Hazret-i Ayşe-i Sıddıyka (r.a.)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Asilzade

  • Asilzade
  • *****
  • Join Date: Tem 2008
  • Yer: Kahramanmaraş
  • 1247
  • +108/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Asalet Ahlakın Temelidir
Hazret-i Ayşe-i Sıddıyka (r.a.)
« : 11 Temmuz 2008, 20:19:39 »
Hz.Ebubekir (r.a.)'ın kızı. 612 yılında Mekke'de doğdu
Annesi Ümmü Ruman binti Amir Ibn Umeyr'dir. Çok küçük yaşta müslüman olmuştur. 
Künyesi Ümm-i Abdullah dır. Resulullah ona "Hümeyra" lakabını vermiş;
"Dininizin yarısını bu Hümeyra'dan alınız" buyurmuşlardırYou are not allowed to view links. Register or Login

Nikahı

Resulullah, ilk zevceleri Hatcetü'l Kübra hayatta iken başka bir kadınla evlenmemişti. Ölümünden sonra bir müddet daha evlenmedi. Osman İbn Maz'un hanımı Hz. Hule binti Hakim, Resulullah'a gelerek evlenme konusunu dile getirdi. Resulullah kiminle evleneyim diye sorduğu zaman, Hule:
-Kız da vardır dul kadın da vardır, hangisinmi istersiniz? Dul kadın Sude bint-i Zema, kız ise Ebubekir'in kızı Ayşe. Emr ederseniz ben gidip bir ağız yoklayayım.
Hule Zatı Risaletpenahilerinin gönlünün isteğini öğrendikten sonra Hz.ebubekir'in evine geldi ve meseleyi kendisine anlattı. O zaman  Hz.Ebubekir (r.a.) Resulullah ile din kardeşi olarak sözleşmişti. Cahiliye devrinde söz kardeşlerinin çocukları arasında nikah caiz değildi.  Bu yüzden Hz.Hule'nin sözüne Hz.Ebubekir (r.a.) hayretle:
-Resulullah benim söz kardeşimdir, bu nasıl olur? der.
Hule meseleyi Resulullah'a aktardığında Allah Resulü buyururlar:
-Ebu  Bekir benim din kardeşimdir, bu şekilde kardeşler arasında nikah caizdir.
Hz.Ayşe'nin Resulullah'a nikahlanması 620 yılında oldu. Nikahın kıyılmasından iki yıl geçtikten sonra zifaf olmuştur.

Nikahını Hz.Ayşe anlatıyor:

"Ben nikah olacağım zaman çocuklarla oynuyordum. Annem benim evden dışarı çıkmama bir şey demezdi. o zamana kadar benim nikahdan haberim yokdu."

Hicret ve Resulullah'ın Evine Gidişleri

Resulullah Medineyi Münevvereye vardıktan sonra Zeyd İbni Harise ve kölesi Ebu Rafi'i ile aile efradını getirtmek için görevlendirdi. Bunlara iki deve ve ihtiyaçlarını tedarik etmek için 500 dirhemde para verdiler. Bir hayli  sıkıntıdan sonra Hz.Ayşe (r.a.) annesi ve kızkardeşleriyle birlikte Medine'ye vardı ve Benu Haris mahallesinde kendi akrabalarının ve yakınlarının yanına yerleşti.

Medine havası muhacirlere yaramamış, bir çoğu hastalanmıştı. Hz.Ebubekir (r.a.) de ağır hastalanmış ve ona Hz.Ayşe bakmıştı. İyileşmesinin ardından Ayşe rahatsızlanmış  ve yatağa düşmüş, hastalığının şiddetinden saçlarının tamamı dökülmüştü. Bir müddet sonra bu hastalıklar atlatılmıştı. Hz.Ebubekir Resulullah'a haber göndererek "Ayşe'yi niçin eve almadığını" sorar.  Resulullah "Mehriyeyi ödemek için paraları olmadığını" bildirirler. Bunun üzerine Hz.Ebubekir ödünç olarak 500 dirhem ona verir. Zatı Saadetleri de bu parayı Hz.Ayşe'ye gönderir.
Bu şekilde Hz.Ayşe (r.a.) koca evine gitme hazırlığı başlar. 623 yılında Şevval ayında Resulullah'ın evine gelir.
Hz.Aişe, Medine'de Peygamberimizin muharebelerine katıldı ve diğer sahabe hanımları gibi harpte yaralıların tedavisiyle bizzat uğraştı. Uhud gazasında sırtında su ve yiyecek taşıyıp yardım  için Peygamber Efendimizin herp yanında kalmıştı. Hatta, peygamberimizin Uhud'da müşrüiklerin taşlarıyla yaralanan mübarek yüzlerine, hasır yakıp, külünü basarak kanlarının durmasını sağlamıştı. Hz.Aişe bir ara Uhud'da kılıçla cepheye gitmek istemişse de, Resulullah buna müsaade etmemiştir.

