Haçlılara kıyamet gününe kadar unutamayacakları bir ders veren Selahaddin Eyyubi, saldığı korku ile hala düşmanlarının kalplerinde yaşıyor. Elbet bu korku tekrar bedene gelecek ve günümüzün çirkin haçlı çağrılarını karşılıksız bırakmayacaktır.
“Cennetin Krallığı” isimli filimde konu alınan Kudüs'ün fethi gerçeği tam anlamı ile yansıtmamaktadır.
Filimde başrollerin dağıtıldığı isimler tamamen hayal mahsülüdür.
Filmi izleyenler ne kadarda objektif bir film olmuş iddiasında bulunsalar da kesinlikle hakikat değildir.
Kudüs EsirkenSelahaddin Eyyubî, aradan 88 yıl geçmesine rağmen, Kudüs'ün Haçlıların tahakkümü altında bulunmasını bir türlü içine sindirememişti. İslam'ın ilk kıblesi ve Hz. Muhammed'in (s.a.v.) Miraç'a yükseldiği mukaddes beldenin, Haçlı sultasında bulunmasını kabullenemiyordu. O kadar ki, Sultan Selahaddin'in adeta bir mecnun gibi dolaştığı; yemeği ve uyumayı unuttuğu; gülmeyi, zevk ü sefayı kendine haram ettiği ve Kudüs'ün fethine dek hep çadırda kaldığı anlatıla gelmiştir.
Bahaüddin b. Seddad, Selahaddin'deki bu derin hicranı şu sözlerle anlatır: "O, Kudüs hakkında o kadar gamlı idi ki, onun bu gam ve kederini dağlar kaldıramazdı. O, çocuğunu kaybetmiş bir ana gibi şaşırmış kalmıştı. Atını bir yerden bir yere koşturup Müslümanları, Kudüs'ü kurtarmak için cihada davet ediyordu. Daima hüzünle gözyaşı döküyor, göz pınarları hiç kurumuyordu. Hele Aksa'ya baktığı zaman, kendine bir türlü hakim olamıyor, halkına yapılan zulüm ve işkenceleri hatırlamak istemiyordu. Boğazına bir türlü yemek girmiyordu. O şöyle diyordu: "Kudüs ve Mescid-i Aksa, Haçlıların işgalinde olduğu müddetçe, ben nasıl olur da gülebilirim, sevinebilirim, istediğim gibi rahat yemek yiyebilirim ve hele gözüme uyku nasıl girebilir?!"
Ve beklenen fetih Hıttin Savaşı ile geldi. Hıttin Savaşı'nda Selahaddin, Haçlı ordusunu yenmeyi başardı. Haçlıların verdiği kayıpların büyüklüğü Müslümanların Kudüs Krallığı'nın neredeyse tümünü ele geçirmesini sağladı. Akka, Betrun, Beyrut, Sayda, Nasıra, Caesarea, Nablus, Yafa ve Aşkelon üç ay içinde düştü.
Selahaddin Haçlılara en büyük darbesini ise 88 yıl Haçlıların elinde kalan Kudüs'ü 2 Ekim 1187'de Miraç Gecesi'nde teslim alarak indirdi.
Kudüs'ü 20 Eylül 1187'de kuşatma altına aldı. Beş gün boyunca surların en zayıf noktasını bulmak için araştırma yaptıktan sonra, Babu'l Amud cihetinden saldırıya geçti. Şiddetli saldırı karşısında mukavemet güçleri azalan Haçlılar, kendilerine can güvenliği verilmesi mukabilinde şehri teslim edeceklerini bildirdiler. Bu teklifi önce reddeden Selahaddin Eyyubi, daha sonra fidye karşılığında Arap Hıristiyanlar ve Yahudiler hariç, bütün Frenklerin (Haçlılar) şehri terk etmelerine izin verdi. (el-Kudsü Tarih ve Hadara sh: 18-19)
İsra ve Mi'rac'ın yıl dönümüne rastlayan 2 Ekim 1187'de şehri teslim alan Selahaddin Eyyubi, Peygamberler mabedi olan Mescid-i Aksa'yı Hıristiyan figürlerinden temizletti.
Fethin ardından Mescid-i Aksa'ya gelen muzaffer Sultan, Haçlılarca tahrip edilen ilk kıblegahı elleriyle süpürüp gül yağı ile yıkadı. İlk Cuma Namazı'nda, Zekiyiddin Ali el-Kurasi, Yavaş yavaş yaklaşık altı metre yüksekliğindeki minbere çıkışını tamamlayarak, hamd ve salavatlardan sonra Fatiha Sûresinin tamamını, İsra, Kehf, Sebe ve Fatır Sûrelerinden ise tevhid akidesini ele alan ayetleri okudu. Daha sonra ise şöyle bir hutbe irad etti:
“Ey insanlar! En yüksek gaye ve en ulvî derece olan Cennet size müjde olsun ki, Allah sizlerin eliyle yüzyıla yakın bir zaman müşriklerin elinde aşağılık bir duruma düşen ve şirkin revaklarına kadar vardığı ümmetin kayıp malını, tekrar İslam'daki yerine kavuşturdu. Ve içinde isminin (Allah'ın) anılmasına izin verdiği, direkleri tevhid üzerine kurulu olan bu evi (Mescid-i Aksa) tathir etti…
O ev ki, babanız İbrahim'in (as) vatanı, Peygamberiniz Aleyhissalatu Vesselam'ın Mi'rac'ı, sizin ise İslam'ın ilk yıllarında kendisine doğru namaz kıldığınız kıblenizdir. Aynı zamanda da Peygamberlerin merkezi, evliyaların maksadı, vahyin indiği yerdir…
Kadisiyye günlerini, Yermuk vakıasını, Hayberi, Halid'in hücumlarını tekrarladınız…
Size hibe edilen bu nimeti takva ile muhafaza ediniz. Kim ona (takvaya) tutunursa selamete kavuşur. Nefsinize uymaktan kaçının. Sakın ola ki, şeytan size bu zaferi kılıç ve atlarınızla kazandığınız fikrini vermesin. Çünkü zafer, ancak Aziz ve hakim olan Allah katındandır..
