Mektubun hitap kısmı boş diye bana kızmayın sakın. Nasıl başlayacağımı bilmiyordum. Hiç böyle bir mektup yazmadım ki nasıl başlayacağımı bileyim. Ben zaten kimseye mektup yazmam, kimseden de mektup almam. Benim kimsem yok çünkü. Adını ve soyadını devletten almış bir çocuğum ben: Ãdem! Ben yetiştirme yurdunun bir evladıyım, kimsesizim yani, anladınız mı?
Bu mektubu çok isteyerek yazdığımı sanmayın sakın. Bir mecburiyet, bir ödev benimki. Türkçe öğretmenimin verdiği bir vazife için sadece. İçimden geldi zannetmeyin. Hiç gelmiyor doğrusu. Haftaya anneler günüymüş. Öğretmenim yeni geldi okula. Göreve yeni başladı. Bilmiyor ki benim kimsesiz olduğumu. Annenize bir mektup yazacaksınız. dedi. Mazeret istemem ha! Ödevleri tam zamanında isterim. Haylazlık yok tamam mı? Parmağını da gözümüzün içine içine salladı. Mazeret yok, tamam. Fakat benim de bir annem yok. Neyse. Sonra uzaklara dalıp giden gözleriyle bir inci bulmuş gibi ekledi: "Hem anne demek, sevgi demektir. Ne anlıyorsunuz sevgiden bir görelim bakalım."
Ne manasız bir sözcük benim için. İçi samanla doldurulmuş kumaştan oyuncaklar gibi. Sevgi hiç bilmediğim bir şey benim. İnsan bilmediği üzerine ne yazabilir ki? Nedir sevgi, nasıl bir duygudur ben hiç hissetmedim ki? Kendimi bildim bileli sadece kurallar var. Kurallara göre yaşarım ben. Sevgi, kural mı demek acaba? Yatıp kalkmam, yiyip içmem, çalışmamâ?Hatta oynamam bile kurallarla benim, üstelik zamanla sınırlı. Hiç aksatamam. Aksatırsam ceza var karşılığında. Sevgi böyle bir şey mi? Kurallara uygun yaşamak mı yani?
Bir gün yurdun bahçesinde çocuklar bir yavru kedi geçirmişler ellerine. Tekmeleyip duruyorlardı. Kuyruğunu kulağını çekip çekip kediciğin yaptıklarına kahkahalarla gülüyorlardı. Zavallıcık pusmuştu köşeye, kesik kesik yardım diler gibi miyavlıyordu sadece. Elinden başka bir şey gelmiyordu ki. Benim gibi...
Türkçe öğretmenim derslerin birinde bir öyküde geçince anlamını açıklamıştı bize, içi cız etmek deyiminin. İşte o kediciğin çaresizliği karşısında benim de içim cız etti. Sevgi bu mu? Böyle bir his mi?
Hep insanları sevmekten bahsediyorlar, kitaplar bile her şeyin başlangıcını sevgiye bağlıyor. Benim başlangıcımda var mıydı emin olamıyorum. Var idiyse şimdi nerede? Varlığım birilerine bu duyguyu tattırmış olsaydı burada olmamam lazım gelmez miydi? Burada olduğum şüphe götürmediğine göre, ben bir sevgisizliğin meyvesiyim demek. Sevgisizliğin meyvesine sevgiyi anlattırmak, ne büyük bir yanlışlık, öyle değil mi?
Öğretmenim bu ödevi verdiğinden beri çok düşündüm sevgi üzerine. Daha önce aklımı yormadım hiç, neydi sevgi? On üç yaşıma girdim temmuzun yedisinde. Kimsenin haberi bile olmadı. Ben de bilmezdim ya, öğrenci dosyalarını dolduran sınıf öğretmenim demişti. "Vay Adem seninle aynı gün doğmuşuz demek. Ben de yedi temmuz doğumluyum."Oradan aklımda yer etmiş olacak. Kimse kutlamadı beni doğduğum için.
Kimsenin umurunda da olmadı doğmuş olmam. Doğum günü haftalarca önce planlanan çocukların duyduğu heyecan mıdır sevgi?
Sevginin türleri de varmış, öyle yazıyor Türkçe kitabım. Geçenlerde yurda girenin çıkanın hesabını tutan Arif amcadan da duydum. O, bir Çanakkale gazisinin oğlu. Babası Çanakkale de savaşmış elin gavuruna karşı. Düşmanı Çanakkale boğazından geçirmemişler. Canlarını vermişler de geçit vermemişler düşmana. Ne de gururlanır babasını anlatırken. "Vay be, ne savaşmış! Ben de olsam aynını yapardım. Damarlarımda o adamın kanı var ne de olsa!"diyor. Vatan sevgisi... Benim hiç kendime ait bir yerim olmadı ki toprak sevgisini bileyim. Bir odam, bir evim olmadı ki bana ait diye koruyup kollayayım, bağlanayım ona. Sık sık değişen soğuk koğuşum ve talihleri bana benzeyen binlerce çocuğun yattığı, içine kimsesizliğin kokusunun sindiği eski ranzaların soğuk demirleri... Bunların içinde sevgi barınır mı? Sevgi, aynı kaderi paylaştığın insanlarla beraber olmak mı?
Okula gidiyorum gitmesine ama öğretmenlerim duyurmadıysa kimseciklere demiyorum kimsesiz olduğumu. Utanıyorum, ne bileyim işte. Bir baba çiziyorum asker üniformalı, bir de anne. Anne çalışmıyor amaâ? Bana bakabilsin diye çok sevdiği işinden ayrılmış, fedakar mı fedakar... Tertemiz, bembeyaz çarşaflı bir de oda anlatıyorum onlara. Çıkmaz lekeli, kokan çarşafları olan odalardan bezdim artık. Çarşaflarım sakız beyazı, melek beyazı oluyor hep. Bir de kız kardeş ve ağabey var masalımın içinde. Odalarımız ayrı ayrı. Biz çok mutlu bir aileyiz. Ben bile inanıyorum okulda bu masala, evime gideceğimi sanıyorum çıkışta, seviniyorum. İçim içime sığmıyor Adeta. Sevgi, bir yalana bile bile aldanmak mı yoksa?