İftira

Ifk hadisesi, Hz.Ayşeyi iftira ve töhmet altında bırakan hadisedir. 14-15 yaşlarında iken Müreysi gazasından dönerken, tabi ihtiyacını karşılamak için konaklama yerinden biraz uzağa gider, dönüşü esnasında kız kardeşi Hz.Esma'nın emanet vermiş olduğu gerdanlığı düşürdüğünü farkedince, nasılsa kafilenin hareketinden önce geri dönerim düşüncesiyle biraz da tecrübesizlikle, kimseye haber vermeden, gerdanlığı aramaya koyulur. Arama esnasında gecikmesi, kimseninde onun yokluğundan haber olmaması nedeniyle kervanı kaçırır. Yapacak tek şey konak yerinde oturup beklemek diyerek oturur ve bekler. geriden gelen  sahabilerden Safvan Ibn-i Muattal sabaha karşı onu bulur, devesine alır ve öğleye doğru kafileye yetişirler.
Gazaya yalnızca ganimet için katılan münafıklar bu Hz.Aişe'nin gecikmesini  ve Safvan ile gelişini kötü  sözlerle ve çirkin bir şekilde yorumladılar. olda bu dedikodulara bazı müslümanlarda karışınca Hz.Aişe r.a. çok üzüldü. Medine'ye gelince hastalandı, yatağa düştü. Resulullah'dan izin isteyerek  babasının  evine gitti. Bu arada Resulullah durumu araştırdı, gerek hanımları gerek yakını sahabiler Hz.Aişe'nin temiz ve suçsuz olduğunu söylediler. "Peygamberini fenalıklardan koruyan Cenab-ı Hak, size böyle bir şeyi reva görmez, sabreyleyin" dediler.
Aradan bir ay gibi uzun bir zaman geçinceye kadar danışmalarını sabırla sürdüren Resulullah, sonunda Hz.Ebubekirin evine uğrar. Hz.aişe'yi, anne, babası ve sahabeden bir hanımla ağlar bulur, Resulullah buyurur:
- Ya Aişe, senin için bana şöyle şöyle söylediler. Eğer , sen dedikleri gibi değilsen; Allah'u Teala yakında senin doğruluğunu tasdik eder. Eğer bir günah işlediysen, tövbe ve istiğfar eyle. Allah'u Teala, günahına tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.
Hz.Ebubekir ve eşi:
- Ya Resulullah, böyle söylenti  ve dedikodulara sadece şaşıyoruz.
Hz.Aişe r.a. :
- Allah'u Teala'ya yemin ederim ki, kulağınıza gelen lafların hepsi yalandır, iftiradır. Allah biliyor ki, benim bir şeyden haberim yoktur. Yapmadığım bir şeye evet dediğimde kendime iftira etmiş olurum. Sabretmek iyidir. Onlareın söylediği şeyler için Allah'u Teala'dan yardım bekliyorum, dedi ve bekledi.
Bu arada Resulullah'ın yüzünde vahiy alametleri  belirdi. Hz.Ebubekir başının altına yastık koydular, üzerine çarşaf örttüler ve beklediler. Vahiy tamamlanınca Resulullah terlemiş yüzünü örtünün altından kaldırarak buyurdular:
- Müjdeler olsun sana ey Aişe!, Allah'u Teala seni  temize çıkardı. Senin pak olduğuna şahit oldu.
Resulullah Nur Suresinden, o an nazil olunan ayeti kerimleri okur.
"Bu ağır iftirayı uyduranlar şüphesiz sizin  içinizden bir   guruptur. Bunu kendiniz için bir kötülük sanmayın, aksine o, sizin için bir iyiliktir.  Onlardan her bir kişiye, günah olarak ne  işlemişse (onun karşılığı ceza) vardır. Onlardan  (elebaşlık yapıp) bu   günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır. Bu iftirayı işittiğinizde erkek ve kadın müminlerin, kendi vicdanları ile hüsnüzanda bulunup da: "Bu, apaçık bir iftiradır" demeleri gerekmez miydi? Onların (iftiracıların) da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Mademki şahitler getiremediler, öyle ise onlar Allah nezdinde  yalancıların ta kendisidirler.  Eğer dünyada ve ahirette Allah'ın lütuf ve merhameti üstünüzde  olmasaydı, içine  daldığınız bu iftiradan dolayı size mutlaka büyük bir azap isabet ederdi. Çünkü siz bu iftirayı, dilden dile birbirinize aktarıyor, hakkında bilgi sahibi olmadığınız şeyi ağızlarınızda geveleyip duruyorsunuz. Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük  (bir suç) tur.Onu duyduğunuzda: "Bunu konuşup yaymamız bize yakışmaz. Hâşâ! Bu, çok büyük bir iftiradır" demeli değil miydiniz?  Eğer inanmış insanlarsanız, Allah, bir daha buna benzer tutumu  tekrarlamaktan sizi  sakındırıp uyarır.  Ve Allah âyetleri size açıklıyor. Allah, (işin iç yüzünü) çok iyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir.  İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da  ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz  bilmezsiniz.  Ya sizin üstünüze Allah'ın lütuf ve merhameti olmasaydı, Allah çok şefkatli ve merhametli olmasaydı ! " (Nur Suresi 11-20)
Hz.Ebubekir r.a. hemen kalkıp, kızını başını öperek:
-Kalk, Resulullah'a teşekkür et.
Kendisi için ayet ineceğini aklından geçirmeyen Hz.Aişe şaşkınlık içinde:
- Hayır kalkmam baba vAllahi kalkmam. Allah'u Teala'dan başkasına şükretmem. Çünkü RABBİM beni Ayet-i Kerime ile methetti, dedi. Çok sevindi. İftirada  bulunanlar ise zamanla hakir ve zelil oldular.

