Âhirzamanda genc olmak…
Ozellikle de Musluman bir genc… Boyleyseniz isiniz cok zor… Sahip oldugunuz imani muhafaza etmek ise zorlarin zoru. Peygamberlerin Efendisi de bu zorluga yuzyillar oncesinden isaret ederek “Âhirzaman da imani muhafaza etmek kor atesi elde tutmak kadar zor olacak diyor” ve devam ediyor, “Kisi sabah evden imanli cikacak, aksam eve imansiz gelecek, aksam imanli yatacak sabah imansiz kalkacak”.
Biraz genis bir acidan bakildiginda Peygamber Efendimizin uzerinde durdugu âhirzaman bundan onceki zamanlarla bir cok benzerlikler gosteriyor. Bir ikilem arasinda kalan ve buhranlar geciren âhirzaman Musluman gencligi, atesin icine atilan Hz. Ibrahim’i, Firavun’un sarayinda yetisen Hz. Musa’yi, Zuleyha’nin karsisindaki
guzeller guzeli Hz. Yusuf’u, baligin karnindaki Hz. Yunus’u, yaralar icindeki Hz. Eyyûb’u ya da sapiklar
icerisindeki Hz. Lût’u andiriyor.
Bu zaman Islamiyet’in ciktigi zamanla da benzerlikler gosteriyor. O zaman da Islam’i tercih edenler maddi
iskenceler altinda ezilirken, su zamanin Musluman gencligi de belki maddi iskencelerden daha agir olan
manevi iskenceler altinda huzursuz bir hayat yasiyor.
Âhirzamani âhirzaman yapan ise, bu yukarida zikredilen durumlardan yalniz birinin degil hepsinin bu
zamanda toplanmis olmasi. Yani ates (manevi), firavun, zuleyha (yari ciplak kadinlar), yara (manevi), iskence
(manevi), balik (nefis) ve sapik yedigeni icerisinde hapsedilmis bir Musluman genclik. Peki boyle dehsetli bir
zamanda Musluman genclik neler hissediyor? Ne mi hissediyor? Bir ikilem ve onun yol actigi bir buhran. Bir
tarafta Allah-u Teâlâ’nin emirleri, diger tarafta zamanin câzibedar fitnesinin gencleri kendi yorungesine alma
cabasi, ve ikisi arasinda bocalayan âhirzaman Musluman gencligi.
Elbette biliyor ki, Yaratan’in emri her seyin ustunde. Dogruyu biliyor, ihlasin kirilmamasi gerektigini de
biliyor, ihlassizligin zararlarini da. Ama bu bilmekle is bitmiyor. Biliyor, bilmesine ama bu câzibedar ve siddetle
hucum eden gunahlar karsisinda maglup oluyor. Istemeyerek de olsa seytanin tuzaklarindan birine yem oluyor
ve giriyor gunaha. Ardindan gelen buyuk bir pismanlik… Edilen tovbeler… Yapilan yeminler… Kilinan
namazlar… ve sonrasinda yine bir tuzak ve yine bir maglubiyet. Ve kisinin kendisine atfettigi bir vasif
“gunahkar”. “Ben bir gunahkarim, gunahlardan kendimi alikoyamiyorum” diye icten ice mirildanmalar. Ve
kendine atfedilen bu vasfin arkasindan gelen yeis. Musluman gencimizin kendine atfettigi tek mesum vasif bu
mu?
Tabii ki hayir!
Ikilem icinde kalan ve tovbe ettigi gunahlarin kapisina tekrar tekrar yanasan bu genclik, cevresine
bakiyor… Her taraf mubarek dolu. Evde kaldigi, okulda gorustugu arkadas cevresi cogunlukla mubareklerden
mutesekkil. Ama kendisi de o mubarekler icinde bir ‘namubarek’. Bu “namubarek” lik de ona buyuk bir darbe
vuruyor ve gunahkarlik vasfinin yanina bir de bu vasif ekleniyor. Gel gelelim bu Musluman gencimiz, insanlarin
kendi ‘namubarek’ ligini bilmesini istemiyor. Istemedigi icin de bu vasfi gizleme yolunu tercih ediyor. Ve uzerine
mubarek’ marka bir elbise giyerek insanlar arasinda hayatini devam ettiriyor. Gorunuste giyilen bu mubarek
marka elbise gencimizi biraz rahatlatmasina ragmen gercekte onu ucuncu bir ucuruma daha surukluyor. Nasil
mi?