Ey Allah'ın kulları bu şanlı zaferle şereflendikten sonra, büyük çaba sarf ederek örgüsünü ören sonrada söken gibi olup masiyete düşmeyin. Cihad, sonra yine cihad…. O cihad ki; Allah katındaki en makbul ibadetiniz ve en güzel adetinizdir. Allah'a yardım ediniz ki; Allah da size yardım etsin…..” (el-Ünsü'l Celil bit Tarihi'l Kudsi vel Halil sh: 334)
Savaş esnasında Sultan'ın yanında bulunan oğlu el-Melik el-Afdal savaştan Şöyle bahseder. “Bu savaşta babamın tarafındaydım. Bu benim şahit olduğum ilk savaştı. Kral yanındaki süvarilerle tepeye çekilince karşılarındaki Müslümanlara öyle korkunç bir saldırıda bulundular ki, onları babamın yanına kadar sürdüler. Babama baktığımda yüzü mahzun, rengi kaçmıştı. Sonra sakalından tutup ilerledi ve: “şeytan yalan söylemiştir.” Diye bağırdı. Müslümanlar düşmana hücum edip Franklari tepeye kadar sürdüler. Sevincimden onları yendik diye bağırdım fakat Frenkler tekrar hücuma geçip Müslümanları babamın yanına kadar püskürttüler. Ben yine onları yendik diye bağırdım. Babam bana dönüp “Sus! Şu çadır düşmedikçe onları yenmiş olmayız” dedi. O, bu sözleri söylerken çadır düştü. Babam atından inip şükür secdesine kapandı, sevincinden ağladı. Bunun ardından Müslümanlar kral ve arkadaşlarını esir aldılar.”
Sultan'ın Halife'ye gönderdiği mektupta ölü ve esir düşmanın kaybı 23.000 ile 60.000 arsında olduğu belirtilir. Vezir Kadı'l Fadıl'ın kaleme aldığı bir mektupta ise düşmanın 40.000 den fazla ölü verdiği belirtilir.
Hıttin Savaşı'nın savaşının bir özelliği de İslam dünyasında ilk defa toplu cihad kavramının oluşmasıdır. Bu savaşla birlikte 8 asır boyunca Kudüs Müslümanların elinde kalmıştır ta ki İsrail'in tekrar bu bölgede yasadışı yollarla devlet kurmasına dek.
AVRUPALILAR ONU KİTAPLARINDA ANLATTIAvrupa'da yayılan efsaneler, onun şövalyelik ruhu, asaleti, adaleti, cesareti, mertliği ve kudreti etrafında yoğunlaşmıştı. 13. ve 14. Yüzyıllarda Avrupa'da ondan bahseden pek çok Latince eser yazılmıştı. Başta Erakles olmak üzere, fazla sayıda tarihçi, onu metheden kitaplar kaleme almışlardı.
Selahaddin-i Eyyûbî, Batılıların hafızasında engin bir hayranlığa değecek kadar yer etmesine karşılık, şuur altında derin bir kabus uyandıracak kadar unutulmaz bir tesir de bırakmıştır. Mesela, Fransız Generali Garo, 1920'deki Meyselun Savaşı'nı müteakip Şam'a girmiş ve Sultan Selahaddin'in kabrini teptikten sonra Ona, Haçlı ruhuna tercüman olan şu müstehzî sözle seslenerek; Batılılar adına sanki Hıttin'in öcünü almak ve kabaran öfkeyi boşaltmak istemişti: "Ey Selahaddin! Haçlı Seferi şimdi bitti! İşte biz döndük!.."
11 Aralık 1917 tarihinde Kudüs'e giren İngiliz Orduları Komutanı Orgeneral Edmund Henry Hynman Allenby “Kalk Selahaddin biz yine geldik” şeklinde bir konuşma yapmıştır.
İşgalci İngiliz Komutanı şunu bil ki:
Haçlıların ve Siyonistlerin kabusu Selahaddin ruhu elbet bir gün tekrar bedene gelecektir ve bu haçlı çağrıları karşılıksız kalmayacaktır.KUDÜS YENİ SELAHADDİN'İNİ BEKLİYORBugün Filistin'de, Selahaddin gibi bir kurtarıcının çıkması ve İslam sancağının Kudüs semalarında yeniden sehbal açması; zalim Siyonistlerin ve suç ortağı Batılıların hala kabusudur. Lakin Kudüs ve Filistin topraklarının, istiklal için Selahaddin gibi kahramanlara ve liderlere muhtaç olduğu da mutlaktır. O, bu anlamda bir "sembol" ve "timsal" mevkiindedir. Kudüs, Selahaddin Eyyûbî'sini hasretle aramakta ve 'Çağın Firavunlarına' dur diyecek o şanlı Fatihinin çıkacağı anı büyük bir heycanla beklemektedir.