Resulullah'ın Vefatı

Peygamberimiz (s.a.v.) 632 senesinde hastalandı. bu hastalığı onüç gün sürdü. Bu sürenin beş günlük bölümünü  diğer hanımlarının yanında sekiz günlük bölümünü ise Hz.Aişe validemizin evinde geçirdi. Haziran ayının beşinde pazartesi günü öğleden önce, mübarek başı, Hz.Aişe validemizin göğsüne yaslanmış olarak vefat etti. Resulullah'ın vefatınmdan sonra Ashab-ı Kiram, Hz.Aişe vaidemize "müminlerin annesi" adını vererek, ona büyük hürmet göstermişlerdir.
Resul-i Ekrem (s.a.s.in Hz.Ayşe'ye muhabbeti fazla idi. Resulullah buyurdu:
"Hak Teala ile benim aramda bulunan meselede -kadınlar arasında eşitliği gözetmek hususunda- imkanı olduğu nisbette dikkat edip adaletten ayrılmadım. Fakat Ayşeye karşı sevgimin fazla olmasına mani olmak kudret ve imkanım dahilinde değildir. Hak Teala bunun için beni afv eylesin.
 
Son Kırk Yılı

Resulullah'ın vefatından sonra  kırk yıla yakın bir müddet daha yaşamış ve pek çok hadis rivayet etmiştir. Hz. Âişe'nin bu son kırk yıllık hayatındaki en önemli olay; Cemel Vak'ası'dır. Hz. Osman'ın karışıklık çıkaran entrikacı asiler tarafından şehid edilmesinden sonra halîfe olan Hz. Ali, katilleri bulmak ve kısas yapmak hususunda günün şartları gereği olarak sabırla hareket etmeyi uygun bulmuştu. Bu yumuşak davranıştan yüz bulan asiler taşkınlıklarını artırarak fenalıklarına devam ettiler.
Durum böyle endişe verici bir hâl alınca Ashâb-ı Kiram'ın büyüklerinden bir kısmı (Talha, Zübeyr...) Mekke'ye giderek o sırada hac için orada bulunan Hz. Âişe'yi ziyaret edip, olaylara el koymasını ve kendilerine yardımcı olmasını istediler. Hz. Âişe de; acele etmemelerini, sabırla bir köşeye çekilip Hz. Ali'ye yardımcı olmalarını tavsiye etti. Ashâb-ı Kirâm'ın büyükleri de Hz. Âişe'nin tavsiyesine uyarak, askerleriyle Irak ve Basra'ya gitmeyi uygun gördüler. Hz. Âişe'ye de: "Ortalık düzelinceye ve halifeye kavuşuncaya kadar bizimle beraber bulun, bize destek ol, çünkü sen müslümanların annesi ve Resulullah'ın muhterem zevcesisin, herkes seni sayar dediler. Hz. Âişe de, müslümanların rahat etmesi ve Ashâb-ı Kirâm'ın korunması için onlarla birlikte Basra'ya hareket etti.