“Ben” diyor, “iki yuzluyum, mubareklerin arasinda bir mubarekken onlar olmadiginda ise bir ‘namubarek’ im.
‘Gunahkâr’ lik ve ‘namubarek’ lik vasiflari masum gencimizi bogmaya yetmiyormus gibi yanina bir yenisi daha
ekleniyor. O da ‘riyakarlik’. Ve bu uc enkaz altinda bogulmaya basladi âhirzaman gencligi.
Bu uc darbe yetmiyormus gibi dorduncu darbe de beklenmedik bir yerden geliyor. Âhirzaman gencliginin cogu sahip oldugu bu uc yuz kizartici vasfin baskalari tarafindan bilinmesini istemediginden onlari gizleme yoluna gidiyor. Arkadaslarinin arasina cikarken ‘ihlas’ ve ‘mubarek’ marka elbiselerini giyiyor. Disariya karsi daima mubarek gorunumu ciziyor. Halbuki Bediuzzaman hazretlerinin tabiriyle ici disina bir cevrilse her sey ayan beyan ortaya cikacak. Bir cok kisi kendi gercek gorunumunu sakladigi ve vucudunun her tarafini kaplamis olan yaralari, uzerine giydikleri elbiselerle ortmeye calistiklarindan, onu goren karsidaki kendini ‘namubarek’ hissediyor. Halbuki o kendini “namubarek” hisseden de yaralarinin uzerine giydigi mubarek marka elbiselerle ortalikta. Kisacasi bu uc vasfa sahip oldugunu bir cogu dusunuyor ama dusunenler de bunu disari vurmaktan kacindiklarindan herkes sadece bu gibi buhranlari kendisinin yasadigini ve bu uc vasfa sadece kendisinin sahip oldugunu zannediyor. Iste Musluman gencligi sarsan dorduncu deprem. ‘Gunahkar’ likta, ‘namubarek’ likte ve ‘riyakar’ likta yalnizlik.
Besinci depreme gecmeden once biraz psikolojiden bahsetmek gerekiyor. Psikolojide su vardir; eger insanda bilissel huzursuzluk diye bir durum varsa insan bu huzursuzlugu gidermeden huzurlu bir hayat suremez. Bunu bir ornekle acalim.
Mesela sigara icen bir adam, sigaranin zararlarini anlatan bir yazi okudugunda, sigaranin kansere yol actigini ve her icilen sigaranin omru 5 dakika kisalttigini ogrenince bir bilissel huzursuzluk yasiyor. Yani bir tarafta kendi yaptigi, diger tarafta okudugu haber. Kendisi ise ikisi ortasinda kalmis bicare bir nefer. Bu uzursuzlukla ‘huzura dogru’ yurumek ise basli basina bir zafer.
Bu insanin yapacagi ilk is bu huzursuzlugu gidermek. Bu da iki turlu oluyor; ya sigarayi birakacak ki, gayet zor ama bu ikilemden ve bilissel huzursuzluktan kurtulmanin da en selametli caresi, ya da yaptigi isi rasyonalize (mantiksallastiracak) edecek. Nasil mi? Ilk once kendisi gibi sigara icen buyuk zâtlari arayacak “Bak Cumhurbaskanimiz, Basbakanimizda da iciyor; sanatcilarin cogunun agzindan sigara hic dusmuyor” diyecek. Sonra “Hem Ahmet 60 senedir iciyor ama sapasaglam, hem sigara icerek daha az yasayacagim ama yasamim daha keyifli olacak” gibi yaklasimlarla kendini rahatlatma yoluna gidiyor. Diger bir care olarak da okudugu haberi yalanlamak yoluna gidiyor ve o habere munafi bir baska habere cankurtaran simidine yapisir gibi sariliyor. Kisacasi caldigi minareye bir kilif uydurarak bir nevi huzur buluyor… Ama sahte bir huzur…
Aynen boyle de, isledigi gunahlarin buyuk azaplara yol actigini ve bunun da cehennemi intac ettigini,
kimsenin gormedigi gunahlari meleklerin ve Allah-u Teâlâ’nin gordugunu bilen âhirzaman Musluman genci,
giriyor bir bilissel huzursuzluga… Gunah islemekten kendini bir turlu muhafaza edemiyor. Gunahlardan da
yakasini kurtaramadigi icin bilissel huzursuzluk devam ediyor.
