Ölünün Arkasından 7, 40 ve 52. Gün Mevlid Okumak Hakkında

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı kardelen

  • *****
  • Join Date: Nis 2008
  • Yer: Hatay / İskenderun
  • 3198
  • +238/-0
  • Cinsiyet: Bay
Hepimizin ölenleri ve önden gidenleri oluyor. Veya olacak.
Onlar için bir şeyler yapıyoruz, yapmamızda lazım. Bizde ahiret yolcusuyuz.
Bir gün bizde öleceğiz. Geriye kalanlardan beklentimiz olacak.
Onların bizim için bir şeyler yapması gerekecek.

Ölü için ölüm için yapılan şeylerin doğru yapılması lazım.
Günaha girilmemesi lazım yoksa fayda umarken zarar görülür.

Ölünün Arkasından 7, 40 ve 52. Gün Mevlid Okumak hakkında halk arasında bir adet var.
Bu tarz adetler , törenler İslam'da bulunmamaktadır.
İslam dininin iki kaynağı olan Kuran-ı Kerim'de ve sahih hadis-i şeriflerinde bu konuyla ilgili bir bilgiye rastlanılmamıştır.

Eğer böyle bir şey İslamda caiz olmuş olsaydı Rasulullah (s.a.v.) ölen çocuklarına ve ashabına, sahabeler de kendi yakınlarına bu işi yapmaktan geri kalmazlardı.

Rasulullah'ın vefatından sonra dahi hiç bir sahabe böyle bir şeyi yapmamıştır. Mezheb imamlarından da bu konuda bir bilgi gelmemiştir.

Bu konuya benzer (o da ölüm değil doğum günüyle ilgili - mevlid)
ilk bilgi Rasulullahın vefatından 300 (şii Fatımiler) - 400 (sünni) yıl sonra görülmüştür.
Rasulullah'ın Doğum gününe bu adet sokuşturulunca, daha sonraki zamanlarda da ümmetine ölüm günleri için de tertib edilmeye başlanmıştır.

Üstelik ölüm günü için bir kez de değil, 3 defa arka arkaya (7, 40, 52. günlerine ) düzenleme gereği hissedilmiştir. Bu sayılar, mucidinin uğurlu sayıları(!) olması muhtemeldir.

Halk arasında yine kulaktan dolma bilgilerle bu gecelerden sonuncusu olan 52. gün için "etin kemikten ayrıldığı gün" inanışı oluşmuştur. Bu bilgiye hangi kasap onay vermiştir bilinmemektedir.

Halbuki herkesin et , kemik , kas yapı ve bünyesi farklıdır.
Üstelik sıcak günlerde cenaze daha mezara konmadan koktuğu , ya da yıllar sonra bile açılan mezarda hiç bir çürüme olayının başlamadığı tesbit edilmektedir.
Bunda ibretler olabileceği (firavun) gibi cenazenin bulunduğu yerin yapısıyla da ilişkisi olabilir.

Cenazenin arkasından düzenlenen kur'an okuma, yemek verme (mevlid organizasyonu) için bu güne kadar delil ile onay veren bir alime rastlayamama rağmen 80 milyonluk ülkeye bu bid'at nasıl yerleşti anlamak zor da olsa, sünnetten uzak insanların bidat seviciliğini bildiğimden cevabımı bulmuş oluyorum.

Bu merasimler hakkında görüşünü şöyle açıklayan alimlerde vardır :
İmam Şerani,
"Son zamanlarda zuhur eden büyük bidatlardan biri de, ibadet diye üzerine düştükleri mevlit cemiyetleridir."

Ibni Abidin,
 "Ölüleri hayırla yad etmek vaciptir. Ama onların arkasından 7, 40 ve 52. geceler bidattır. Muayyen gün ve gecelerde evlerde mevlit okutmak o mümin ölüye işkence etmek hükmündedir.