Bu gidişi asiler, Hz. Ali'ye başka türlü anlattılar. Bu arada Hz. Ali'yi de zorlayarak Basra'ya gitmesini sağladılar. Hz. Ali de Basra'ya gelince Hz. Âişe'ye bir haberci yollayarak, olaylar ve yolculuğu hakkındaki düşüncelerini sordu. Hz. Âişe, fitneyi önlemek ve sulhu sağlamak için Basra'ya geldiğini; öncelikle katillerin yakalanmasını istediklerini halife Hz. Ali'ye bildirdi. Bu görüşü Hz. Ali de uygun bularak sevindi. Memnun olan her iki taraf üç gün sonra birleşmeyi kararlaştırdılar.
Bu barış haberini ve memnunluğu işiten münafıklar birleşmeye engel olmak için, gece karanlık basınca, her iki tarafa da ayrı ayrı askerlerle saldırdılar. Taraflara da: "Bakın, karşınızdakiler sözünde durmadı" deyip bu gece baskını ile ortalığı karıştırdılar. Karanlıkta neye uğradıklarını bilemeyen müslümanlar harb etmeye başladılar. Her iki taraf da karşısındakini suçluyordu. İşte bu iki müslüman grup arasında meydana gelen çatışmaya Cemel vak'ası denir.
Bu vak'ada Hz. Aişe'nin ictihadı Hz. Ali'nin ictihadına uymamıştı. Buna rağmen galib olan Hz. Ali, müminlere anneliği Kur'an-ı Kerim ayeti ile sabit olan Hz. Aişe'ye ikram ve izzette bulundu. "Ali'yi sevmek imandandır." hadisini haber veren Hz. Âişe de Hz. Ali'yi çok severdi. Daha sonra Hz. Ali'nin şehâdetine üzüldü ve çok ağladı. Çünkü, sahâbiler birbirlerini çok severlerdi.
Hayatının son devrelerini müctehid olarak bilhassa kadınlara mahsus hallere dair fıkhî hükümlerde fetvalar vererek geçirdi. 676 yılında Medine-i Münevvere'de vefat etti. Cenazesini Ashâbtan Ebû Hureyre (r.a.) kıldırdı. Vasiyyeti üzerine Medine'de el-Bakî' kabristanına defnedildi.
 
Giyimleri

Kırmızı gömlek ve siyah örtü giymekle beraber, turuncu elbiseyi tercih ederdi. Ehrama girerken altın yüzük taktığı sarı elbise giymiş olduğu görünmüştür. Arada sırada ipek de giyerdi. Çok kanaatkar olduğu için yalnız bir çift ayakkabısı vardı, bunu temizler temizler giyerdi.
Bir fistanı vardı, kıymet itibarı ile 5 dirhem ederdi, fakat bu fistan zamanında o kadar kıymetli idi ki gelinler, düğünlerinde gelir bunu emanet alırlardı.
Elbise hususunda çok titiz idi, bir ara yeğeni Hafza ince bir başörtü ile yanına gelmişti. Hz.Ayşe onun baş örtüsünü tutup buyurdu:
"Sen bilmiyormusun Cenab-ı Hak Sure-i Nur da ne buyurmuştur?" Sonra kendisine kalın bir başörtüsü verdi.