Geçen kış çok hastalandım. Çok fena üşütmüşüm. Sabahlara kadar ateşler içinde yandım. Dudaklarım kavruldu susuzluktan, sabahları zor ettim. Doktora kaç gün sonra çıkardı belletici beni. Bir iki şurup yazdı doktor "Geçer!" dedi soğuk soğuk. Ne ilaç saatlerimi takip eden oldu, ne ateşimi kontrol eden, ne de alnımın terini silip sabahlara kadar tedirgin başımda bekleyen. Üstümü örtüp dua edenim de yoktu. Sabahları kendim bekledim. Sevgi, doğacak günü, tek başına tüm sıkıntılara katlanarak beklemek olabilir mi acaba?
Bana sevgiyi anlatan olmadı hiç. Yaşatan da... Öyleyse nereden bilebilirim ki ne olduğunu? Endişeli gözler istedim, benim için tasalansın, olmadı hiç. Derslerimi soran olsun istedim, kimsenin umurunda olmadı kırık notlarım. Kötü alışkanlıklar edinirim korkusuyla atan yürekler olsun istedim, o yürekler ben doğar doğmaz çıkmışlar hayatımdan. Sevgi, bütün isteklerin kursağında kalmasına rağmen ummaktan vazgeçmemektir belki.
Sevginin yeri gönülmüş, öyle diyor bilenler. Gönül neremizde bulunur, bilmiyorum. Fen bilgisi dersinde vücudumuzun bütün organlarını gördük lakin aralarında gönül yoktu. Sevmeye yarıyormuş. Belki bende eksiktir, başka insanlarda vardır diye düşündümse de demedim İrfan hocaya. Gönlün başka bir görevi mi var acaba? Gönül sadece sevgi içinse onu bulmak istiyorum, eksiğimi gidermek istiyorum. Din dersinde Yunus Emre'den bahsederken "Kainata sığmayan Yaradan insanın gönlüne sığmıştır. Gönül Yaradan'ın evidir. Bu yüzden gönül kırmak, incitmek çok büyük günahtır çocuklar." demişti Süleyman hoca. Onu çok severim ben. Bana çok iyi davranır. Yurt çocuğu olduğumu bildiği halde çok iyi davranır. Onu kendime yakın hissederim. Birçoklarının yaptığı gibi bizlerden korkmaz, cüzamlıymışız gibi kaçmaz bizden, her kötülüğü ve yaramazlığı araştırmaya gerek duymadan omuzlarımıza yüklemeye de kalkmaz. Yaradan'ın sığdığı gönle sevgi de sığıyorsa demek çok büyük bir şey bu duygu. Aklımın alamayacağı kadar geniş, sevgiyi tanımayan yüreğimin taşıyamayacağı kadar da ağır. Sevgi bu mu?
Birçokları bizi bilmez, neler yaşadığımızı da... Bizlerin de kırık da olsa, eksik de olsa, sevmeyi bilmese de, bir kalp taşıdığımıza inanmaz çoğu. Bizi taştan sanırlar. Süleyman hoca onlara hiç benzemez. Dedim ya yakındır bana. Fırsat buldukça çağırır beni odasına. Ne güzel kıssalar anlatır geçmişten. İsyan etmemeyi öğütler, sabretmeyi ve kaderine rıza göstermeyi. Sabrın, meyvesinin çok tatlı ama yetişmesinin çok zahmetli bir fidan olduğunu söyler. Ümitsizlik onun lügatinde hiç yer almamış şimdiye kadar. Ümitsizliğin en habis hastalık olduğunu tekrarlar durur bana. Gelecek güzel günlere kendisi için ne kadar inanıyorsa benim için de o derece emindir. En karanlık anında bile, yarınların aydınlığına inanmak mıdır sevgi?
Sevginin ne olduğunu artık biliyorum adım gibi. Tek bir cümle yetti manasını anlamam için sevginin. Süleyman hocanın odasının duvarında asılı o tek cümle bana kimilerinin ömrü boyunca öğrenemediğini anlatıverdi. Kainatın özünü bana açtı o tek cümle. "Aç herkese açabildiğin kadar sineni, ummanlar gibi olsun! İnançla geril ve insana sevgi duy; kalmasın alaka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül!"diyordu. Benim gibi hayallerini sıcacık bir aile sofrasıyla süsleyen ama hayatı boyunca böyle bir davetten mahrum kalmış bir kimsesiz için bu ne demektir?
İçimden gelmiyor demiştim ya en başta, öyle atmıyor yüreğim artık. Beni hayata taşıyıp da çekip gidenlere bir garezim yok şimdi. Kızmıyorum size, bana sevebileceğim bir kalp bahşettiğiniz için minnettarım bile diyebilirim hatta. Sevgi çıkarsız ise sevgidir. Kendin için istediğini başkaları için de isteyebiliyorsak insanız asıl. Ben de kucak açıyorum tüm insanlara, onları hiç ayırmadan, kınamadan, yargılamadan. İnsan oldukları için seveceğim onları. Yaradanâ??a ulaşmanın da yolu sadece bu. Siz, hiç tanımadığım ailem; bu mektubu okuyamayacaksınız ama ben sizi bir gün bulma ümidiyle insanlığı kucaklayacak, sevgimi içimde birlikte tutacağım.
sevgül yılmaz