemli ve değerlidir. Dolayısıyla sadece hukuki antlaşmalar ya da resmi sözleşmeler değil, büyük küçük, kadın erkek toplumun her ferdini ilgilendiren günlük hayata dair sözler de bağlayıcıdır. Bu nedenle kişi küçük çocuklara verdiği sözü bile küçük görüp, basite alıp geçiştirmemelidir.
Öğrencilik, ev, okul ve sosyal hayatla irtibatlandırmak gerekirse:
Peki, kıymetli kardeşlerim; Öğrencilik, ev, okul ve sosyal hayatta sözünde durma konusunda en çok ihlal edilen durumlar hangileridir? Çevrenizdeki olaylardan düşünerek örnekler bulabilirsiniz.
Talebelerden gelen cevaplarla birlikte hoca efendiler kendi gözlemlerini de paylaşır.
Sözünde durmak konusunun ehemmiyetini ayeti kerimelerde de açıkça görüyoruz. Mesela, Mü’minun süresinin 8. Ayetinde sözünde durma fiilinin bir müminin alameti olarak belirtildiğini görüyoruz.
وَالَّذِينَ هُمْ لِأَمَانَاتِهِمْ وَعَهْدِهِمْ رَاعُونَ
“Yine (o müminler) ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler (sahip çıkarlar)”. (Mü’minun Suresi – 8)
Verilen sözlerin tutulması kişinin kurtuluşuna vesile olacağı gibi topluma da eman ve huzur getirecektir. Allahın sevgisini ve insanların güvenini kazandıracak, mükâfatı da Allah tarafından verilecektir. Tutulmayan söz aşağıdaki hadisi şerifte de belirtildiği üzere bir nifak alametidir.
“Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiğinde de hıyanet eder. Oruç tutsa, namaz kılsa, Müslüman olduğunu söylese de.” (Buhari, Camiu-s Sagir)
Günlük hayatımızda bu hususu hatırlayıp yerine getiremeyeceğimiz sözler vermemeliyiz. Mesela ev izni ve çarşı izin dönüş saatine riayet edilmesi, yurttaki kardeşlerimizden alınan bir emanetin süresi içinde geri verilmesi, okulda bir arkadaşınızdan aldığınız kitabın söz verilen zamanında iade edilmesi gibi.
Peygamberimiz (s.a.v) en sıkışık ve en zor şartlar altında bulunsa dahi, verilen sözde durmayı, netice kendisinin aleyhine de olsa hiçbir surette vefasızlık göstermemeyi tavsiye etmiştir. Bu konuda aşağıdaki kıssa ibret vericidir.
Bedir Savaşı için hazırlıklar yapılıp İslâm ordusu Medine’den ayrıldığı sırada Huzeyfe el-Yemâni ile babası Huzeyl, Peygamberimizle (s.a.v) birlikte çarpışmak üzere yola çıkmışlardı. Müşrikler, baba ile oğlunu yolda görerek sorguya çektiler:
Siz herhalde Muhammed’in yanına gitmek istiyorsunuz.
Evet, bizim bundan başka bir niyetimiz yoktur dediler.
Bunun üzerine müşrikler, onlardan Medine’ye dönmek, Peygamberimiz (sav)’le birlikte savaşta bulunmamak üzere söz aldılar. Bir müddet sonra Huzeyfe ile babası Bedir‘de Peygamberimiz (sav)’in huzuruna gelerek mücahitlerle birlikte savaşmak istediklerini söylediler, müşriklerle aralarında geçen hadiseyi de anlattılar. Peygamberimiz (sav), onların müşriklere verdikleri sözü öğrenince, insan gücüne o anda çok fazla ihtiyacı olmasına rağmen onlara şöyle dedi:
“Hayır, siz Medine’ye dönün. Onlara verdiğiniz sözü yerine getirin. Biz de müşriklere karşı Allah’tan yardım isteriz. Onun yardımı bize kâfidir.“
Osmanlı Sözü (Kıssa)
Yemen’de Arap lisanı öğrenmeye giden bir öğrencimiz anlatıyor. Gittiğimin dördüncü ayı idi. Bazı ihtiyaçlarımı temin için alışverişe çıktım. Komşuluk ilişkilerimizi geliştirdiğim bir dükkâna uğradım. Alış veriş sürecinde cebimdeki paranın yeterli olmadığını fark edince aldıklarımdan bazılarını bıraktım. Bunu gören dükkân sahibi; sen hele alacaklarını al, ücretini sonra getirirsin dedi. Ben de mahcubiyetle “o zaman defterine yaz da unutmayalım dedim.
Dükkân sahibi bana dönerek, biz aramızdaki alışverişlerde sizin atalarınız Osmanlı’dan kalan bir alışveriş usulünü kullanırız. Karşımızdaki “Osmanlı sözü” derse senet, deftere ihtiyaç duymaz, aramızda anlaşırız, taraflarda buna uyar. Bu usul siz de yok mu diyerek hayretle sordu. Utancımdan kıpkırmızı bir şekilde paranın geri kalanını getirmek üzere dükkândan ayrıldığımı hatırlıyorum.
عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ” آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلَاثٌ: إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ، وَإِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ، وَإِذَا اؤْتُمِنَ خَانَ
“Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiğinde de hıyanet eder.” (Buhari, Camiu-s Sagir)