İlmi ve İçtihadları

Hz. Ayşeden baş diğer hatunlarıda Resulullah'ın  mubarek ağızlarından bire çok  söz duymuşlarsa da, hiç biri bu sözün hakiki ruhuna Hz.Ayşe gibi nüfuz edememişlerdir.
Hz.Ayşe körü körüne taklide muhalifdi.
Kadınlar camiye gidebilir mi? Resulullah kadınların camiyue gelip  de, camide namaz kılmalarına müsaade etmiş olduklarından. Hz.Aişe bu işin daimi olarak caiz olduğuna karar vermiştir. Fakat  Hz.Aişe kadınların dönem içinde camiye gitmelerinin mahzurlu olabileceğini işaret ederek "Resulullah bu hususu hissetmiş olsalardı, her halde o  zaman kadınların camiye gitmelerini men ederdi. Nitekim İsrail oğullarının  kadınları men edilmişlerdir" dedi.
İslamda ibadetlere şirk karıştırmaktan men eylemede titiz idi.
Kabenin örtüsü kullanabilinir mi? Kabe'nin anahtarcı başısı olan Şeybe İbn-i Osman bir ara, Kabe'nin örtüsünü kaldırdıktan sonra pis ve kirli ellerle tutulmasın diye:"Toprağa gömelim" diyince. Hz.Ayşe bunun Kabenin örtüsünün zamanla mukaddesleştirileceğinide göz önüne alarak, uygun görmedi ve buyurdu: "Kabe'nin örtüsünü istediğiniz gibi kullanırsınız, isterseniz satar, onun parasını da fakire fukaraya verirsiniz"
İlim elde etmekle kalmamış, bir çok meselede de içtihad etmişti.

________________________________________

Kaynaklar
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme: Prof Ali Genceli, Toker Yayınları
2) Şamil İslam Ansiklopedisi

Çevrimdışı Asilzade

  • Asilzade
  • *****
  • Join Date: Tem 2008
  • Yer: Kahramanmaraş
  • 1247
  • +108/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Asalet Ahlakın Temelidir
Hz.Aişe kaç yaşında evlendi?
« Yanıtla #1 : 17 Temmuz 2008, 12:19:29 »
s.a

Allah razı olsun kardeşim

mevlam cümlemizi onların şefaatlerinden mahrum bırakmasın

onlara azıcıkta olsa kalblerinde buğz olan fırak-ı dâalleden eylemesin

onlara da hidayet etsin

selametle

Çevrimdışı ...katre...

  • ....€vindar....
  • ****
  • Join Date: Ağu 2008
  • Yer: Düşlerin Yeşermeye Başladığı Sınır Şehrinden....
  • 828
  • +30/-0
  • Cinsiyet: Bayan
  • !!!..GOD IS THE LIGHT..!!!
Ynt: Hz.Aişe kaç yaşında evlendi?
« Yanıtla #2 : 06 Ağustos 2008, 08:24:02 »
 aarroo 103 ggüüll ggüüll

Çevrimdışı Arif Arslaner

  • *****
  • Join Date: Eyl 2008
  • Yer: A'raf şehri
  • 4502
  • +1462/-0
  • Cinsiyet: Bay
  • Sen, Seni Sevdiğinle Bil Ey Can! "O" Seninledir.
    • Uyanan Gençlik
Ynt: Hz.Aişe kaç yaşında evlendi?
« Yanıtla #3 : 24 Ekim 2009, 23:19:46 »
Sevgili'nin Sevgilisi

HZ. ÂİŞE

 

Tüm zamanların en unutulmaz yarışı ama izleyicisi yok. İki yarışmacıdan genç olanı bir çizgi çekiyor yere; bir başlangıç çizgisi. Oradan koşmaya başlayacaklar. Gömleğini beline bağlıyor iyice. Tuhaf bir yarış, yenilse üzülmeyecek. Sevgiyle bakıyor rakibine. O teklif etti yarışmayı. Düşünebiliyor musunuz, O! Bir kelimesiyle binlerce insanı peşinden sürükleyen, bir işaretiyle ayı ikiye bölen O! Hem de Bedir yolunda. Diğer ucunda tüm zamanların en önemli savaşının kendilerini beklediği o yolda gülümseyerek sordu:

-  Âişe seninle yarış yapalım mı?

-  Yapalım, ey Allah'ın Rasulü!