En iyisi yapilan bu isi rasyonalize edeyim, yani yaptigim ise bir kilif bulayim diyor. Tam baslayacakken
birden dusunuyor “Hasa simdi isledigim gunahi hakli mi cikarayim” deyip kufrun kapisina yanasmaktan
korkuyor. Boylece rasyonalize yolu da kapanmis oluyor. Belki de en derin depremi bu anda yasiyor. Iki arada
bir derede, asagi tukursen sakal yukari tukursen biyik misali.
Iste yaptiklari gunahlari ne rasyonalize edebilen ne de onlardan kurtulabilen âhirzaman genci bilissel
huzursuzluk icinde hayata devam etmek zorunda kaliyor. Boylece daima psikolojik olarak sorunlar yasiyor, gun
gectikce daha da asabilesip daha da alingan hale geliyor. Kendisine daima hakaret ediyor ve karamsarlasarak hayatini zehir ediyor.
Bir kismi bu bes sarsinti altinda hayatlarina ak aksak devam ederken, imani zayif olanlari cok daha buyuk
sarsintilar bekliyor. Imani zayif olan bir kisim Musluman genci icinde bulunduklari durum o kadar sikiyor, o
kadar sikiyor ki, bogulmamak icin, kendisi gibi birkac kisi aramaya basliyor. Ama ayni grup icinde bulundugu
arkadaslarina bakiyor. Onlarin hepsi mubarek, kendisine benzeyen kimse yok. O kapi da kapandi.
Mevlânâ’nin nasihatini dinlemeyip de oldugu gibi gorunup ya da gorundugu gibi olamayanlar bu bicare gencimizi daha hazin bir maceraya surukluyorlar.
Eger âhirzamanin bu Musluman genci saglam bir îmânî ders almamissa, bu bilissel huzursuzlugu gidermek icin akla gelmedik yollar deniyor. Artik îmânî derslerin yapildigi mekanlara ugramak istemiyor. Ugrasa yeni seyler ogrenecek, ama disari cikinca onlara zit hareketlerde bulunacak, bilissel huzursuzluk daha da artacak.
Hem kendisi o gruba ait degil ki, o ‘namubarek’, onlar ise mubarek, mubareklerin arasina ancak mubarekler
girer (!).
Bir kismi bu yolu secip îmânî dersleri birakirken diger bir kismi da yine bu sebeplerle îmânî derslerin
yapildigi evlerde kalmasina ragmen oralari terk ediyor. “Ben onlarin arasinda yasayamam, onlar cok temiz
safi, mubarek insanlar, benim ise oyle kusurlarim var ki, onlar arasina giremem.” gibi mulahazalarla bir kale
hukmunde olan evlerinden cikip kendini dusmanin kucagina birakiyor. Bediuzzaman hazretlerinin tabiriyle bir
sinegin isirmasindan kacarken yilan isirmalarina hedef oluyor.
Bu îmânî derslerden haberi olmayan diger bazilari daha da ileri giderek kufre dogru adim adim yaklasiyor.
Kendi isledigi gunahi inkar edemiyor, bilissel huzursuzlugunu gidermek istiyor. Bunun icin careler ararken, Cehennem’in, meleklerin hatta Allah’in yoklugunu arzu ediyor. Ve bu ugurda buldugu kucucuk delillere can
havliyle sarilarak onlari buyuk bir delilmis gibi gorup mukaddesatin inkarina yanasiyor. Ve Bediuzzman’in dedigi “her gunahta kufre gidecek bir yol vardir” sozunun fiili tasdikcileri arasina giriyor.
Bu kadar zor durumda bulunan âhirzamanin bu muzdarip genclerine elbetteki bir cok mujdeler var. Ilk
olarak Allah’u Teâlâ, “Eger kendisinden yasaklanmakta oldugunuz gunahlarin buyuklerinden kacinirsaniz, sizin
kucuk gunahlarinizi orteriz ve sizi cok hos bir yere (cennete) koyariz” buyuruyor. Ve baska bir âyette ise, “Ey
nefisleri aleyhine gunah islemekle omurlerini israf eden kullarim! Gunahlara bulastik diye Allah’in rahmetinden
umit kesmeyin! Suphesiz ki Allah butun gunahlari bagislar” mujdesi ile âhirzamanin gunaha saplanan bicare
gencleri bir nebze olsun rahatlatiliyor. Bununla beraber, Yuce Rabbimizin Gafûr (cok bagislayan), Tevvâb
(tovbeleri tekrar tekrar kabul eden), Rahîm (kullarina cok merhamet eden) ve Settâr (ayiplari ve gunahlari
orten) isimleri biz gencligin imdadina yetisiyor ve onlara yeni kapilar aciyor.