İslâm dünyasında mevlid merasimi ilk defa, Mısır'da hüküm süren şii (şia) fırkasından Fatımîler (910-1171) tarafından tertiplenmiştir.
Bu merasimler saraya ait olup, sadece devlet erkanı arasında cereyan etmekte idi.
Fatimîler, Hz. Ali (r.a.) ve Fatıma (r.anha.)'ın doğum günlerinde de mevlid merasimleri tertip ederlerdi

Osmanlılar tarafından mevlid, ilk defa III. Murat zamanında, 1588'de resmi hale getirildi.
Merasimler, belirlenmiş teşrifât kaidelerine uygun olarak sarayda tertiplenir, ayrıca, önceleri Ayasofya Camii'nde, sonraları ise Sultan Ahmed Camii'nde yapılan merasimlere, devlet erkanıyla birlikte halk da katılırdı.
Bu merasimlerde, önce muezzin tarafından Kur'an-ı Kerîm okunur, bunun peşinden de vaazlar verilirdi. Daha sonra mevlidhân kürsüye çıkar ve bir bölüm okuduktan sonra iner hediyesini alır ve ikinci mevlidhan kürsüye çıkarak, okumaya devam eder ve belirlenmiş kaideler çerçevesinde mevlid kutlamaları son bulurdu.

Bu resmi kutlamalar daha sonraları laiklik ilkesine rağmen Diyanet aracılığı ile Radyo ve TV'lerde aynen sürdürülmüştür. Zaten bu tür merasimler ve kandilller İslam'ın özünde olmuş olsaydı Allah'a ve Rasulune harb açan rejimlerin idaresindeki ülkelerde izin verilmesi mümkün olmazdı.

Cuma namazına müdahale ederek kendi izin verdikleri ve gönderdikleri hutbeler eşliğinde kafirlere ve şeriatı kaldıran laik düzenin kurucalarına dualar ettirerek dininden habersiz atalar izinde giden saf halkını uyuşturmaya devam ederek böylece kendilerinden "Allah devletten razı olsun , Allah devlete millete zeval vermesin , bak camiler açık , namaza , hacca izin veriyorlar" dedirterek muvahhidlere karşı hainlerin en büyük destekleyicisi kesilirler.

Allahın hükümlerine savaş açan bu zamane firavun taklitçileri, İslam motifli imajı verilerek dini tahrif etmek amaçlı ortaya çıkartılan kişilerin ve bid'atlerin savunucusu ve tertipleyicisidirler.
Kafirlerle savaşıp Şeriatın yayılması için canlarıyla ve mallarıyla mücadele eden hatta ülkelerinde kabri bile bulunan Eyyub el Ensari gibi sahabeler , Cennetle müjdelenen sahabeler duruken, başka bir bid'at elebaşıcısı olan Celalettin Rumi namı diğer Mevlana'yı her sene anar, UNESCO (Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu), isimli kafirlerin faydası için çalışan kuruluş tarafından 2007 dünya mevlana yılı ilan ederek dünyanın her tarafından budisti, şamanı, laiki, yahudisi, hırıstiyanı ziyaretine gitmesine kolaylıklar sağlanır.
Halbuki bu ziyaretçiler , ziyaret ettikleri şahsın peygamberine(s.a.v.), Haşa gerici , yobaz, katil, ırz düşmanı gibi küfürleri savurmaktan geri durmazlar.
İşte tüm kafirlerin istediği müslüman tiplemesi; peygamberimiz hz. Muhammed s.a.v. gibi ya da cennetle müjdelenen sahabeler gibi değil aksine, Moğol imparatoru kafir Cengiz Han'ın milyonlarca müslümanı katlederken, cihad etmek yerine pervane gibi dönen Celalettin-i Rumi'dir.

Bu yüzden bu tarz bid'atler ve bidatçiler tüm kafirler tarafından "eğer bizden olmuyorlarsa o zaman böyle sapık müslüman olarak kalsınlar" anlayışıyla her yerde destek görürler.

Tekrar konumuza dönersek ; Rasulullah (s.a.s.)'ın doğumunu ve hayatını medh ve senâ eden, "Mevlid" adını taşıyan çok eser kaleme alınmıştır. Bu eserler daha sonra, mevlid merasimlerinde, mevlidhanlar tarafından teğannî ile okunmaya başlanmıştır. Bunların Türkçede en meşhur olanı Süleyman Çelebi'nin "Vesiletun-Necât" adındaki mevlididir.
( Süleyman Çelebi hakkında kaynaklarda pek fazla bir bilgi yoktur. Onun, Yıldırım Beyazıt zamanında Divan-ı Hümayûn Hocası olduğu, sonra da Bursa Ulu Camii'ne imam tayin edildiği bilinmektedir.)