 Yarışın başlaması için göz göze gelmeleri yetiyor. Hz. Peygamber ve sevgili eşi koşmaya başlıyorlar. O anda orada olmasalar da, milyonlarca izleyici, Hz. Âişe'nin kelimeleriyle şahit oluyor bu sevimli yarışa. İnsan Peygamber'in Bedir Savaşı'na giderken açtığı bu sevgi sayfasını hayranlıkla seyrediyorlar. Yarışı O kazanıyor. O, yani Peygamber. Yarışı kaybedeninse üzüntüsü değil, sevinci okunuyor yüzünden, "Bu Zulmecaz'daki koşunun rövanşıydı!" derken Nebî. Bu söz Hz. Âişe'yi yıllar öncesine götürüyor. Daha küçücükken babası Ebu Bekir'in yanında kazandığı o latif yarışa.

Kaderi onu büyük bir sorumluluğa hazırlıyor. Son Peygamber'in hafızası olmaya. Taze bir kil tablet gibi O'ndan gelecek esintileri bile kaydedecek çok genç bir hafızaya ihtiyaç var çünkü; O'na âit her ayrıntıyı gelecek zamanlara taşıyacak bir hafıza. Gece, gündüz yanında olması gerekiyor bu yüzden; evde, yolculukta, savaşta ve barışta. Eşi olması gerekiyor, tek genç kız hayatındaki. Dokuz yıl süren evliliği boyunca öğrendiği her şeyi, O'nun vefatından sonra kırk yedi yıl anlatması gerekiyor. Dokuz yıl hem odasından, hem odasında dinliyor Son Peygamber'i. Odasının duvarı Mescid-i Nebevî'ye bitişik Hz. Âişe'nin.  O'nun ashabına söylediği her sözü duyuyor ve odasına geldiğinde soruyor anlamadıklarını. Bir gün Allah'ın Sevgilisi ashabına, "Her kim Allah'la bu luşmayı severse Allah da onunla buluşmayı sever. Ve her kim Allah ile buluşmayı sevmezse Allah da onunla buluşmayı sevmez."demiş ve Hz.Âişe'nin, "İçimizde ölümü isteyen yoktur" yakınmasını bir anahtara dönüştürerek açmıştı  manayı: "Bir mümin; Allah'ın rahmeti, rızası ve cenneti dile getirildiğinde Allah'la buluşmaya bir özlem hisseder ve yüce Allah tarafından aynı özlemle karşılanır. Fakat bir kâfir; Allah'ın azabını, gazabı nı duyduğu zaman Allah'a kavuşacağı günden hoşlanmaz ve Cenâb-ı Hak tarafından da aynı hoşnutsuzlukla karşılanır." Bir başka gün "İnsanlar kıyamet günü çırılçıplak kalacaklar" sözüne hayret ederek, "Nasıl olur?  bunlar birbirlerini görmeyecekler mi?" diye Hz. Peygamber'e sormuş, "Öyle dehşetli bir gündür ki kıyamet, kimsenin kimseden haberi olmaz!" cevabını almıştı.

   Hep yanındaydı sevdiğinin. Bedir'de zaferin, Uhud'da hüznün nasıl yansıdığını görmüştü Peygamber çehresine. Sırtında su taşırken, yaralılara bakarken müminlerin annesi, Mescid-i Nebevî'de mızraklarıyla savaş oyunları sergileyen Habeşliler'i O'nun omzuna dayanarak seyrederken Sevgili'nin sevgilisiydi. Hz. Ali, "Rasulullah'ın Sevgilisi" diyordu ona bir hadis rivayetinde. Tâbiîn'den Mesruk, "Allah'ın Sevgilisi'nin Sevgilisi" diye anıyordu onu. Hz. Peygamber, dünyada en çok kimi sevdiği sorulduğunda, "Âişe" diye cevaplıyor, eşlerinden sadece onun yanındayken vahiy geldiğini söyleyerek makamına işaret ediyordu. Hz. Âişe yalnız bilgisi, zekâsı, kavrayışı ve hitabetiyle değil, ibadetleriyle de hak ediyordu bu sevgiyi; gündüzlerini oruçlu geçiriyor, gecenin en koyu anlarını namazla aydınlatıyordu. Tevazusu, kanaatkârlığı ve cömertliğiyle Ebu Bekir'in kızı, gıybetten kaçınması, yoksulları himayesi ve vakarıyla Hz. Peygamber'in eşiydi. Tek bir kusuru vardı, kıskançlık! Çok seviyordu Hz. Peygamber'i ve çok kıskanıyordu. Ancak bu yangını kontrol altına alabilecek bir erdeme ve dirayete sahipti o. Hz. Peygamberin diğer eşlerinin faziletlerine dair hadisleri rivayet etmekte tereddüt etmiyor, Hz.Ali, Hz. Fâtıma ve diğer sahabilerin erdemlerini ilan eden onlarca nebevî belge bırakıyordu gelecek zamanlara.