Yuce Allah’tan sonra mujde, âlemlerin efendisi Hz. Muhammed aleyhisselâmdan geliyor. O da âhirzamanin
bunalmis genclerini teselli edercesine soyle buyuruyor: “Eger siz (sahabeler) benim dediklerimden birini
yapmazsaniz, cehenneme girersiniz, ancak oyle bir zaman gelecek ki, soylediklerimden birini yapan cennete
girecek” Mujdeler devam ediyor. Asrimizin âlimi Bediuzzaman Said Nursi’de âhirzaman gencligine hitaben diyor ki, “Sizler bu mesakkatlere sabretmekle sahabelerin kucuk kardesleri oluyorsunuz.”
Tabii, bu mujdelere guvenip de yan yatmak âhirzaman gencligine yakisan bir hareket degil. Peki bu
durumda neler yapilmasi gerekiyor. Aslinda is nefsin dizginini eline alabilmekten geciyor. Nefsin dizginini eline almanin en tesirli yolunu yine Peygamberimiz bildiriyor. O da nefsi ac birakmak, yani diger bir deyisle oruc tutmak. Âhirzaman Musluman gencliginin en azindan haftanin Pazartesi ve Persembe gunlerini oruclu
gecirmesi gerekiyor. Ta ki nefsin dizginini eline alabilsin ve nefsi kendisinin degil, kendisi nefsin efendisi olsun.
Is oruc tutmakla bitmiyor. Onun zikirlerle desteklenmesi gerekiyor. Kur’an bizlere Yusuf aleyhisselâmin
Zuleyha’nin karsinda, Yunus aleyhisselâmin baligin karninda, Eyyub aleyhisselâmin hastaliklar ve yaralar
karsisinda, Ibrahim aleyhisselâm ates icerisinde okudugu dualari ders veriyor. Bizler âhirzaman atesinin
icinde, nefis baliginin karninda, cazibedar bir fitne olan yarim ciplak kadinlarin karsisinda, manevi yaralar
altinda ezilen Muslumanlar olarak bu dualari cokca zikretmemiz gerekiyor. Bu dualar nasil ki, peygamberlerin
bulunduklari dehsetli durumlardan kurtulmasina vesile olmus insAllah bizlere de faydasi olur. Onun icin bu
dualari sabah-aksam en az 33’er defa tekrarlamak gerekiyor.
Her gun Kur’ân-i Kerim’den bir parca okumak, ve âhirzaman fitnesine karsi bir kalkan vazifesi goren
Sekine’ ye devam etmek, Allah’in bin bir isminin bulundugu ‘Cevsen’ ile O’nun dergahina yanasmak,
batakliktan kurtulmanin diger careleri arasinda yer aliyor. Kur’an’dan bu zamanda ozellikle okunmasi gereken
parcayi ise âlemlere rahmet olarak gonderilen Efendimiz soyle bildiriyor; “Kim onun (Deccal’in) cehenneminin
belasina ugrarsa Allah’tan yardim dilesin ve Kehf Sûresi’nin ilk ayetlerini okusun ki ates Ibrahim (as)’a oldugu gibi bu ates de o kimseye soguk ve selametli olsun”
Son olarak da sunu unutmamak gerekiyor. Âhirzamani âhirzaman yapan yol actigi bu manevi bunalim. Eger
bu bunalim olmasa bu zaman belki de âhirzaman olmayacak. Hem boyle bir zamanda boyle bir bunalimda olmak gayet normal. Anormal olmayan ise normal olmamak. Kisacasi eger boyle bir bunalimda bir nebze olsun kendimizi hissedemiyorsak asil tehlike kapimizda demektir. Sahip olduklari takva neticesinde bu bunalima sahip olmayanlar ise sozumuzun haricindedir.
Yunus Said