İlk zamanlar, sırf Rasulullah (s.a.v.)'in doğduğu zaman ve sadece camilerde okunan mevlid, sonraları para karşılığında hanendeler tarafından rastgele zamanlarda okunur olmuştur. Kandil gecelerinde, ölülerin ardından; yedinci, kırkıncı, elli ikinci gecelerinde, sene-i devriyelerinde de mevlidler okunmaya başlanmıştır.

Mevlid metinlerini kaleme alanlar, hiç bir zaman hanendeler tarafından camilerde, makamlı bir şekilde, ibadet yapıyor süsü verilerek türkü, şarkı söyler gibi okunmasını akıllarına getirmemişler; yalnızca Peygamber'e olan aşırı sevgileri onları, onun hatırasını canlı tutmak için bu tür eserleri yazmaya sevketmiştir.
Mevlidler, dinde olmadığı halde varmış gibi, ibadet çeşitleri arasına katılmıştır. Bundan dolayı, mevlid merasimleri düzenlemek ve mevlid okumak bir bid'attır. Hattâ İslâm'da olmayan, ölünün yedinci, kırkıncı, elli ikinci gecelerinde okunması İslamla ilgili olmayan bir merasim ve ibadet şekli ile icra edilmesi haramdır.

Ancak, Mevlid, halk arasında büyük bir ibadet olarak kabul edilmekte, ölülerin ruhu için mevlidler okutularak, onların günahlarının bağışlanacağı zannedilmektedir.

Halkın cehaletinden ve yanlış itikadlarından istifade eden mevlid okuyucu hanendeler, bir piyasa oluşturarak, bunu ticarî bir çıkar aracı yapmışlardır.
Bu tip bir kabul ve davranışın İslamî olmadığı hususu ile ilgili herhangi bir ihtilaf sözkonusu değildir. Böyle bir olaya sebeb olan herkes dinen sorumludur.

Merasimlerde mevlid okunmasının vazgeçilmez bir âdet haline getirilişinin sakıncalarından biri de, netice olarak insan kelâmı bir şiir olan bu metinlerin, okunması ve dinlenilmesi ibadet olan Kur'an ile eşdeğerde görülmeğe ve değerlendirilmeğe başlanılması tehlikesidir.

Bunu yani mevlid okutmayı maneviyat için yapıyor ve , o maneviyat sahibi kimsede İslam dininden olduğunu iddia ediyorsa , bilsin ki islam dininde böyle bir şeyler (mevlid- 7 , 40 , 52. geceler) yoktur .

Bunlar islam alimlerinin kabul etmediği, ret ettiklerindendir. Bunlar islam dinine sonradan eklenenlerdir .
İslam, sonradan eklenenlere, göze hoş gelsede bidattir der!

Allah rasulu bidat hakkında Huzeyfe b. el-Yamân'ın rivâyet ettiği bir hadis-i şerifte:
"Allah bid'at sahibinin orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, sarfını (maddi yardımını), şehadetini kabul etmez. O, kılın yağdan çıktığı gibi İslâm'dan çıkar. "
(İbn Mace, Mukaddime, 7/49).

Bu ikaz karşısında müslümanların dikkatli davranacakları ve bid'atın ne olduğunu araştıracakları muhakkaktır.
Abdullah b. Abbâs (r.a.)'dan rivâyet edilen bir hadiste şöyle buyrulur:
"Allah, bid'at sahibinin amelini, bid'atından vazgeçinceye kadar kabul etmez."
(İbn Mâce, Mukaddime, 7/50)

Amellerinin kabul edilmeyeceğini bilen bir müslüman korkar ve neyin bid'at olup, neyin olmadığını araştırır.

Meselâ, Rasûlullah'a selam ve salât Allah'ın emridir.
Ama Rasûlullah'ı anmak için dini törenler yapmak ve mevlid okutmak kimin emridir?

Ölüleri hayırla anmak ve onlara dua etmek sünnette vardır.
Fakat ölüler için mevlid okutup, yedinci , kırkıncı, elli ikinci geceleri tertip etmek İslâm'ın hangi hükmüne dayanır.