Ve güvenilir Muhammed (sav)'in sonsuz güveni "sırdaş" yapmıştı onu Nebî'yle. Tarihin dönüm noktalarından "Mekke'nin fethi" bir sır olarak sadece ona açılmış, hazırlıkların fetih için olduğu yalnız ona fısıldanmıştı. Hz. Peygambere olan düşmanlıklarını gizleyen münafıklar işte bu sonsuz güvene nişan almışlardı Son Peygamber'i sarsmak ve gözden düşürmek için. Bir savaş dönüşünde kaybedilen gerdanlık iftira çamuruna batırılarak sahibine iade edilmiş, bütün zamanların en tehlikeli münafığı Abdullah b. Übey b. Selûl, Müminlerin Annesi'nin üzerine sözlerin en yalanı olan zannın kara şalını atmıştı. Hz. Peygamber ve Hz. Ebu Bekir içlerinde en küçük bir şüphe olmasa da bu çirkin dedikodulardan müteessir olmuşlar, bir tesadüf eseri iftiradan haberdar olan annemiz üzüntüsünden yataklara düşmüştü. Sonunda Hz. Peygamberin "Humeyra"sı, "Âiş"i, "Âişecik"i baba evine gitmek için Efendisinden izin istemiş, yedi kat semadan beraati gelene kadar gözyaşı dökmüştü orada.

Nur Sûresi'nin on âyeti sadece Hz. Âişe'ye değil, gelecek zamanların iftira mağdurlarına da bir şifa olarak inmiş, Yüce Allah, "Erkek ve kadın müminlerin, bu iftirayı işittiklerinde kendi vicdanları ile hüsnü zanda bulunup da, ‘Bu apaçık bir iftiradır.'demeleri gerekmez miydi?(Bu iddiayı ortaya atanların)da bu konuda dört şahit getirmeleri gerekmez miydi? Madem ki şahitler getirip ispat edemediler, öyle ise onlar Allah katında yalancıların ta kendileridir!" (Nûr,12-13) buyurarak insan onuruyla oynayanları azabıyla tehdit etmişti. Böylesi bir suçlamaya dayanak olacak bilgiyi zanların ve şüphelerin kıyıcı zehrinden kurtaran bu âyetler, dört muhkem şahit olmaksızın insanların iffetleri hakkında ileri geri konuşmayı yasaklamış, bu meselenin önemini ve tehlikesini, "Bunun önemsiz olduğunu sanıyorsunuz. Halbuki bu, Allah katında çok büyük suçtur," (Nûr,15) İlâhî buyruğuyla vurgulamıştı.

Sevinç geri almıştı hüznün zapt ettiği kaleleri. Hz. Âişe evine, Efendimizin tebessümü yüzüne geri dönmüş, annemiz ardı arkası kesilmeyen sorularıyla yeniden gülümsetmeye başlatmıştı hayat arkadaşını. Ta ki o soruyu sorana kadar.  Hiç uyumadan ibadetle geçirdiği bir gecenin sabahında, "Ya Rasululah! Geçmiş ve gelecek bütün günahların bağışlandığı hal de mübarek vücuduna neden bu kadar eziyet ediyor sun?" deyivermiş, Kâinatın Efendisinin gözlerini yaşla dolduran bu soru, yüzyılları sarsacak bir başka soruyla cevaplanmıştı: "Şükreden bir kul olmayayım mı?"  Ve şükürle geçen bir ömür sonunda mübarek başını Hz. Âişe'nin kucağına koymuştu Allah'ın sevgilisi. Yarışta yine öne geçmiş, sevgilisinin merhamet ve yaş dolu gözlerinin serinliğinde çıkmıştı âhiret yolculuğuna...

  ahhh

A.Ali Ural